Kaybolan Gerdanlık

Handenur YÜKSEL

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- 613’te Mekke’de doğdu. İlk halîfe Hazret-i Ebûbekir’in kızıdır, çok küçük yaşta Peygamberimiz Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile evlendi. Uhud Gazası’nda sırtında su taşıdı, yaralılara baktı. Hazret-i Peygamber’in vefatıyla birlikte on sekiz yaşında dul kaldı. Peygamber eşlerinin başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’ân hükmüne uyarak evlenmedi. Hazret-i Âişe, geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Cömertti, öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetişmelerine özen gösterir, onları elleriyle evlendirirdi. Hazret-i Peygamber vefat ettiğinde çok genç yaşta olmasına rağmen, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Rasûlullâh’ın sünnetini en iyi bilen ve anlayan sahâbîler arasındaydı. 14 Temmuz 678’de altmış beş yaşında iken Medine’de vefat etti. Cennetü’l-Bâkî kabristanına defnedildi.

***

Hazret-i Âişe şöyle anlatıyor:

Rasûlullah ile birlikte bir seferde, Zâtu’l-Ceyş denen yere gelmiştik. Birden kolyemin kaybolduğunu fark ettim. Rasûlullah onun aranması için durunca, kafile de O’nunla beraber durdu. Kimsede su olmadığı gibi, yakınlarda da su kaynağı görünmüyordu. Kafiledekiler, babam Hazret-i Ebûbekir’e başvurarak: “Âişe’nin yaptığını gördün mü? Herkesi burada oyaladı, suyumuz olmadığı gibi, çevrede su kaynağı da bulunmuyor.” diye yakınmışlar.

Rasûlullah, başı dizlerimin üzerinde uyurken, birden babam çıkageldi:

“Bir damla suyumuz kalmadı! Hâlbuki sen, Rasûlullâh’ı da, insanları da buraya hapsettin!” diye bağırmaya başladı. Beni hem azarlıyor, hem de eliyle göğsüme vuruyordu. Rasûlullâh’ın başı dizimde olduğundan yerimden kımıldayamıyordum. O sırada Rasûlullah uyandı ve Üseyd bin Hudayr’la Hazret-i Enes’i kaybettiğim kolyeyi aramaya gönderdi.

Gece çökmüştü, Rasûlullah sabaha kadar bu susuz yerde uyudu.

Sabah olunca, Allah Teâlâ Hazretleri:

“…Su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin, yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.” (Mâide 6) mealindeki âyet-i celîleyi indirdi.

Bu kolaylığın inmesi üzerine, Akabe Biatı’na katılan ve ensarın büyüklerinden olan Üseyd bin Hudayr -radıyallâhu anh-: “Ey Ebûbekir ailesi! Bu sizin ilk bereketiniz değildir, Allah sana rahmetini bol kılsın. Senin başına hoşlanmadığın ne gelmişse, Allah onda, senin için de, bütün Müslümanlar için de bir kurtuluş yaratmıştır!” diyerek memnuniyetini belirtti.

Sonra bindiğim deveyi kaldırdım. Kayıp kolye altından çıktı.*

KAFASI İLİM DOLU ADAM LÂZIM!

Türk sanat ve medeniyet tarihinde önemli bir yeri bulunan Sultan III. Selim, Sultan III. Mustafa’nın ilk çocuğu olarak 1761’de doğdu. Osmanlı tahtına, amcası Sultan I. Abdülhamid’in vefatı üzerine 1789’da, yirmi sekiz yaşında iken geçti. Vatansever bir padişah olan Sultan III. Selim, dış devletlerce sinsi bir şekilde desteklenen yenilik düşmanları tarafından tahtından indirilerek on dört ay haremde hapis hayatı yaşamaya zorlandı. Talihsiz padişah, 28 Temmuz 1808’de hapsedildiği dairede alçakça öldürüldü.

Sultan III. Selim, yapılan ihanetleri, çektiği acıları, kaybettiği tahtı unutmuş, fakat kendisine yapılan vefasızlığı unutamamıştı. Öldürüldüğü anda üzerinde olan elbisesinin cebinden şu beyit çıktı:

Kendi elimle yâre kesip verdiğim kalem

Fetvâ-yı hûn-ı nâ-hakımı yazdı ibtidâ

“Kendi elimle kesip dosta verdiğim kalem, ilk olarak haksız yere kanımın dökülmesi için verilen fetvayı yazdı.”

***

1806’da, İngiliz donanması Boğazlardan geçip Yeşilköy önlerine gelirken III. Selim, bir hatt-ı hümayunla vezirlerine şöyle seslendi:

“Size yazdığım emirleri toplasam kitap olurdu, lâkin sözüm dinlenmedi. Ben: «Aman Boğazlar» diye feryat ettikçe, sizler: «Boğazları öyle toplarla tahkim ettik ki, oradan kuş bile uçamaz!» dediniz. Hâlâ, 200 sene önce Venedik çektirilerine karşı kullanılan ve taş mermi atan toplara güvendiniz. Tabyalardan taş gülle atarak, düşman donanmasının durdurulamayacağını düşünmediniz. Şimdi, gemilere çelik mermi atan, makas ateşi yapan toplar lâzımdır. İçinizde bunlardan anlayan kimse yok mu? Öğrenmeye heves eden de mi yok? Görülüyor ki lâfla iş yürümüyor, bana göğsü nişan dolu vezirler değil, kafası ilim dolu adamlar lâzım!”

KEŞKE ÖYLE KILABİLSEN!

Sorbon üniversitesinde felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisi olan Nurettin TOPÇU 1909’da İstanbul’da doğdu, baba tarafından Erzurumludur. Kendi gayretiyle Avrupa’da tahsil imtihanlarını kazanarak Fransa’ya gitti. İlk yazı denemelerini burada kaleme aldı. İki sene sonra Strazbourg’a geçerek üniversitede felsefe tahsil etti. 1934’te yurda dönen Topçu; Galatasaray, Haydarpaşa, Vefa ve İstanbul liselerinde felsefe öğretmenliği yaptı. İmam Hatip Okulu’nda da derse giriyordu. İzmir’de bulunduğu yıllarda Hareket Dergisi’ni yayımlamaya başlayan milliyetçi yazar, 1974’te emekli oldu. Muhtelif entrikalarla kendisine üniversitede kadro verilmeyen TOPÇU, 10 Temmuz 1975’te İstanbul’da vefat etti. İsyan Ahlâkı, Türkiye’nin Maarif Meseleleri, Millet Mistikleri ve Büyük Fetih tanınmış eserleri arasındadır.

***

“Din adamı cemaatine sevgi ve hizmet götürmeli. En ümitsiz anlarında onlara ümit ve tesellî vermeli, ruhlara destek olmalı” diyen Nurettin TOPÇU, bir gün «Din Psikolojisi» dersinde ibadet içinde duyulan vecd hâlini anlatıyor, kendini vererek ve her şeyi unutarak ibadet etmenin değerinden bahsediyordu. Öğrencilerinden biri dayanamayıp söze karıştı:

“Ama Hocam, biz sizin dediğiniz gibi kendinden geçercesine namaz kılarsak, rekâtların sayısını şaşırırız!” Hoca şöyle cevap verdi:

“Keşke öyle kılabilsen de, rekâtları şaşırsan!”

* Buhârî Teyemmüm 2; Müslim, Hayz 108.