Misafire İkram ve Bu Erdemin Âbideleştirdiği Bir Velî: Şeyh İmran

Prof. Dr. Ali AKYÜZ

1.Şeyh İmran ve Kimliği
2.Şeyh İmran’ı Ebedîleştiren ve İnsanlara Sevdiren Misafirperverlik
3.Peygamberlerin Örnek ve Ortak Davranışı Misafire İkram
4.Temel İhtiyaçların Karşılanması ve Güvenlik

1. ŞEYH İMRAN VE KİMLİĞİ

Kimliği ve yaşadığı zaman hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Adı bile Umran Sülüst, Şeyhü’l-Umran, Şeyh Ümran, Şeyh İmran ve Şeyhu’l-İmran diye farklı tespit edilecek kadar saklı ve gizli kalmıştır.1 Türbesi Bolu’nun Mudurnu İlçesi’nde bulunmaktadır.

Rivayetlere göre karşısında bir misafir olmadan yemek yemezdi. Eğer misafirsiz kalırsa daima günlerini oruçlu geçirirdi.

Bir gün böylece nafile oruca niyet etti. Lâkin akşama doğru bir misafir çıkageldi. O da iftar vaktine az kaldığından, orucunu da bozmamak için misafiri aç-bîilâç lâfa tuttu.

Şeyh İmran o gece bir rüya gördü.

Allah ona rüyasında şöyle hitap etmiş: “İmran… Senin bize güzel bir ibadetin vardı. Bizim de sana karşı bir âdetimiz… Sen âdetini değiştirdin, biz de kendimizinkini değiştirdik…”

İmran, üzüntüler içinde uyandı.

Bir zaman sonra Sülüs isimli köydeki malı ve mülkü üzerinde, hükûmet memurları onu sîgaya çektiler. Sıkıldı ve köyünden çıkıp gitti.

Bir süre sonra bir başka büyük zâta misafir oldu. Kendisinin, misafiri ne kadar çok sevdiğini bildikleri için ikramın her türlüsünü gösterdiler. Fakat Şeyh İmran durmadı, bir gün sonra yola çıkmaya karar verdi. Sordular: “Niçin birkaç gün daha kalmıyorsunuz? Sizi rahat ettirmek için hizmet ederdik.” dediler. Cevap verdi: “Ben suçlandırılmış bir kimseyim. Beni nimet ve rahat içinde görüp, rızâsını kabul etmezse ne yaparım? Bırakın, başımı alıp mihnetime doğru yöneleyim… Tâ ki, O’nun rızâsı ne ise tecellî etsin.” Ve İmran gitti.

Onu bu cevaptan bir müddet sonra şehrin tepelik bir viranesinde ölü olarak buldular…

Gönlü insan sevgisiyle dolu olan, diğergâm olmayı kendi içine sindiren ve herkese karşı iyilik ve güzellik düşleri gören hayırhah insanlar, içinde yaşadıkları toplumda olduğu kadar daha sonraki nesillere de uzanan bir iz, saygı ve sevgi bırakırlar.

İtibar yükselten bu güzel huy, yani; cömertlik ve misafirperverlik, bütün insanlık için umut veren bir meş’ale gibidir. Pervaneler misali herkesin içini ısıtan, gözünü kamaştıran bu sevgi pınarı herkesi kendine doğru çeker.

Hayırhah olmak, herkesi kendi gibi bilip görmek, kendi adına isteyip beklediğini, başkaları için de isteyip beklemek… Herkes için gönül evini temizlemek… Anadolu insanının misafir odaları gibi her an gelip-gören olur beklentisiyle gönül evini temiz, berrak, arı-duru saklamak…

Yüce Allâh’ın öğrettiği şekliyle;“Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 10) diye niyazda bulunmak…

Örnek insan Hazret-i Peygamber’in; “Hiç biriniz kendi adına isteyip özlediği şeyleri diğer kardeşleri/insanlar adına istemedikçe îman etmiş olamaz.” tespitinde ifadesini bulduğu üzere, başkalarıyla var olmak, onların iyiliğinde yoğrulmak, onlarla var olup onlarla yok olmak…

