KOŞTURURKEN UNUTMAMAMIZ GEREKEN
Bünyamin ÇİL
İnsan ömrü, hayatın telâşları içinde çırpınışlarla geçer. Bu noktada adımların doğruluğu ve eğriliğini ayarlamak, güzel işler ve hizmetler yapmak kadar onları hayırlı neticelere göre gerçekleştirebilmek de son derecede önemlidir. Çünkü pek çok güzel işler olur ki, koşuşturmalar esnasında düşülen gafletler yüzünden hayırla neticelenmeyebilir.
Zira namaz gibi yüksek bir ibadet bile içine riya ve gaflet karışınca nasıl birinci kat semadan geri çevriliyorsa, yapılan güzel hizmetler de eğer onların özündeki özellikleri unutursak aynı şekilde mahrumiyetle neticelenir.
O bakımdan ömrümüzü hayırlı koşuşturmalar içinde yaşayabilmeli, o hayırlı koşuşturmaları sarsılmaz güzel niyet, samimiyet, rızâ ve istikamet özellikleri içerisinde gerçekleştirmeliyiz.
Aksi hâlde yaptığımız en hayırlı işte bile Hak katında hayırlı kazanç bir tarafa büyük bir iflas yaşarız. Vebal ve günahlarımızı artırmış oluruz. Yani hayırlı koşuşturmalar için bir ömür zinde olmak kadar ihlâs ve samimiyette de aynı zindelikte hattâ daha zinde ve hassas olmak zorundayız.
Çünkü bu dünyaya imtihan için gönderilen insanoğlu, ne ebeveynini ne yaşayacağı toprağı ne de doğum ve ölüm tarihini kendi tayin etmiştir. Tabir caizse “çıplak gelmiş ve çıplak gidecektir”. Dünyaya ait her şeyi burada bırakacaktır. Sadece iyi veya kötü yapmış olduğu ameller ona yoldaş olacaktır. Bu yoldaşın nasıl olacağı, amellerimize ve onlardaki ihlâs ve samimiyete bağlı. Bu bağın kuvveti, her güzel işi içtenlikle yapmaktan geçiyor.
Eğer yaptığımız güzel bir hizmette samimiyet ve ihlâs mayası yoksa, elimizde yapılanlardan sadece kuru bir yorgunluk, boş bir koşuşturma kalır. Üstelik başkalarına da kötü örnek olmuş oluruz. Böylece kendi kusurlarımız yetmiyormuş gibi başkalarına kötü örnek olmanın ağır cürmünü de yüklenmiş oluruz.
Bunu aşmak için Hazret-i Ömer gibi zaman zaman nefsimizi: «Acaba ben münafık mıyım?» diye hesaba çekmeliyiz. Çünkü o zaman dünyevî, boş hesapların içinde boğulmaktan kurtuluruz. Derdimiz, kendimizi sadece âhiret hesabına hazırlamak olur.
Yoksa insan hayalî Everest tepelerinde hayalî makamlarda hayalî saltanatlar kurarak onların içinde zebun olur. Hayat binasını, bu hayalî yapıları besleyecek çıkar ve menfaatlerin seferberliği içinde ziyan eder.
Bu nokta sorumsuzlukların başladığı noktadır. Sorumsuzluk başlayınca da artık işler tıkanır. Herkes yapılacak işi bir diğerine bırakır. «Şu iş kapıcının işi, ben âmirim, onu yapmam. Şu iş âmirin işi, ben kapıcıyım, onu yapmam.» gibi başkasına ciro etmeler alır başını gider. Bundan sonrası ise bomboş dedikodulardan ibarettir.
Hâsılı hayırsız neticelerin yegâne çaresi, hayırlı adımları ihlâs ve samimiyet ile güçlendirmektir. Koşuşturmalarımızda en unutmayacağımız nokta işte burası.