Dile Benden Ne Dilersen!

HANDENUR YÜKSEL

Osmanlı Devleti’nin yedinci hükümdarı olan Fatih Sultan Mehmed, 1432’de Edirne’de doğdu. 19 yaşında tahta çıktı. 54 gün süren bir kuşatmanın sonunda 29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fethetti. Otlukbeli Savaşı’nda (1473) Uzun Hasan’ı mağlup etti. Trabzon Rum Krallığı’nı (Pontus) fethederek Doğu Karadeniz’i Osmanlı topraklarına kattı. Karamanoğlu Devleti’ni ortadan kaldırdı. Mora, Sırbistan, Bosna, Arnavutluk ve Eflâk’ı aldı. Dünya hâkimiyetini kendisine gaye edinmiş kudretli bir asker, geniş görüşlü bir kültür adamıydı. Arapça ve Farsçanın dışında, Rumca ve Slâvca da bilirdi. Şiir ve edebiyata vâkıftı.

5 Mayıs 1481’de Gebze yakınlarında vefat etti.

O devirde töre gereği akşam ezanı okunduktan sonra kale kapıları kapanır, sabah ezanı okunurken yeniden açılırdı. Fatih, yanındakilerle birlikte tebdîl-i kıyafet şehri teftişe çıktı. Unkapanı Kapısı’na geldiklerinde akşam ezanı okunmuş, kale kapıları kapanmıştı. Sultan, kendini tanıtmaksızın kapıcı Sinan Çelebi’ye seslendi:

“–Aç kapıyı Sinan!”

Kapının önüne gelen Çelebi:

“–Sen kimsin de bana kapıyı açmamı emrediyorsun?”

“–Çabuk kapıyı aç!”

“–Niçin geç kaldınız, padişahın emrini bilmez misiniz? Ben size kapı açamam, varın gidin, hünkârdan ferman getirin!”

Padişah, Sinan Çelebi’nin hâline gülüyordu.

“–Yahu Çelebi!” diye haykırdı. “Hünkâr benim!”

Bunun üzerine Sinan Çelebi:

“–A hünkârım, kendi töreni ne diye bozarsın?” diye söylenerek, kapıyı araladı.

Hünkâr içeri girerek atından indi. Sinan Çelebi’ye bakarak:

“–Yavuz er imişsin, padişahın töresine bu kadar sâdık adam az bulunur. Şimdi dile benden ne dilersen!” dedi.

 

TEK SANDAL KALINCAYA KADAR!

Sultan Abdülaziz 1830’da İstanbul’da doğdu. Tahta çıktığında 31 yaşındaydı. Güzel Fransızca konuşurdu, şair ve bestekârdı. Ok atmayı, ata binmeyi, avlanmayı, özellikle güreş tutmayı çok severdi. 3 Nisan 1863’te Feyz-i Cihad vapuru ile Yavuz Sultan Selim’den bu yana hiçbir Osmanlı hükümdarının ayak basmadığı Mısır’a gitti. Döneminde Girit ve Balkanlar’da pek çok isyan çıktı. Sultan Abdülaziz, Avrupa başkentlerini ziyaret eden ilk Osmanlı padişahıdır. 1867 yılı içinde İstanbul’dan hareketle Fransa ve İngiltere’ye giderek, Paris ve Londra’da görüşmeler yaptı. Osmanlı donanmasını güçlendirmek için büyük çaba gösterdi. Mithat Paşa’nın kışkırtmaları sonucu, 30 Mayıs 1876’da tahttan indirilerek Feriye Sarayı’na hapsedildi. Dört gün sonra, adı geçen sarayda bilekleri kesilerek şehid edildi.

1867 yılıydı, Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati sürüyordu. Hünkâr, İmparator Napolyon tarafından Paris istasyonunda karşılandıktan sonra, emrine tahsis edilen (Elysees) Elize Sarayı’na yerleştirildi. Birkaç gün sonra kendisini ziyarete gelen imparator, padişahla kısaca hatırlaştıktan sonra özetle şöyle dedi:

“–Girit meselesi çok uzadı, bundan Düvel-i Muazzama çok tedirgin. Eğer Girit, Yunanistan’a bırakılırsa Avrupa ile aranızdaki bütün meseleler çözülür!”

Konuşmalara Hâriciye Nazırı Fuad Paşa tercümanlık yapıyordu. Sultan Abdülaziz, kükremiş aslan gibi doğrularak şöyle cevap verdi:

“–Burada misafirinizim, size düşen ise misafire ikramdır. Fakat madem, bu nazik mesele hakkında böyle düşünüyorsunuz. Ben de son düşüncemi söyleyeyim. Herkesçe biliniyor ki; Devlet-i Aliyye, Girit’i 27 sene kan dökerek memâlik-i Osmaniye’ye ilhâk etmiş, Girit toprağı Osmanlı kanı ile yoğrulmuştur. Görünüşte iyiliğimizi düşünüyorsunuz; ama memleketimi kötü duruma düşürecek olan bu teklifiniz, beni çok üzmüştür.