Bütün paylaşımların mihenk taşı ve onların büyüyüp geliştiği verimli toprak, gönül temizliği, hayırhahlık… Cömertlik ise bu paylaşımın, gönül paylaşımının sonucu ve meyvesi… Sahip olduğu nimetleri dara düşen ihtiyaç sahipleriyle bölüşmek… Ekmeğini, suyunu, varını, yoğunu, hulâsa beraber yolculuk yaptıkları geçici dünya hayatında yoldaş ve arkadaşlarıyla her şeyini paylaşabilmek, cömertlik… Belki de kulluğa en lâyık ve en yakışan vasıf… Hiçbir şeyi sahiplenmeyen, kendisinin bir şeylerin sahibi ve Rabbi olduğunu düşünmeyen, geçici hazlar dünyasında kulca davranış… Her şeyin bir Rabbi ve sahibi olduğunu özümseyen mütevazı, akılcı davranış…2

İşte Şeyh İmran böyle bir zât-ı muhteremdi.

Bir medeniyetin örf ve âdetini, cömertlik, misafirperverlik ve hayırhahlığını, diğergâmlığını, insanlık anlayışını hulâsa vazgeçilmez değerlerini gelecek nesillere taşıyan, anlatan, öğreten unutulmaz âbideler gibi… Ölümsüz ve sonsuza dek yaşayarak…

Mezarlıklar, iyi insanlar açısından bakıldığında ölümsüzlük âbideleri; kötü insanlar açısından bakıldığında insan çöplükleridir.

Akşemseddin Türbesi, Geyikli Dede Türbesi, Koç Baba Türbesi, Samur Dede, Dedeler (Şıhlar) Türbesi, Güneyce Türbesi, Kozyaka Türbesi, Eroğlu Türbesi, Gaziler (Şıhlar) Şıh Türbesi, Bekirzat Türbesi, Aksak Dede Türbesi gibi pek çok kahraman, âlim ve Allah dostu velî zâtın medfun bulunduğu bu güzel yurt köşesi, türbe ve kabristanlarıyla ecdat toprağıdır, saygıda ku¬sur edilmemelidir. Ve onlar bu memleketin bizim olduğuna dair tapu tescil belgeleri ve kayıtlarıdır. Saygısızlık edilmesini öğütleyenler eğer cahil değil¬lerse gafildirler, eğer gafil değillerse haindirler…

Onlara vefa borcumuzu sonuna kadar sabırla demiyorum, zevkle sürdürmeliyiz.

Zira evlâdın babaya reva gördüğü muamele torunlara miras kalacaktır…

2. ŞEYH İMRAN’I EBEDÎLEŞTİREN VE İNSANLARA SEVDİREN MİSAFİRPERVERLİK

“Kim Allâh’a ve âhirete inanıyorsa komşusuna eziyet etmesin,

Kim Allâh’a ve âhirete inanıyorsa misafirine ikramda bulunsun,

Kim Allâh’a ve âhirete inanıyorsa ya iyi/güzel söylesin ya da sussun!”3

Dinimizin besleyip büyüttüğü, örf ve an’anelerimizin de desteklediği, Müslüman-Türk toplumunun ayrıcalıklı vasfı ve kültürel kimliği hâline gelen bu güzel haslet; misafirperverlik bizim sembolümüz olmuştur.

Bu sembol davranış o kadar değerlidir ki, onu icra eden merhum Şeyh İmran Velî kimbilir daha ne güzelliklerin, erdem ve faziletlerin sahibiydi. Halk arasında anlatılan efsanelerin dışında bunların hepsi unutuldu. Hattâ o kadar ki neredeyse adı-sanı kimliği bile tanınmamakla beraber sadece bu güzel hasletle anılmakta ve insanların en temel ihtiyaçlarını gidermek hususundaki özelliği ve misafirperverliği ile hatırlanmaktadır. Her şeyi unutuldu, bakın binler, on binler onu hiçbir yönüyle bilmiyor ama bir tek şeyi biliyor o da; cömert ve misafirperver olduğu…

