Nasipliler ve Nasipsizler
ADEM SARAÇ
Gönüller Sultanı, gönül alıyordu.
Ve yine Gönüller Sultanı, gönül veriyordu…
Bu, bir gönül işiydi.
Sadece gönül işi değil, bir de gönüllü işiydi bu…
Gönüllerini şer güçlere işgal ettirmeyenler, bunun farkındaydılar.
Gönüller Sultanı’nın gönlünü kazanabilmek, ne büyük saadet.
Gönüller Sultanı’nın gönlüne girebilmek, saadet üstü bir saadet…
Bütün bunlar da nasip işiydi…
Fakat oturup beklemeyle olmuyordu bu. Çalışıp çabalamayla oluyordu.
İşte bundan dolayı, İslâm ile şereflenenler boş durmuyorlardı. Müslüman boş duramazdı çünkü. Herkes elinden geleni yapmalıydı, yapıyorlardı da.
Sahâbe-i kiram efendilerimiz, Peygamberler Sultanı’ndan görüp öğrendiklerini hayatlarına geçirdikleri gibi, çevrelerine de anlatıyorlar, daha çok insanın kurtuluşuna vesile olmak için, bütün gayretlerini sarf ediyorlardı.
İslâm ile şereflenen herkes, İslâm insanı oluyordu. Ve bunlar, büyük bir sorumluluk bilinciyle hareket ediyorlardı.
İslâm ile dirilen, başkalarının da dirilmesi için hemen harekete geçiyordu…
Erkekler bir başka çalışıyordu, hanımlar bir başka…
Bu nasipli altın halka büyüdükçe büyüyordu.
Büyükler büyüklere, küçükler küçüklere, köleler kölelere davete başlamışlardı.
Büyük bir titizlik ve incelikle yapılan bu çalışma, kısa zamanda meyvesini vermiş, çok sayıda insan kurtulmuştu İslâm ile.
Îman bir nasip işiydi ve ilk nasipliler de bütün dikenlerden ve dikenliklerden sıyrılmışlar, her biri Güller Gülü’ne yönelmişler, İslâm Gülistanı’nda yerlerini almışlardı.
İslâm ile şereflenenler, İslâm ile şekilleniyor, yepyeni bir örnek nesil oluşturuyorlardı.
İnanç, sağlam temeller üzerine oturuyor, namaz da bunu ispatlıyordu.
Allah diyenler, hemen Allâhu Ekber deyip, secdeye de kapanıyorlardı…
Allah Teâlâ Hazretleri’ne en yakın olduğumuz yer secde yeriydi.
Bunun şuurunda olanlar, secde ederek yükseliyorlardı.
Secde en büyük yükselişti çünkü…
Yükselişin temelinde, namazın olduğunu bilenler, namaz ile yükselişe geçmişlerdi.
İslâm bir nasip işi idi. Bundan dolayı nasipliler olduğu gibi, nasipsizler de vardı.
Dünya bunlarla doluydu…
Nasipliler ve nasipsizler!
Peygamberler Sultanı’nın tebliğine can atanlar, İslâm ile yeniden hayat bulmuşlardı.
Bu tebliğe kulak asmayanlar, arkalarını dönüp gidenler, ebedî hüsrana düşmüşlerdi.
Peygamber’in tebliği, hayat veren bir çağrıydı…
Bu çağrıya icabet edenler, en aşağıdan en yukarıya çıkmışlar, bir başka güzelliğin gülistanına yelken açmışlardı.
Peygamberimiz ve ashâbı geceli gündüzlü bir gayretin içine girmişlerdi.
İnsanlığı, düşmüş olduğu uçurumdan kurtarma çabasındaydılar.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, en çok güvendiklerini İslâm’a davet ederken, yanında büyüdüğü, büyük bir sevgi ve şefkat gördüğü amcası Ebû Tâlib ile yengesi Fatıma Hanımı da davet etti İslâm’a.
Her ikisinin de, hiç tereddüt etmeden hemen Müslüman olacaklarını düşünüyordu. Yengesi hemen Müslüman oldu. Hanımının ve oğlunun İslâm’a girmesini olumlu karşılayan amca, kendisi Müslüman olmadı. Buna çok üzülen Peygamberimiz, çok ısrar etti amcasına. Fakat ne kadar ısrar ettiyse de kazanamadı onu.
“–Ey Amcam! Bana, öncelikle senin inanman lâzım. Çünkü sen Ben’i çok iyi tanıyorsun. Yalan söylemediğimi de çok iyi biliyorsun. Yengem îman etti, Câfer îman etti, Ali îman etti. Ya sen amcam, sen îman etmeyecek misin?”
Amcası cevabında kendisini şöyle müdafaa etmişti:
“–Ben Sana: «Yalan söylüyorsun!» demiyorum. Böyle bir şey demediğim gibi, başkalarının demesine de müsaade etmem. Sen ne yaparsan muhakkak ki doğru yaparsın. Bak, oğlum ve hanımım da Müslüman oldular. Onlara da bir şey demedim. Hattâ destekledim. Fakat beni kendi hâlime bırak. Seni sevindirmek için, İslâm’a girmek isterdim. Fakat milletin: «Yeğenini hoşnut etmek için atalarının dinini terk etti!» demelerini istemiyorum.”
Şöyle söylemişti Peygamberimiz de:
“–Senin için Rabbim’e dua edeceğim ey amcam!”
Üzerinde çok büyük emeği olan bu amcasının, bir an önce İslâm ile şereflenmesini çok istiyordu. Fakat sadece istemeyle olmuyordu bu. İslâm aynı zamanda bir nasip işiydi.
Yüce Allah kimler için takdir etti ise, onlar girecekti İslâm’a öyle ya.
İslâm bir nasip işiydi. Müslüman da nasipli insan…
Hiçbir emeğimiz olmadan İslâm’ı hazır bulduk biz. Yani nasiplilerden olduk.
Öyleyse bunun kıymetini bilmeli, biz de başkalarına vesile olarak, onların da nasiplenmeleri için çalışmalıyız.
Gönüller Sultanı böyle istiyor çünkü…
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-