Ayasofya’nın Zarif Minareleri

CAN ALPGÜVENÇ

Osmanlı ordusu 29 Mayıs 1453 Salı sabahından itibaren, şehir surlarını aşarak İstanbul’a akmaya başladı ve kısa zamanda şehre hâkim oldu. Fatih Sultan Mehmed, mukavemet kırıldıktan sonra, olabilecek bir suikast tehlikesine karşı tedbir olmak üzere, sancak beyleri ile emrindeki askerlerin sokak başlarını tutmalarının ardından, Topkapısı’ndan tören alayı ile şehre girerek, doğruca Ayasofya’ya gitti.

Hıristiyan din adamlarının ve Bizans halkının biriktiği Ayasofya’nın önünde atından inerek, yerden bir avuç toprak aldı ve başına götürdü. Sonra da, devrin tarihçilerinden Nestore İskinder’in naklettiğine göre, başta din adamları olmak üzere yerlere kapanarak ağlayan halka eli ile susmalarını işaret ettikten sonra, patrik olduğu söylenen kişiye döndü. Herkesin duyabileceği bir sesle şunları söyledi:

“Atanasios sana söylüyorum, senin yanındakiler ve halkına da sesleniyorum! Bugünden itibaren gazabımdan çekinmeyin, öldürülmek ve esir olmaktan da korkmayın.”

Ardından paşalarına ve sancak beylerine döndü:

“Paşalarım ve Beylerim! Askerlerimin şehir halkına, kadın ve çocuklara karşı; katletme, esir etme veya başkaca düşmanca davranışta bulunmalarına mânî olun. Eğer bir kişi bile emrimi dinlemeyecek olursa öldürülecektir!”

Sonra da herkesin evlerine gitmelerini emretti.1

BAYKUŞ NÖBET BEKLİYOR!

İstanbul’a XV. asrın ilk yarısında gelen batılı seyyahlar, hem şehrin, hem de Ayasofya’nın bakımsız ve perişan bir hâlde olduğunu belirtirler. Bunlardan İspanyol Ruy Gonzales de Clavijo, Ayasofya’nın harabelerle çevrili olduğunu, kilisenin birçok bölümünün kullanılamaz durumda bulunduğunu, kapılarından bazılarının yerlere düştüğünü yazar.

Sultan II. Mehmed, Ayasofya’ya girince şükür secdesine kapandı, iki rekât namaz kıldı, rivayetlere göre ilk ezan da bu sırada okundu. Maiyeti ile beraber ilk namazı eda ettikten sonra, mabedin perişan durumu karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Fatih, Sâdî’nin şu ünlü beytini söylemekten kendini alamadı:

Perdedârî mîküned der tâk-ı kisrâ ankebût,
Bûm nevbet mîzened der Kal’a-i Efrâsiyâb.

[Kisra (saraylarının) kemerlerinde, örümcek perdedârlık yapıyor. Efrâsiyab’ın kalesinde, baykuş nöbet vuruyor.]

AYASOFYA’NIN TAHTA MİNARESİ

Fatih, Osmanlılarda bir gelenek olarak devam eden ve asırlardır uygulanan kurala göre, şehrin en büyük kilisesi olan Ayasofya’yı camiye çevirdi ve ilk hayratı olarak vakfetti.

Hünkârın iradesiyle, fethin üçüncü gününe rastlayan Cuma gününden önce, yani Ayasofya’da askeriyle beraber ilk Cuma namazını kılacağı saate kadar, kilisedeki bütün tasvir ve heykeller kaldırıldı, mozaiklerin üzerleri ince bir sıva tabakası ile örtüldü. Mimarlarla ustalar, gece-gündüz çalışarak kıble tarafına bir mihrap inşa ettiler, hutbe îrad edilebilmesi için minber eklediler.

Hocası Akşemseddin’in Cuma hutbesini îrad etmesi ve Cuma namazını kıldırmasının ardından; Sultan Fatih, son derece bakımsız bir hâlde bulunan Ayasofya’da, derhâl yoğun tamir çalışmalarına başlanmasını emretti.

Ayrıca mimarlar ilk Cumadan önce, Ayasofya’nın güneybatı köşesinin yakınındaki yarım kubbe üzerine (günümüzde tramvay yoluna bakan köşe) bir de ahşap minare inşa ettiler.

MİNARENİN TEMELİNİ HAZIRLADIM!

