İnsan Ömrü

Ahmet SEVGİ

Klâsik Türk şiirinde insan ömrü değişik açılardan ele alınarak «ömür tarlası, ömür bahçesi, ömür rüzgârı, ömür sermayesi, ömür nehri» gibi birçok benzetmelere konu edilmiştir. Ancak, bana sorarsanız bu benzetmeler içinde en anlamlı olanı «ömür-nehir» ilişkisidir. Gerçekten bir nehrin kenarına oturup da ömrün bir su misali akıp gitmekte olduğunu düşünmemek mümkün değil. Kastamonulu Lâtîfî ne güzel ifade etmiş:

Ömrün revâne olduğun âb-ı revân gibi
Görmek murâdın ise leb-i cûybâra gel.

Evet, ömür akıp giden bir nehir misali durup dinlenmeksizin âhiret denizine doğru yol almaktadır. Diğer tarafta ise insanlık tarlası kuraklıktan yanıp kavruluyor. O zaman ne yapıp-edip ömür nehrimizi insanlığın hizmetine kanalize ederek boşa akıp gitmesini önlemeliyiz. Peki, bu nasıl olacak?

İnsanlığa hizmet etmek isteyen hemen herkesin önünde muhakkak bir hizmet alanı vardır. Zenginler paralarıyla, fakirler fizikî güçleriyle, fikir adamları düşünceleriyle beşeriyetin refahına katkıda bulunabilirler. Kalem sahiplerinin omuzlarındaki yük ise daha ağırdır. Yenişehirli Avnî’nin dediği gibi halkı eğitmek öncelikle yazarların görevidir:

Erbâb-ı kalem terbiyet-âmûz-ı ümemdir
Âdâb-ı ümem mâhasal-ı feyz-i kalemdir.

Diğer taraftan, kültür mirasımıza sahip çıkmak da yine kalem erbabına düşmektedir. Hiç şahit oldunuz mu bilmiyorum, ilkbaharda yağmurlar yağıp nehirler kabarınca insanlar ellerinde ucu çivili uzunca değnekler olduğu hâlde nehir kıyılarına gelirler ve nehirde sürüklenip gitmekte olan odunlara ellerindeki ucu çivili değnekleri vurarak suyun kaldırma gücü yardımıyla onları kıyıya çekerler. Tıpkı bunun gibi, bizler de çağdaşlık adına hayat nehrinde boğulmak istenen millî ve dinî değerleri kalemlerimizle kurtarmalıyız.

Güzel Türkçemizin -başta atasözü ve deyimleri olmak üzere- bütün güzellikleri kayboluyor. Gönül Müslümanlığının adı bile unutuldu. Hasbîlik, fedakârlık, diğergâmlık desen hak getire… Gönlümüzü para-pul, makam-mevkî hırsı bürümüş, ömür nehrinin ölüm denizine yaklaşmakta olduğunun farkında değiliz:

Gönlünde cem-i mâl ü zamîrinde âide
Ey hâce nakd-i ömr tükendi ne fâide. (Vâlihî)

Kimse dünyaya kazık çakmadı. Malını mülkünü âhirete götüren de olmadı. Bizimle gidecek olan sadece yaptığımız iyiliklerdir. Yarın ayağımızı dünyadan çektiğimizde hayırla anılmamıza vesile olacak bir şeyler yapabilmenin yollarını aramalıyız:

Âdem oldur ki ayağın çekicek dünyâdan
Zikr-i bi’l-hayr ile âlemde güzel adı kala.

Bence bu fânî ömrün tek kalıcı ürünü yazıdır. Bizim Toroslar’da «kavzamak» diye bir tabir var. Tarla açmak anlamında kullanılır. Köylüler ormandan herhangi bir yerin çalılarını keserek sürülür hâle getirirler. Ve orası ilânihaye kendilerinin olur. Aynı şekilde bizler de ne yazabilirsek yani hayat tarlasından ne kavzayabilirsek kârdır. Çünkü her yazı -tersi de varit olmakla beraber- bir dikenin sökülüp yerine gül dikilmesidir. Her gül de bir iyilik, bir güzellik ve bir dostluk demektir. Ben inanıyorum ki kalemlerimizle bütün putları kırar ve bütün Nemrutlukları ortadan kaldırarak vatanımızı gül bahçesine çevirebiliriz.

Kısacası, ömür nehri âhiret denizine doğru hızla akmaktadır. Bu nehirden hayat tarlasına ne aktarabilirsek geride o kalacaktır. Mal-mülk kazanma arzusunun yahut makam-mevkî elde etme hırsının sonu yoktur. Ömür bahçesinin günden güne sararıp solmakta olduğunun farkında mıyız? Heyhat!

Biz tâlib-i teveccüh-i ikbâl-i rûzgâr
Gülberg-i bâğ-ı ömr ise berbâd olup gider. (Bâkî)