HER ÇAĞ, İSLAM’A MUHTAÇTIR

B. CAHİT ÖZDEMİR

Asr-ı saadetten itibaren, insanları zulmetten çıkarmak için yapılan teklif; hep, «Müslüman ol, kurtul!» olmuştur. Haddizâtında, «cihad»ın mânâsı da; ne bazılarının anlattıkları, ne de bazılarının anladıkları veya anlamak istedikleri gibi «daha fazla adam öldürmek»tir. Bilâkis; on dört asır öncesi tarihin derinliklerine gömülmek istenen bu İlâhî kıymetler manzumesinin gayesi, varlıkların en şereflisi, en mükerremi olarak yaratılan insanı diriltmek; her çağda, onun dünya ve âhiret saadetini temin etmektir. Bütün aleyhteki şartlara rağmen, hidâyet nûrunun ulaştığı gönüller, bu hakikati en açık ve ibretâmiz bir şekilde ifade ediyorlar. Hem de tam bir ihlâs ve vukûfiyetle…

Macaristan’dan, hidâyet bularak Müslüman olan Halime Hanım, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Çok dindar olmak, Allâh’a hizmet ve ibadet etmek istiyordum. İnancımı ifade etmek istiyordum ve bu yüzden dinleri araştırmaya başladım. Hemen hemen her hıristiyan grubuna, yahudilere ve hattâ Budapeşte’deki budist üniversitesine ve en son olarak da şâmanlara gittim ve neye inanırlar, nasıl ibadet ederler öğrendim. Fakat hiçbiri hayatımdaki ve kalbimdeki boşluğu doldurmaya yetmedi.(…)

Macaristan’da medya ve bazı kitaplar yüzünden herkes; İslâm’ın Araplara mahsus bir din olduğunu, düşünmektedir.(…)

Hâlbuki bu insanların dinlerini ciddîye aldıklarını, samimiyetlerinden ve davranışlarından gördüm. Onların arkasında onları böyle bir topluluk yapan yüce bir gerçek vardı.(…)

Bir kişi bana Kur’ân- ı Kerîm meâli getirdi, hemen okumaya başladım, okuduğum her şeyi kabul ediyordum. Her şey bir anlam kazanmıştı.(…)

Eğer İslâm gerçeğini araştırıyorsanız, önce Kur’ân’ı okuyun.

Kur’ân’ı okudukça, çok kuvvetli bir şekilde kalbim daha çok bağlandı. Yaklaşık bir hafta sonra Müslüman olmak istediğimi biliyordum, ama çevrem buna çok karşı idi.(…)

Etrafınıza bir bakın ve Allâh’ın yarattığı her canlıdan bir mesaj, bir ders alın. Hepsi bize bir şey söylüyor, bir şey hatırlatıyor.(…)

Müslüman olduğum o ilk günlerde, «Müslüman olup da beş vakit namaz kılmayan biri yoktur yeryüzünde.» diye düşünüyordum.(…)S” (Elif Kapıcı: Altınoluk-Sayı: 236)

Macaristan’dan binlerce kilometre uzaktaki Filipinler’de hidâyete eren Sâliha Hanım da, âdeta birbirlerinden haberdârmışçasına, Halime Hanım’la benzer şeyler söylüyor:

“Kilisenin vermiş olduğu mesajlardaki tutarsızlıkları yavaş yavaş anlamaya başladım. Bu hayal kırıklığı, beni kiliseden ve zaman içinde de Allah’tan uzaklaştırdı. Hesap verecek birinin olmadığı bir hayat, bana daha kolay göründü.(…)

Üniversite son sınıftayken, bir gece geç bir saatte eve dönerken muhteşem gökyüzüne baktım; akıp giden bulutların ay ışığında raks edişlerini seyrettim; o hârikulâde güzellik karşısında âcizliğimi hissettim. O gece bir anda bu orijinal ve mükemmel gecenin renginin, her gece doğan ayın bir tesadüf olamayacağı fikri, beynimde şimşek gibi çaktı. Bunun arkasında mutlaka bir sanatkâr olmalıydı ve tüm bu güzellikler O’nu tanımamız içindi. Kendi kendime: «Evet Tanrım, Sen varsın ve ben Sana inanıyorum.» dedim. Tekrar araştırmaya, eskiden bıraktığım Hıristiyanlık ve onun mezheplerine geri dönerek başladım. Bununla beraber, dogmaların çok kısıtlayıcı olduğunu hissettim. Ayrıca İncil’de birbirine muhalif pek çok yorum vardı. Mistik doğu dinlerini araştırdım. Beni yaratanı bilmeyi şiddetle arzuluyor, O’na en güzel şekilde kulluk etmek istiyordum.(…)

Sonra bana Kur’ân-ı Kerim hediye ettiler. Kur’ân’ı okudukça eridim, bittim, yüce Yaratıcı karşısında iki büklüm oldum ve teslim bayrağını çektim. Kelime-i Şahâdet getirirken kendimi dünyanın en özgür, en huzurlu insanı hissettim ve hâlâ da öyle hissediyorum.

