Göz Kalbin Elçisidir

Naci ÖZTÜRK

Kalbimiz göğüs kafesimizin içinde, kapalı bir hâldedir. Fakat o, sarayından devletini idare eden bir hükümdar gibi, elçiler, vezirler kullanır. Göz de kalbin elçisidir. Göz, kalbe türlü görüntüler, bilgiler, alâkalar taşır. Kalbin aynasını allak bullak eder.

İbn-i Cevzî bu mânâyı izah sadedinde şunları söylemiştir:

“Göz, güzel ve manzaralı bir şey bulmuşsa memnuniyet duyar; fakat göz, çok defa kalbin başını belâya sokar. Çünkü bakmak sevgiyi doğurur ve kalp bir alâkaya sahip olur. Sonra bu alâka kuvvetlenir; vurgunluk derecesine varır ve kalbi kaplar. Göz, bakmaya devam ettikçe vurgunluk hâli kalpten ayrılmayacak bir sevgi hâlini alır. Artık kalp, köle olmuştur ve lâyık olmayana kulluk yapmaya başlar. Bütün bunlar bakmanın cinayetleridir.

Bir padişah iken şimdi bir esirdir o… Kalp düştüğü hâller için, gözden dert yanar. Göz ise: «Ben, senin memurundum, bana görevi sen verdin.» der.

Bütün bunlar, Allâh’ın sevgi ve bağlılığından boş kalan kalplerin belâsıdır. Kalp, Allâh’ı sevmek için yaratılmıştır. Bu yüzden sevgilisi «O» değilse kulluğu başkasınadır.”

Hazret-i Ali Efendimiz de buyuruyor ki:

“İnsanın zâhirî beş duyusu arasında gözden daha şereflisi, daha kıymetlisi yoktur. Bu sebeple onun her isteğini yerine getirmeyin; her istediği yere bakmasına müsaade etmeyin!.. Aksi hâlde sizi Allâh’ı zikretmekten alıkoyar.”

İşte; gözün kalbin aleyhine bu faaliyetinin önüne geçebilmek için tasavvuf büyükleri, «Nazar ber-kadem» yani bakışın, gözün yerde, ayakucunda olması prensibini koymuşlardır. Çünkü Hazret-i Ali Efendimiz’in de ikaz ettiği gibi, istenilen her şeye bakmak kişiyi Allâh’ı zikretmek alıkoyar, bu da mânevî terakkî önünde büyük bir engeldir.

Bunlar aslen mubah olan şeylerin kalbe verdiği meşguliyetlerdir. Hele harama bakmak asla küçümsenmeyecek bir şekilde kalbi yaralar. Bu sebeple erkek ve kadınların yabancı karşı cinslerine şehvetle bakmaları yasaklanmıştır. (Nûr 30-31)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise şöyle buyurur:

“Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle bunu terk ederse Allah ona kalbinde halâvetini hissedeceği bir îman bahşeder.” (Hâkim, IV, 349)

Harama bakmanın, yani o zehirli şeytan oklarının kalpte nasıl derin yaralar açtığını anlatması bakımından şu kıssa pek ibretlidir:

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin müridlerinden Ebû Amr şöyle anlatıyor:

Bir gün pazarda gezerken güzel bir kadın gördüm, nefsimi yenemeyerek tekrar tekrar dönüp baktım. Sonra hata ettiğimi anlayıp tevbe-istiğfar ettim. Akşam eve geldiğimde hanım, bana:

“Efendi, bugün yüzünü kararmış görüyorum acaba nedendir?” dedi. Ben, tenha bir yerde aynayı alıp baktım ki, hakikaten yüzüm simsiyah olmuştu. Neden olduğunu düşünürken aklıma o kadına baktığım geldi. Bir mağaraya çekilip kırk gün gözyaşı döktüm, günahımın affı için yalvardım.

Kırk gün sonra hatırıma gidip şeyh Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’ni ziyaret etmek geldi. Bağdat’ta şeyhin yanına gittim. Şeyhin hücresine varıp kapıyı çaldığımda bana:

“Gir yâ Ebâ Amr! Sen pazarda günah işle, biz Bağdat’ta istiğfar edelim, öyle mi?” dedi.

Mânâ erleri, kıssada da belirtildiği gibi, kişinin yüzünden, gözünden harama baktığını anlarlar. Nitekim Hazret-i Osman zamanında şöyle bir hâdise yaşanmıştır:

Hazret-i Osman Efendimiz, yanına gelen bir sahâbîye: “Ey filânca, senin gözünde zinâ izi görüyorum!” dedi. Sahâbî de yolda güzel bir kadına gözünün takıldığını itiraf edip sordu:

“–Peygamberlik kesilmedi mi yâ emîre’l-mü’minîn, nasıl bilebildin bunu?”

Hazret-i Osman cevaben:

“–Vahiy değil, basiret, delil ve sadık firaset ile bildim.” buyurdular. Hazret-i Osman, hayâ ve edep konusunda bir inci gibiydi. Belki kalbini o derece saflaştırmıştı ki, değil haram, harama bakmış bir gözü bile ânında fark edip teyakkuza geçecek bir kıvama gelmişti.

Bu hususta hayâ ve iffet çok mühimdir. Bir Hak dostunun beyan ettiği gibi, iffet; hayvanlarda görülmeyen, insanlara mahsus bir keyfiyettir. İnsan, insanlığını muhafaza etmek için, gözlerini de haramdan muhafaza etmek mecburiyetindedir.

Göz mahremiyetinin korunmasında, birbirine sadâkat göstermeye ahdetmiş tarafların karşılıklı hakları da söz konusudur. Çünkü insanoğlu eşini bakışlardan da, başkalarına bakmasından da kıskanır. Eski âşıklar yârinin yüzünden, yabancı bakışı görürlermiş. Bunun için;

A benim bahtı-yârim, başımın tahtı yârim,
Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yârim?

gibi türküler, mâniler söylenmiştir:

Akla «Nâ-mahrem hanımlarla çeşitli yerlerde karşı karşıya gelirken, gözü günahtan korumak nasıl mümkün olacak?» sorusu gelebilir. Peygamber Efendimiz bu hususta, zarurî olarak maruz kalınan ve gözün takıldığı hususları ayırarak buyuruyor ki:

“Bakışına bakış ekleme! Zira, ilk bakış (günah olmaması açısından) lehine, ama ikinci bakış aleyhinedir.”

Muhterem Osman Nuri TOPBAŞ Hocaefendi’nin bir sohbetinde talebelerden birisi: “Hocam, bugün her tarafta bakılmaması gereken şeylerle karşılaşıyoruz, gözlerimizi nasıl koruyacağız?” diye sormuştu. O da:

“Oğlum, trafikte yüzlerce araba görüyoruz, fakat plâkalarını okumuyoruz. Plâka okur gibi dikkatle bakmak ayrıdır, göze çarpması ayrıdır. Siz plâka okumayın!” diyerek hadîs-i şerîfi güzel bir misalle günümüze taşımışlardı.

Rabbimiz gözlerimizi haramdan, mâlâyânîden korusun, gönüllerimizi Allâh’ı anmaktan alıkoyan her türlü şeyden muhafaza buyursun. Bizlere Rasûlü’nün müjdelediği îman halâvetini tattırsın.

Âmîn!..