Türkçenin Uğradığı Yıkımlar

Burhan Cahit ÖZDEMİR

«Dil»e verilen önem, en başta, insanın; «nâtık» yani düşünüp ifade eden tek canlı oluşundan kaynaklanır.

«Dil her türlü zihnî ve rûhî tezahürlerin kelimeler hâlinde billûrlaşmasıdır. Dil, ilmin ve kültürün de temelini teşkil eder. İnsanın bilgi, kültür ve düşünme kabiliyetinin hududu, bildiği kelimelerin miktarı ile çizilmiştir.(…) Kültür ve medeniyet tarihi incelendiği zaman görülür ki, bütün büyük medeniyetler, bütün kuvvetli kültürler zengin ve işlenmiş dillerin eseridir.»1

Bu sebeple; millî müktesebâtın nesilden nesile aktarılma vasıtası olan dil, millet olmanın en önemli unsurlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Nitekim eski destanların, yazılı âbidelerin, yıldızlar gibi parlayan manzum ve mensur edebî eserlerin, resmî vesikaların aydınlığı olmasa, bir milletin geçmiş safahatı unutulup gitmez miydi?

İlk olarak, 11’inci yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, Dîvânu Lügāti’t-Türk adlı eseri ile; 15’inci yüzyılda da Ali Şîr Nevâî, Muhâkemetü’l-Lügateyn adlı eseri ile Türkçenin güzel ve zengin bir dil olduğu hususunu işlediler. Daha sonraları birçok edip de, bu mevzu ile alâkalı çalışmaları devam ettirdiler. Ancak şurası da muhakkak ki; Orta Asya’dan çıkıp, Avrupa ve Afrika içlerine kadar üç kıtada seyran eden Türkçenin, kültür alış-verişlerinin tabiî bir sonucu olarak pek çok kelimeyi bünyesine katması da kaçınılmazdı. Her dilde görülen bu meseleyi, bir zenginleşme olarak mütâlaa etmek lâzımdır. Nitekim, Yahya Kemal, bu yabancı asıllı kelimeleri, «Türkçenin fethettiği kelimeler» olarak tavsif ediyor.

1899’da Şemseddin Sâmi’nin hazırladığı Kāmûs-ı Türkî’de 15350’si Türkçe; 10 bini Arapça; 3500’ü Farsça ve diğerleri de İtalyanca, Rumca ve İngilizce asıllı olmak üzere 30 bin civarında kelime bulunmaktadır. Tabiî ki; dilin kelime alması gibi, bunun tersi olarak vermesi de bahis mevzuudur. Nitekim, Türk Dil Kurumu’nun tespitlerine göre, yabancı dillerde 10000’den fazla Türkçe kelime bulunmaktadır. Türkleri «can düşmanı» ilân etmelerine rağmen, en fazla Türkçe kelime Ermenice ve Sırpçada bulunmakta; bunları Yunanca, Macarca, Rusça, Çince, Farsça, Urduca, Arapça, Ukraynaca, Fince, Rumence, Bulgarca, Çekçe, İtalyanca, Arnavutça, İngilizce ve Almanca takip etmektedir. Bir kelimenin birkaç dile birden geçtiği göz önüne alındığında, dünya dillerindeki Türkçe kökenli kelime sayısı 35-40 bine ulaşmaktadır.2 Bu husus da, birbirleriyle temas eden milletler arasındaki karşılıklı kültür alış-verişinin tabiî bir sonucudur. Nitekim bir imparatorluk dili olan İngilizcenin % 75-80’i, yabancı kökenli kelimelerdir.

Ancak bu kaçınılamaz duruma rağmen; bir takım sâiklarla, Türkçe üzerinde hoyratça tahribatlara girişilmiş, zaman içinde artık Türkçeleşmiş kelimeler tasfiye edilerek, «arı bir dil» vücuda getirilme gayretkeşliğine düşülmüştür. Ancak ne mânidârdır ki; bahis mevzuu tasfiye hareketi, bu husustaki iddialarının aksine, millî hassasiyeti olmayan çevreler tarafından ve Türkçeye aykırı usûllerle yürütülmüştür. Hususiyle Arapça ve Farsça kökenli kelimeler atılıp ya karşılıkları boş bırakılmış veya yerine çeşitli dillerden alınan, ölü kelimelerden türetilen veyahut da uydurulanlar sokuşturulmaya çalışılmıştır. Halkın şaşmayan irfanı ise bunu benimsememiş, üstelik «uydurukça» adını vererek, inceden alaya da almıştır.