(…önceleri) Haberlerden duyduğum kadarıyla Müslümanları bozguncu, kavgacı olarak tanıyordum. Tabiî kasıtlı olarak yapılıyor bu taraflı haberler. Herhangi bir Filipinli’ye, Müslümanlar hakkında ne düşündüğünü soracak olursanız, şu sözleri duyacağınızdan emin olabilirsiniz: Cihad, affetmemek, işkence, cehâlet; Hıristiyan, Yahudi ve Amerikan düşmanı; ikinci sınıf insan muâmelesi gören, toplumdan dışlanmış kadınlar… Bu liste böyle uzar gider ve ne yazık ki, bu listede bir tane bile olumlu ifade yer almaz. Tabiî ki, bu sözlerin hiç biri İslâm ile bağdaşmıyor. İslâm savaş değil, barış dinidir. İslâm, düşmanlığı değil affediciliği emreder. İslâm cehâletin yok edilmesini, ilmin yayılmasını ve Müslümanların ilim peşinde ömür tüketmelerini söyler. İslâm’ı tanıdıkça anladım ki, tüm bu karalama kampanyaları, medyada sürekli olarak propagandası yapılan batı düşünce hegemonyasının ürünüdür.(…)

Bu yüzden bu günkü gençlik; zihnen karışıklık, tahkir, çarpışma, hayata karşı kayıtsızlık ve mânevî yorgunluk içinde yaşıyor.” (Elif Kapıcı: Altınoluk-Sayı: 238)

Komünizm’in çöküşünden son-
ra, tek kutuplu kalan «Yeni Dünya Düzeni»nin, İslâm’ı hedef yerine koyması boşuna değil. Çünkü uyanmaya, başına gelenleri sorgulamaya başlayan İslâm âlemi, dünyayı parmaklarında oynatmak isteyen Amerika-İsrail ikilisinin önündeki en büyük engel. Bunun için dünya adım adım, S. Huntington’un nazariyesi olan «Medeniyetler Çatışması»na sürükleniyor.

Bosna’dan Tacikistan’a, Çeçenis-
tan’dan Filistin’e kadar İslâm coğrafyasının önemli bir kısmına, terör ve katliamlar damgasını vurmuştur. Bu cürümler, ya doğrudan yahudi, hıristiyan ve hindû idareler veya onların desteklediği kuklalar tarafından irtikâp edildikleri hâlde; asla bir dinî terörden bahsedilmemektedir. Ancak; İslâmî iddialarla gerçekleştirilen şiddet hareketleri ise, Müslümanlar tarafından reddedilmelerine rağmen, ısrarla onlara yüklenmektedir.

Mâhut 11 Eylül terör hâdisesinden sonra tırmandırılan ve Müslümanlara mâl edilen şâibeli terör vakaları, dünyayı Müslümanlar aleyhine kışkırtmakta fevkalâde etkili olmaktadır. Tabiî ki bu vâkıada en büyük rolü de, hâdiseleri «strateji»ye uygun tarzda takdim ederek, hâkim güçlerin tekelindeki basın oynamaktadır. Bu cümleden olarak; Amerika’da İkiz Kuleler’in ve Ürdün’de otellerin vurulmasından hemen önce yahudi olanların orayı terk etmeleri gibi, meselenin püf noktaları ustalıkla gizlenerek, «Müslüman’a nefret» öne çıkarılmaktadır. Bununla ilgili olarak da; her terör hareketinin arkasından -çeşitli ülkelerde- mâsum Müslüman halk, şiddet dalgalarına mâruz kalmaktadır.

Malûm istihbarat teşkilâtlarının faaliyetleri; bahis mevzuu basın organlarının hâdiseleri kendi açılarından yansıtmaları ve misyonerlerin her türlü imkânlarla çalışmalarına rağmen; İslâm’ın çağlar üstü hitabının, buhranlarla kıvranan gönüllere ulaşması önlenemiyor. Bütün mesele, füyûzat saçan bu kaynağın; tefekkür eden, gerçeği arayan gönüllerle buluşmasına vesile olabilmek.

Eski Alman diplomatlarından Murat Hofman, «Alternatif Çözüm İslâm» adlı kitabında, Avrupa’ya şöyle sesleniyor:

“Ey Avrupalılar, siz ya ateist veya Müslüman olmakla karşı karşıyasınız. Hem akla, hem de kalbe hitap eden İslâm, size en uygun olanıdır. Başka alternatifiniz yok; buna muhtaç ve mecbursunuz.” (Y. Şafak-10. 01. 2005)

Filipinli Sâliha Hanım, bütün dünyanın saadetini isteyen diğergâm gönüllere tercüman olarak, şu temennide bulunuyor:

“Ama ümitsizliğe düşmemeliyiz. İnşallah, tüm dünyada gün gelecek; İslâm ve îman nûru her yerde parlayacak.”