Şehzade Mehmed Nasıl Sultan Fatih Oldu?

ALİ RIZA BUL

Osmanlı devletinde şehzadeler, yüklenecekleri büyük vazifeye göre çok ciddî ve îtinalı bir terbiye ile yetiştirilmekteydiler.

Şehzadelerin yetiştirilmesinde umumî ilkeleri koyarak bu terbiyeyi sistemleştiren Osmanlı sultanı, İkinci Murad oldu. Bu ileri fikirli padişah, şehzadelerin zihnî ve rûhî eğitimine büyük titizlik göstererek kendinden sonra gelen idarecilere geniş ufuk açmıştır. Bu minvalde, oğlu şehzade Mehmed’i, çok küçük yaşlarda ilim ve irfan ehlinin ellerine teslim etmiştir.

Şehzade Mehmed de, muhtelif ilimlerde devrin üstadları tarafından eğitilmiştir. İlmî sahada Molla Gûrânî, Molla Hüsrev, Hocazade gibi âlimler, mânevî sahada da özellikle Akşemseddin Hazretleri, geleceğin Fatih’ini zihnî ve rûhî plânda insanlığın hizmetine hazırlamışlardır.

İlk zamanlarda şehzade Mehmed’in okumakla başı pek hoş değildi. İlmin ehemmiyetini ve ciddiyet istediğini, lâkaytlığa asla müsamaha gösteremeyeceğini Molla Gûrânî şehzadenin beynine nakşetmiştir. Bu hususta padişahla önceden anlaşmış ve derse gelip de kendisine şehzade Mehmed’i niçin zorladığını soran II. Murad’a değneğini gösterip onu sınıftan çıkarmıştır. Neticede işin ciddiyetini ve hocasına babasının bile gücünün yetmediğini anlayan şehzade Mehmed, yaramazlığı bırakıp derse sarılmıştır.

Böylece aklî ve zihnî melekeleri hocalarının elinde imbik imbik işlenen Fatih’e rûhî ve kalbî melekelerinde de Akşemseddin, mührünü vurmuştur. Akşemseddin aslında ona müdahale etmemiş, sadece kendinde gizli olan kudretten genç şehzadeyi haberdar etmiştir.

Bu terbiyenin etkisini Sâmiha AYVERDİ şöyle îzah eder:

“Fatih, Akşemseddin’den aldığı şuurla ferdî ve ma’şerî vicdanı kaynaştırarak otuz yılı aşan saltanatı müddetince siyasî, askerî, idarî, fikrî icraatındaki birlik ve ahengi meydana getirmiştir.

Eğer Fatih, tasavvuf terbiyesiyle beşerî ihtiras ve îcaplarına hükmetmeyi öğrenmemiş olsaydı, otuz yıl dünyayı titreten isminin yanı başına yüz kızartıcı nice sıfatlar eklenecekti. Dostları kadar düşmanlarının da akıllarını durduran terazili fikirleri, esrarlı feraseti, duygu iffeti, parlak adaleti yerine; cesareti kahır, müsamahası gazap, temkini şiddet, sükûnu hışım olmakla, bir medeniyet ve insanlık sembolü olmaktan çıkarak bir istilâcı, bir yıkıcı olacaktı.”

Gerçekten de tarihte kıtalar zapteden kumandanlar ve devlet adamları gelmişse de bunların yaptıkları kalıcı olmadığı gibi, aynı zamanda kendileri de birer zalim olmaktan ve tarihte zulüm ve taşkınlıklarıyla anılmaktan kurtulamamışlardır. Bunun temelinde bu hükümdarların mânevî eğitim almamış olmaları yatar.

Fatih, yumuşak, kavrayışlı ve çok cepheli yaratılışını mânevî, ilmî, fennî, edebî, askerî ve idarî bilgi ve tecrübelerle tezyin etmiştir. Onun hükümdarlığı, sanatkârlığına; devlet adamlığı, mutasavvıflığına; kumandanlığı, fikir adamı olmasına engel teşkil etmemiştir.

Hâsılı,

Yaptığını bilen ve yapacağını hesaplayıp düşünen,

Kılıçla kalemin işbirliğiyle çalışan bir sistem kuran,

Muazzam takipçi bir ruh ve idealist bir zihniyetle kalplere ve beyinlere taht kuran,

Yılmayan, kendini zafere adamış bir ekip kuran,

Ve bütün bu hasletlerin güç birliğiyle İstanbul’u fethedip, Hazret-i Peygamber’in: “O ne güzel kumandandır!” müjdesine nâil olan Fatih Sultan Mehmed’in muvaffakıyetinin ardındaki gerçek, işte bu çok yönlü ve liyakat merkezli eğitimdir.

Fatih’i sadece tarihte ortaya çıkmış ender bir dâhî olarak görmek, onu hazırlayan o muazzam terbiyeyi göz ardı etmek olacaktır. Geleceğin fatihleri için de dâhîler beklemek yerine, her yönlü bir eğitim faaliyeti içerisinde olmalıyız. Dehâ kumaşı ile o kumaşı işleyecek mahareti buluşturmak zarurîdir. Şair bunu ne güzel ifade etmiştir:

Nesle lâzım olan güç, Fâtihlerin bileği,
O bileğe gereken, Akşemseddin yüreği… (Seyrî)