“Allah bir kulunu sevdiğinde, Cebrâil’e seslenir: «Ben bu kulu seviyorum sen de sev!» Cebrail o kulu sever ve ehl-i semaya seslenir: «Allah şu kulu seviyor siz de sevin!» gökte bulunanlar da onu sever, daha sonra da dalga dalga bu sevgi yeryüzüne dağılır, dünyada da kabul görür, herkes onu sever…” 4

Hadiste ifade edildiği üzere Allâh’ın sevdiği işleri işleyenleri Allah sever, göktekiler sever, yerdekiler sever, ebediyen yaşamanın, ebedîleşmenin yolu iyi işleri işlemekten geçer… Sevilmenin yolu da kalıcı olmanın yolu da, hatırlanmanın yolu da bu sihirli formülde saklıdır…

3. PEYGAMBERLERİN ÖRNEK VE ORTAK DAVRANIŞI MİSAFİRE İKRAM

Hazret-i İbrahim gibi Allah dostu bir peygamberin anıldığı örnek davranış ve aynı davranışın ebedîleştirdiği nice cömert insandan biri de Şeyh İmran Hazretleri’dir.

Hazret-i İbrahim de hep cömertliği ve misafirperverliğiyle hatırlanmaktadır. Dualarımızda bile; «İbrahim Halîlullah», «Allah Halil İbrahim bereketi ihsan etsin…» diye onu anar ve yâd ederiz. Allah da yüce kitabı Kur’ân’da onu bu güzellikleriyle anmakta ve insanlara güzel örnek olması için zikretmektedir… Şöyle ki;

“İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.)

Onlar İbrahim’in yanına girmişler, selâm vermişlerdi. İbrahim de selâmı almış, içinden; «bunlar, yabancılar» demişti.

Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabı) getirmiş,

Onların önüne koyup; «yemez misiniz?» demişti.

Derken onlardan korkmaya başladı. «Korkma!» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.
Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: «Ben kısır bir kocakarıyım!» dedi.

Onlar: «Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir.» dediler.

(İbrahim:) «O halde işiniz nedir, ey elçiler?» dedi.

«Biz» dediler, «suçlu bir kavme gönderildik.

Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik).

(Bu taşlar,) aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır).»

Bunun üzerine orada bulunan mü’minleri çıkardık.

Zaten orada Müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.

Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık. (Zâriyat, 24-37)

3. TEMEL İHTİYAÇLARIN KARŞILANMASI VE GÜVENLİK

İnsanların mutlu olabilmesi için vazgeçilmez iki prensip¬ vardır:

A. İnsanların temel ihtiyacı olan beslenmelerini sağ¬lamak

B. İnsanların güvende olmalarını sağlamaktır.

Bu iki prensip hem yüce Allâh’ın kelâmı Kur’ân’da bir sûrede hem de Hazret-i Peygamber’in güzel dilinden bir hadîs-i şerifte veciz bir anlatımla insanlığın asla unutmaması gereken ve yüce Allâh’a şükür gerekçesi olan çok önemli iki büyük nimet ve âhirette de kurtuluş vesilesi olan iki önemli, değerli amel olarak takdim edilmiştir. Şöyle ki; Allah -celle celâlühû-:

“Kureyş’e (rahat/huzur ve emniyeti için) kolaylaştırıldığı, evet, kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı için onlar, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan şu evin Rabbine kulluk etsinler.” (Kureyş, 1-4) buyuruyor. Ayrıca;

“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar; Yoksulu doyurmaya teşvik etmez; Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddîye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mânî olurlar.” (Mâun, 1-7)

“(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.” (Bakara, 273) meâlindeki âyet-i kerimeler de insanların temel ihtiyaçlarının giderilmesi hususuna işaret etmektedir.

