Kalabalık İçinde Kaybolan…

H. Kübra ERGİN

Hemen hepimiz zaman zaman çocuklarımızın okul ihtiyaçları veya kendi ihtiyaçlarımız için kırtasiyelere gidiyoruz. Kendimiz gitmesek bile çocuklarımızın, torunlarımızın eşyalarından biliriz; kırtasiye malzemelerinin ne kadar zengin bir çeşide sahip olduğunu, rengârenk, çeşit çeşit, boy boy ürünlere her geçen gün yenilerinin eklendiğini… Çizgi roman kahramanlarının resimleriyle süslü defter kapları, renkli, kokulu, değişik şekilli silgiler, püsküllü-ışıklı, çok fonksiyonlu kalemler, her geçen gün yenilenen boy ve biçimde çantalar, klâsörler, ödev kapakları…

Ne zaman okul yakınlarında açılmış, zengin çeşide sahip büyük bir kırtasiyeye yolum düşse, çocukların malzemeleri evirip çevirerek, hangisini alsak diye tereddüt ederek uzun uzun alışveriş yapışlarını görür ve hayret ederim;

“Bu çocuklar bunca kalabalık arasında derslerine nasıl çalışacaklar?”

Dürüst olmalı; bir çocuk, ders esnasında arkadaşının defter kapağına yapıştırdığı çizgi film kahramanının resmine bakıp; «bunu ben de alayım, kaçadır acaba, babamdan istesem kızar mı?» gibi düşüncelere dalmaz mı?

Yahut yeni aldığı renkli, resimli, bol çekmeceli, ıvırlı zıvırlı kalem kutusunu kurcalarken gerçekten kendini derse verebilir mi?

Kalabalıklar sadece kırtasiyelerde değil elbette; mağazalar, hipermarketler, broşürler, panolar, fuarlar; sürekli yeni ürün çeşitlerinin tanıtımı için öne çıkma, kendini bize gösterme yarışında. Hepsinden kaçıp kurtulsak evlerimizin başköşesine kurulmuş televizyonlardan hızla geçen reklâm görüntüleri zihinlerimize dakikada kim bilir kaç isim ve resim boca ediyor. Belki kırtasiyeler, çağın, insan zihnine dayattığı sûret, hikâye ve malzeme kalabalığının sadece küçük bir numunesi…

Ancak kırtasiyelerin amacı eğitime yardımcı olmak olduğu hâlde, eğitimin özüne bu kadar zıt bir hâle gelmiş olması gerçekten düşünülmesi gereken bir durumdur. Oysa Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimizin dikkat çektiği gibi, çokluk dikkat dağıtıcı, oyalayıcıdır. (Tekâsür, 1)

Hiçbir zaman kalabalık odalar ve masalarda, hayal gücünü peşinde sürükleyen sûretlerle dolu mekânlarda soyut düşüncelere odaklanabilmek mümkün olmaz. Eski zamanlardan beri derin düşüncelere dalmak isteyenler mağaralara, çilehanelere, tekkelere çekilmişler yahut kendilerini sahralara, ıssız vahalara atmışlardır.

Cami ve dergâhların etrafına çarşıların kalabalık ve gürültüsünün aşamayacağı geniş bir avlu, bahçe ve hattâ bazen yüksek duvarlar yapılır. Buralarda fazla süs ve eşya olmaz, hele sûrete hiç yer verilmez.

Bilhassa ülkemizdeki medreselerin mimarî hususiyetleri; aslında daha çok Bizans mimarîsini tetkik ve tespit amacıyla gelen batılı araştırmacıları hayran bırakmıştır. Çünkü medreseler dıştan bakınca haşmetli, içine girince sadedir. Genellikle dış cepheye açılan pencereler, dar yarıklardan ibarettir ve dış dünyanın gürültüsüyle, karmaşasıyla içeriye girmesine izin vermez. Ancak amacına en uygun mimarî usûlle inşa edilmiş bu yapının aydınlatmasını çatı ortasındaki boşluktan dolan bol ışık sağlar. Böylece ilimle meşgul olmak üzere bir araya gelinecek bir mekânda olması gereken tüm hususiyetler en mükemmel şekilde sağlanmış olur. *

Aynı esastan hareketle okullar ve kışlaların yapı ve dekorasyonunda da eğitim malzemeleri hâricinde görüntü kirliliğine yol açan şekillere, resimlere izin verilmez. Görüntü ve eşyanın kalabalık olmasının, kişinin zihnî enerjisini emdiği ve düşüncelerini dağıttığını doğudan batıya bütün eğitim disiplinleri kabul etmiştir.