Fatih döneminde yapılan, Ayasofya’nın ilk minaresiyle ilgili bir de efsane vardır. Efsaneye göre bu ilk minarenin kāidesi, Ali Neccar isimli bir Türk mimarın eseridir. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre; İstanbul’un fethinden birkaç yıl önce; Fatih, Edirne valisi iken, Bizans İmparatoru, depremde zarar gören, Ayasofya’nın kuzey duvarının tamiri için Fatih’ten yardım talep etmiş, Sultan bunun üzerine Ali Neccar adlı mimarını İstanbul’a göndermiştir. Bu mimar, eklediği istinat duvarlarıyla Ayasofya’yı yıkılmaktan kurtarmış, ayrıca bir istinat duvarının içine 200 basamaklı bir de merdiven yapmıştır. İmparator merdivenin sebebini sorduğunda:

«Kurşunluğa çıkmak için…» cevabını veren mimar, Edirne’ye döndüğünde, sultana şöyle demiştir:

“Sultanım, dört payanda ile Ayasofya’nın kubbesini kurtardım, tamir vazifesi bana kısmet oldu. Fetih vazifesi ise size düşüyor. Hattâ yapacağın minarenin temelini de hazırladım ve üzerinde ilk namazı da ben kıldım.”

Ancak, Fatih döneminde, üç günde inşa edilen tahta minare, Mimar Ali Neccar’ın Ayasofya’nın kuzey duvarını takviye için yaptığı istinat duvarlarından biri üzerine inşa edilmemiştir.

FETİH HÂTIRASIDIR, YIKTIRILAMAZ!

Ayasofya’nın ikinci minaresi, Sultan II. Bâyezid döneminde caminin kuzeydoğu köşesine, yani Topkapı Sarayı’nın Bâb-ı Hümayun tarafına (ahşap minarenin çaprazı) inşa edildi. Ancak bu minare yapılışından birkaç yıl sonra 1509’da meydana gelen büyük depremde yıkıldı. Bunun üzerine Sultan II. Bâyezid, bu defa da Ayasofya’nın güneydoğu köşesine, (deniz tarafına bakan köşe), «Tuğla Minare» olarak bilinen 16 köşeli minareyi inşa ettirdi.

Sultan II. Selim döneminde Mimar Mehmed, Ayasofya ana binasının çevresinin payandalarla takviye edilmesi, eski payandaların tamiri, ayrıca ahşap minaresinin harap olduğu belirtilerek yerine kâgir olarak yenisinin yapılması gerektiğini ifade etti. Sultan II. Selim: “O minare, dedemin İstanbul fethi hâtırasıdır, yıktırılamaz!” diyerek bu fikri bir süre kabul etmediyse de, daha sonra izin verdi. Daha sonra da Mimar Sinan’dan, (21 Haziran 1573)te yarım kubbe üzerindeki ahşap minarenin kaldırılarak, hemen önündeki pâyenin üzerine yeni kâgir bir minare yapılmasını istedi. Bunun üzerine ahşap minare, 1574’te yıkılarak yerine aynı köşeye yeni bir minare inşa edildi.

Sultan II. Selim, bu karardan kısa süre sonra Mimar Sinan’dan, Ayasofya’ya iki minare daha ilave ederek, minare sayısının dörde çıkarılması istedi.

Cenabî tarihinde: «Bu sene (980) Sultan Selim Han emr eyledi ki; Ayasofya’nın etrafında olan evler yıkılup ve câmi-i şerif ta’mîr u termîm olunub ve dört minare binâ olunub ve iki medrese binâ oluna…» der.2

Bu minareler padişahın sağlığında tamamlanarak hizmete girdi. Dolayısıyla bugün batı tarafındaki (tramvay yolu tarafındaki) minarelerle Topkapı Sarayı köşesindeki minarenin yapımı Sultan II. Selim dönemine aittir.

MİNARELER, İSLÂMÎ MANZARAYI GÜÇLENDİRDİ

Bugünkü Ayasofya, ancak dört tarafındaki göğüsleme duvarlarının (payandaların) yardımıyla ayakta durabilmektedir. Sayısı irili-ufaklı yirmi dört olan bu payandaların büyük çoğunluğu Osmanlılar döneminde yaptırılmış, ayrıca Bizans devrinde yapılanlar da yine aynı dönemde tamir edilmiştir. Meselâ; Sultan Fatih veliaht iken, son Bizans imparatorunun ricasıyla İstanbul’a gönderilen Mimar Ali Neccar, Ayasofya’yı tamir ederek, dört adet istinat duvarı inşa etmiştir. Böylece, fetihten önce yapılan payandalardan dördünün inşası da yine Türklere aittir. Kısacası fetihten sonra, Osmanlı devirlerinin bütün meşhur mimarları, Ayasofya’yı ayakta tutabilmek için var güçlerini harcamışlardır.

Minareler, payanda duvarı vurulması mümkün görülmeyen kuzeybatı ve güneybatı köşelerinde ağırlık kulesi vazifesi görme dışında, Ayasofya’ya eşsiz bir zarafet kazandırmakta, ayrıca kendilerinden birkaç misli kalın olan kāideleriyle camiye sıkıca perçinlenerek, âdeta mâbedin esas gövdesine istinat duvarları olmaktadırlar.

Bu minareler, Ayasofya’nın hantal siluetini giderdiği gibi, İslâmî manzarasını da kuvvetlendiriyor.

1 Agostino Pertusi, İstanbul’un Fethi, s. 261-262.

2 Mehmet CANATAR, Müverrih Mustafa Cenabî Efendi ve Cenabî Tarihi, s. 244