Eğer Düvel-i Muazzama, aralarında anlaşıp Girit’in Yunanistan’a terkini bildiren notalar da verseler, tekliflerini derhâl reddeder, askerimin hepsini son neferine varıncaya kadar adaya sevk eder, donanmamda bir sandal kalıncaya kadar mücadelemi sürdürürüm.”

İmparator, Sultan Abdülaziz’in düşüncesini anlayınca sustu, söyleyecek söz bulamadı.

“–Mademki fikirleriniz bu merkezdedir, o hâlde Girit meselesi kapanmıştır; müsterih olunuz.” diyerek özür diledi ve haksız teklifinden vazgeçti.

MAYMUNDAN ÖZÜR DİLERİM!

Büyük şair, yazar ve dâvâ adamı Necip Fazıl KISAKÜREK 1905’te İstanbul’da doğdu. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı ve Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim üyeliği yaptı. 1943’te Büyük Doğu Mecmuası’nı çıkardı. Şiir, hikâye ve tiyatro oyunları kaleme aldı, pek çok gazeteye fıkra yazıları yazdı. Şiirlerini «Çile» isimli eserinde topladı. «Çöle inen Nur», «Peygamberler Halkası» ünlü eserleri arasındadır. Cumhuriyet döneminde yetişen şairlerin en seçkinlerindendir. Bundan 24 sene önce, 25 Mayıs 1983’te vefat etti.

Üstad Necip Fazıl, Büyük Doğu’nun bir sayısında, ünlü bir yazarı maymuna benzetmiş. Yayınlanan fotoğrafın yarısı maymun, yarısı da o ünlü yazar olarak basılmıştı. Bunun üzerine ünlü yazar, Necip Fazıl’ı mahkemeye vermiş. Mahkeme huzurunda hâkim:

“–Necip Fazıl özür dilerse, mahkeme düşer.” deyince, Üstad söz almış:

“–Özür dilerim, ama ondan değil; maymundan! Çünkü inancıma göre, mukaddesatıma hakaret eden adam, hayvandan daha aşağıdır. Aslında o fotoğrafla ona değil, maymuna hakaret edilmiş oluyor, ondan özür diliyorum!”

KUSUR BULAMAZSIN TABİÎ!

Cumhuriyet döneminin ünlü hattatlarından Hâmid AYTAÇ, Diyarbakır’da doğdu. Harf devriminden sonra uzun süre, hüsn-i hat mesleğini bırakarak, matbaacılık yapmak zorunda kaldı. Eyüp Sultan Camii’nin kubbe yazıları, Ankara Kocatepe Camii’nin mihrap üstü ve ana kubbe göbeği yazıları, İstanbul’daki Şişli ve Söğütlüçeşme camilerinin yazıları, onun celî yazıdaki deha ve kudretini gösterir. Özellikle Şişli Camii kapısı üzerindeki celî-sülüs oymalı istifi dünyaca ünlüdür. Önemli eserlerinden biri de satırlarında «Allah» lâfızlarının alt alta geldiği, tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim’dir. Değerli hattat Hâmid AYTAÇ, bundan 25 sene önce 19 Mayıs 1982’de vefat etti.

Araştırmacı Uğur DERMAN, üstad ile aralarında geçen bir hâtırayı şöyle anlatır:

“Hattat Hâmid AYTAÇ, Hazret-i Peygamber’in hâricî ve ahlâkî vasıflarını anlatan ve «Hilye-i Nebevî» olarak adlandırılan levhalardan bir hayli yazmıştır. Ta’lik hatla yazdığı iki hilyesinden birinin aslını, 1956’dan itibaren Dervişzâde Hasan Fehmi’nin koleksiyonunda görür ve bakmaya doyamazdım. Birkaç yıl sonra tanıştığımız zaman, sık sık seyrettiğim bu ta’lik hilyenin, lupla büyüterek bakmakla bile kusurunun görülmediğini, mükemmeliyetine hayran kaldığımı üstâda söyledim. Çok keyiflenerek şöyle dedi:

«Yâhu! Ben onun tashihini büyüteçle iki buçuk yılda bitirdim, tabiî kusur bulamazsın!»

Anlaşılan bu şâheseri, ince tashih kalemtıraşı ve sabırla ortaya çıkarmıştı.”