Ancak küçük çocukların harçlıklarına göz diken, onların belki kahvaltı için aldıkları birkaç kuruşu, işe yaramaz renkli kartlar veya plastik nesneler karşılığında elinden almak isteyenlere karşı bir şey yapılamamakta çocuklarımızın çantaları, çekmeceleri gereksiz maddelerle kalabalıklaşmaktadır.

Eğer ziyan olan sadece birkaç kuruş olsa ve işgal edilen de yalnız çantalardan ibaret kalsa o kadar önemli değil, ancak bu resimler çocukların zihinlerini ve hayal dünyalarını da işgal etmektedir. Eğitim araç-gereçlerine basılan resimlerin çocuklar üzerinde nasıl bir tesir bıraktığı, bu resimlerin onların yaşına ne kadar uygun olduğu hiç sorgulanmakta mıdır?

Bu resimlerin büyük bir çoğunluğu eski Yunan mitolojisinin sözde mabut ve mabûdelerine benzer, kaslı adamlar ve süslerini sergileyen cazip kadınlardan oluşan yetişkin resimleridir ve bu resimlerle çocukların şuuraltına «batı değerlerince ideal yetişkin modeli» dayatılmaktadır.

Yine en çok tercih edilen resimler, oburluğuyla, saldırganlığıyla, kabalığıyla, kurnazlık ve hilekârlığıyla zihinlerde yerleşmiş; çoğu hayvanlardan oluşan çizgi film kahramanlarıdır. Günümüzde totemci toplumlara geri dönüşü hatırlatırcasına; hemen her ürüne hayvan kahramanların resimlerinin basılması da enteresandır. Bütün bu resimlerin en düşündürücü olanları ise, ya uzak doğu kültürünü empoze eden, ya da büyü, kehânet gibi uygulamaları özendiren kahramanların resimleriyle; adeta mitolojik canavarlara benzer çok tuhaf yaratıkların resimleridir. Acaba bütün bu resimlerle ve onların hikâyeleriyle birlikte çocuklarımıza telkin edilen inanç ve fikirler nelerdir; hiç düşünüyor muyuz?

Yalnız çocuklar mı tehdit altında olan? Her gün sayamayacağımız kadar çok sûret abanıyor zihnimize. Maddeci kültürün yenilik arayışı ile sürekli yeni sûretler ve ürünler çıkarıp, önümüze sermesi, yalnız çocuklar için değil; yetişkinler için de önemli bir tehdit.

Çünkü ilk emri; «Oku!» olan bir dinin mensupları olarak eğitimin yalnız çocukluk ve gençlikte, diploma için alınan bir tahsil olmadığının şuurunda olmalıyız. Aksine -beşikten mezara- sürekli ilimle, güzel ameller ve mânevî hislerle mârifet yolunda ilerlemeliyiz. Öyleyse bizim kalplerimizi lüzumundan fazla sûretlerle doldurmamamız; daima Kur’ân-ı Kerîm’in aksedeceği, mâsivâdan hâlî, berrak bir ayna ve mânevî hislerin dalgalanacağı temiz bir enginliği muhafaza etmemiz gerekiyor.

Belki gözlerimizi bütün bu oyalayıcı, dikkat dağıtıcı çokluğa karşı kapatamıyoruz ama hiç değilse kalbimizi kaptırmamayı başarabiliriz.

* İsmail Habib SEVÜK; «Ak Medrese» başlıklı; (Cumhuriyet; 31 Mayıs 1936) Niğde’nin Ak Medresesi’ni tasvir ettiği yazısında, bu eser için Albert Gabriel’in «mimarîde muvazene ve vuzuh sanatının modeli» dediğini aktarıyor.