Devr-i saadette fakir muhacir Müslümanların ihtiyaçları varlıklı sahâbîlerin desteğiyle karşılanırdı. Yardım esnasında, kalitesiz, kıymetsiz, değersiz mal¬ları tasadduk etmek, sadece ve münhasıran ihtiyaç sahibi Müslümanlara yardım edip ihtiyaç sahibi gayr-i müslim akrabaları yardımsız bırakmak gibi bazı olumsuzluklar Kur’ân’ın buyruğuna ve sebeb-i nüzûle konu teşkil etmiştir.5 Allah -celle celâlühû- şöyle buyurmuştur:

“Ey îman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.” (Bakara, 267)

“(Yâ Muhammed!) Onları doğru yola iletmek Sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allâh’ın rızâsını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Bakara, 272) buyurulmak sûretiyle her şart ve durumda kaliteden taviz vermemek gereğine vurgu yapılmaktadır.

“İbrahim de demişti ki: «Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allâh’a ve âhiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle.» Allah buyurdu ki: «İnkâr edenleri de… Ancak ben onları az bir süre faydalandırır, sonra cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!»” (Bakara, 126)

Bu âyetlerin muhtevası bize insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak, yardım almak ve yardım etmek için inancı ne olursa olsun, muhtaç olmanın yeterli olduğunu kesin bir dille ifade etmektedir.

Hazret-i Peygamber de kurtuluş vesilesi mahiyetindeki iki önemli ve güzel ameli şöyle tespit ve tavsif etmektedir:

Bir adam Hazret-i Peygamber’e sordu: «Yâ Rasûlâllah, İslâm’da hangi iş daha hayırlıdır?» Hazret-i Peygamber: «Yemek yedirmen/insanların temel ihtiyacını karşılaman ve tanıdık tanımadık herkese selâm vermendir/onlara elinden ve dilinden güvende olduklarını telkin eden sembol ifadeyi söylemendir.» buyurmuştur.6 Hazret-i Peygamber bu ifadeleriyle çok önemli iki temel ilkeyi tespit etmektedir;

A. Temel ihtiyaçların karşılanması ve

B. Güvenlik

Mutlulu¬ğun iki vazgeçilmez prensibi…

Zira Müslüman elinden ve dilinden başkalarının güvende olduğu insandır.

İnsanlar alın teri, el emeği ve çektikleri sıkıntıların karşılığını Allah katında bulacaklardır… Piyango beklentisi içinde olanlar bilmelidir ki, «Rastgele!», «Şansınız açıktır!» düşünceleri ve hülyaları size cenneti sunmaz… Külfetiniz kadar nimetiniz vardır, çektiğiniz sıkıntılar kadar mükâfatınız olacaktır…

Yüce Allah kendileri muhtaç olsa da ikram sahibi, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayan iyi ve cömert kulların kavuşacağı nimetleri şöyle saymaktadır:

“İyiler ise, kâfur katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler.

(Bu,) Allâh’ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır.

O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler.

Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.

«Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.

Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına uğramaktan) korkarız.» (derler)

İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.

Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder.

Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.

(Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.

Yanlarında, gümüş kaplar ve billûr kâselerle, gümüş beyazlığında (billûr gibi) şeffaf kupalarla dolaşılır ki, sâkîler bunu (cennet şarabını) ölçüsünce tayin ve takdir ederler.

Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır.

(Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebîl denir.

O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.

Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.

Üzerlerinde yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bilezikler takınmışlardır.

Rableri onlara tertemiz bir içki içirir. (Onlara şöyle denir): Bu, sizin için bir mükâfattır.

Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur.” (İnsan, 5-22)

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- gibi enbiyanın, Şeyh İmran gibi evliyanın misafirperverlik ve insanlığa hizmet gibi güzel hasletleriyle bezenmek, dünya ve âhireti mâmur kılmak sorumluluğundaki insanoğlunun, hem mutluluğu hem de mes’ûliyetidir.

1 www.mudurnu.com/mudurnuevliyalari
2 Prof. Dr. Ali AKYÜZ, Yaşayan Kur’ân Hazret-i Peygamber, s. 210
3 Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75
4 Buhârî, Edeb,41 Müslim, Birr, 48
5 Geniş bilgi için bkz. “Bir yetişkin eğitim kurumu olarak SUFFA”, s. 23-35. Yetişkinlik Dönemi Eğitimi ve Problemleri, İSAV tarafından düzenlenen sempozyum, Ensar neşriyat, İstanbul, 2006.

6 Buhârî, Îman, 6-20