Türk Dil Kurumu’nun 1945-1989 yılları arasında bastırdığı sözlüklerdeki kelime sayısının ancak 25 bin kadar olması, bu tasfiyenin dilde meydana getirdiği boşluğu gösteren bir örnektir. Bu sözlüklerde, İstiklâl Marşı’nın ihtiva ettiği kelimeler bile bulunmamaktadır. Kurumun yeni çıkardığı sözlük ise, edebiyat dilinde hâlen kullanılmakta olan takriben 15 bini yabancı asıllı, 80 bin kelimeliktir.

Hâlbuki Türkçemiz yabancı akademisyenlerin de teslim ettiği bazı hususiyetlerle diğer dillerden temayüz eder:

“«Türkçe dünya dili olacaktır.» demeyi bırakalım artık. Türkçe bir dünya dili olmuştur.” diyerek 41 ülkeden Türkçe yarışması için gelen öğrencileri gösteren (dünya dilleri üzerinde mütehassıs olan) Prof. J. Vandawella; «Türkçedeki berraklık diğer dillerde yok.» diyor.3

Diller üzerinde yapılan bir incelemede, Türkçenin bir hususiyeti daha ortaya çıkmıştır. (1970’li yıllarda, Prof. Dan I. Slobin başkanlığında yapılan araştırmada) Sonuç olarak 3-4 yıl süren değerlendirmeler bir araya getirildiğinde, Türkçe konuşan çocukların dil becerisi edinme sürecini 3 yıl 8 aylıkken tamamladıkları; buna karşın aynı şartlarda incelenen Slâv çocuklarının öğrenme dönemlerinin 7 yıl; İtalyan çocuklarının 5,5 yılı bulabildiği görülmüştür.4

Türkçenin bu yozlaştırılma hareketine, uzun yıllar maalesef resmî müesseseler ve makamlar da destek vermişler; en azından müsamaha göstermişler, karşı çıkmamışlardır. Türkçeyi müdafaa etmek, onun bir avuç sevdalısına kalmıştır. Bu fikir adamlarından Peyami SAFA, mevzuun önemine dikkat çekmek sadedinde bir makalesinde şöyle yazar: “Kalemi elime aldığım günden beri Türkçenin müdafaası için yazdığım satırları birbirine eklesem, İstanbul-Ankara şimendifer hattından daha uzun olur.”5 Dilin nesillerin yetişmesinde; edebiyat, eğitim, ilim ve kültür sahalarında verimlilikteki önemine binâen, bu hususta ne kadar gayret gösterilse sezâdır.

Eserlerini Almanca olarak yazan Mûsevî yazar Franz Kafka: “Almanca «anne» kelimesi, hiçbir zaman bana İbrânice «anne» kelimesi kadar sıcak gelmedi.” diyor. İhtiyaç olmadığı hâlde dışarıdan alınan veya dil yapısına aykırı olarak uydurulan kelimeler, ana dildeki mefhumların sıcaklığını, rûhu ihâta edişini veremez; yabanî kalır.

Lisanımıza, kelimelerimize, mefhumlarımıza sahip çıkmalıyız. Bunun için edebî alâkalarımızı artırmalı, eski yaftasıyla terk edilmeye mahkûm edilen kelimelerimizi kaybetmemek için elimizden gelen zihnî, edebî faaliyeti göstermeliyiz. Konuşurken, yazarken, düşünürken, dillerini bizden öğrenen evlâtlarımızı yetiştirirken dil konusunda itina ve ihtimam göstermeliyiz.

Unutmamalıyız ki yabancı dil öğrenmek için gösterdiğimiz gayretin yarısını dilimiz için göstersek, bugün Türkçemiz çok farklı bir noktada olurdu. Dün geçti fakat yarın elimizde. Şairin dediği gibi:

Ey bağcı! Bırak gafleti, ter dök şu bahâra,
Ter dök çınarın kalbine, aldırma civâra!..
Bak tâze filizler büyüyor dağ gibi kökte,
Biz Türkçe muhabbet edelim yerde ve gökte!
Hâlâ yele baş vermeyecek güllerimiz var,
Tekrar kuracak cenneti sümbüllerimiz var!..

(Seyrî)

1 Doç. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU: Türkçenin Karanlık Günleri, İrfan Yay., İst. 1976, sh. 14

2 Zaman Gazetesi: 14. 03. 2005

3 Zaman Gazetesi: Abdullah AYMAZ, 10. 07. 2005

4 Zaman Gazetesi: Alev ALATLI, 30. 7. 2005

5 Peyami SAFA: Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken Yay., İst. 1970, sh. 7