Erkekler Ne İster?

Aynur TUTKUN

Günümüzde birçok aile, aslında kolayca giderilebilecek bazı sebeplerden dolayı yıkılabilmektedir. Diğer yandan pek çok aile, özellikle yuva yıkmanın hoş olmadığını ve her ne pahasına ayakta durması gerektiğini savunan mütedeyyin aileler, huzursuz ve neşesiz bir şekilde süren evliliklere katlanmaktadırlar.

Bu acı bir tablodur; ne var ki bu hazin tablo biraz gayret ve anlayışla değiştirilebilir. Kadınlar ve erkekler olaylara birbirlerinin gözünden bakmayı, birbirlerinin duygularını anlamayı bilirlerse bir aile olmanın keyfini çıkarabilirler. Bir önceki yazımızda “Kadınlar ne ister?” demiştik, şimdi de erkeklerin ne istediği üzerinde tespitler yapalım.

Bir eş olarak erkekler öncelikle saygı ve itaat beklerler. Fakat bu beklentinin aile açısından sağlıklı olanı sevgiyle karışık bir saygı ve itaat anlayışıdır. Allah, erkeklerin kadınlara karşı bazı açılardan üstünlüğünden bahsederek kadınların erkeklere karşı itaatkâr olmalarını emreder. Erkekler küçük aile devletinin idarecisidirler. Bu sorumluluk onlara tebaasına istediği muameleyi yapma yetkisini vermez elbette. Hele hele itaat ettirmek bahanesiyle kaba, haşin, sert, çirkef olmasını hiç öngörmez. Bir devlet reisi nasıl adaletli, müşfik, halkına hizmet götürme aşkıyla dopdolu olunca tebaası tarafından sevilip sayılıyor, itaate lâyık görülüyorsa aynı şey küçük aile devleti için de geçerlidir. Erkekler, bu anlayışla aile reisliklerini icra etmeye çalıştıklarında korkudan değil «gönülden», sevgiyle itaat eden kadınlarla karşılaşacaklardır.

Özellikle yeni evli hanımlara öğretilen bir strateji (!) vardır; «Öyle her istediğini yapmayacaksın, sonra şımarır tepene çıkar.» diye. Fakat bu tamamen önyargıyla dolu bir yaklaşımdır. Evliliklerinin ertesi günü tatlı ve yumuşak bir dille hanımından bir bardak su isteyen bir erkeğin; «Kalk da kendin al!» cevabı karşısında ya da; «Yemeği ben yaptım, bulaşıklar da sana!» direktifi karşısında nasıl bir hayal kırıklığı içerisine gireceğini tahmin etmek hiç de zor değildir. Fakat bunlar tecrübe edilmiş gerçeklerdir. Bu davranışlar, bebeklerinin bakımına kendilerini oldukça uzak tutan erkeklerin, hanımları üzerinde oluşturdukları güceniklik kadar kırıcıdır. Kadının çalışıp çalışmaması, erkeğin işinin yorucu olup olmaması, çocukların anneye yüklediği zorlukların derecesi gibi durumların erkeğe hizmeti önemli ölçüde etkileyeceği gerçeği de mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Evet, erkekler normal şartlarda dışarıda çalışmayan kadınlardan hizmet beklerler. Fakat bu anlayış isteyerek veya istemeyerek kadına işkenceye dönmemeli, kadınlar da bin bir zorlukla evine kazanç temin etmeye çalışan erkeğine hizmet etmekten sudan bahanelerle gocunmamalıdır. Çalışan kadınların ise çalışan erkeklerden hiçbir farkı yoktur. Onlar da akşam eve geldiklerinde erkekler kadar hattâ onlardan daha fazla yorgundurlar. Üstelik çocukların birçok sorumluluğu da sadece kadınlar üzerindedir. Beraberce işleri bitirip, beraberce oturup dinlenmek durumundadırlar. Buna hazır olmayan erkekler en baştan kadının çalışmaması konusunda anlaşabilmelidirler. Aksi takdirde bunca sorumluluğun altında ezilen kadından erkeğe hizmet etmesini beklemek adaletsizlik olacaktır.

Biraz estetik, sevgi, cilve ve güler yüz aradaki bağları güçlendirir. «Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.» sözünün ifade ettiği bir gerçek vardır. Güzel ve onun sevdiği yemekleri yapmaya çalışmak, sofraya biraz estetik katmak, son bir kez aynaya bakmak, akşam geldiğinde ceketini elinden almak, onun sevdiği gibi giyinmek her erkeğin kalbine giden yolları açıverir. Bunlar küçük şeyler olmasına rağmen oluşturacağı etki pek büyüktür.

Kadınlar yaratılıştan annelik içgüdüsüyle doludurlar. Bunun neticesi olarak özellikle küçük çocukları olan kadınlar onlarla o kadar çok ilgilenir, onlara o kadar çok vakit harcarlar ki bu durum, eşinin kıskanmasına yol açabilir. Böyle zamanlarda erkekler eşlerinde her zamanki ilgi ve cazibeyi görmek isterler. Kadın; rolünün sadece annelik olduğunu zannetmemeli, eşinin ilgi ve dikkatini dışarıdan içeriye çekmesini de bilmelidir.

Kadınlar şunun da farkında olmalıdırlar. Evlendikten sonra erkekler, işi hâricindeki tüm ilgisini ve vaktini ailelerine harcamak zorunda değildirler. Zaman zaman arkadaşlarıyla da buluşabilmelidir. Bu, hanımı gereksiz bir üzüntüye sokmamalıdır. Nitekim kadınlar gündüz gezmeleriyle ve komşu ziyaretleriyle bu ihtiyacını gidermektedirler. Eşler hiçbir zaman unutmamalıdır; eşin, arkadaşın, ana-babanın, akrabanın yeri ayrıdır. Bazen eşle paylaşılamayan şeyler arkadaşla paylaşılır. Zaten asıl olan da kiminle neyi paylaşacağını bilmektir.

Erkekler hiçbir zaman bir başka erkekle kıyaslanmaktan hoşlanmazlar. Bir çocuğun arkadaşıyla, bir kadının kayınvalidesiyle kıyaslanmasından belki de daha kötüdür bir erkek için kıyaslanmak. Çünkü bu onun erkeklik gururunu rencide eder.

Kadınlar; «Erkekler ağlamaz!» esprisine de inanmamalıdırlar. Her ne kadar güçlü, kuvvetli, mantıklı olsalar da zaman zaman onlar da ağlamak isteyeceklerdir. Erkekler, eşlerinin, ağladıklarında onları kınamayacak; «Osmanlı kadını» duruşuyla bilâkis dertlerini paylaşabilecek bir yaklaşımda bulunmalarını da beklerler. İstatistikler erkeklerin daha çok kalp krizi geçirdiğini gösterirken belki de bir gerçeği işaret etmektedir; onların da dertlerini anlatma ve paylaşma ihtiyacı vardır.

Yuvaların yıkılması, kurulmasından daha kolaydır. Birbirini anlamaya ve kendilerini sürekli geliştirmeye çalışan eşlerin yuvaları ise yıkılmak şöyle dursun huzurla ayakta sapasağlam dururlar. Karşılaştıkları her problem onlara birbirlerini tanıma adına bir artı daha kazandırır. Böylelikle çatışmalar kavgaya değil kazanca dönüşür. Yuvaların «cennet gibi» olması duasıyla…