HAYAT DERSİ

H.KÜBRA ERGİN

Cep telefonundan yayılan melodiyle uyanan Elif, isteksizce uzanıp alarmı kapattı, sonra kendini toplayıp ayağa kalktı. Uzun saçlarını toplamaya çalışırken gözleri saç fırçasını arıyordu. Bir hayli kalabalık olan çekmecede fırçasını bulduğu sırada gözü şifoniyerin üzerindeki zarfa takıldı. Zarfın içinden çıkan mektubu görünce şaşırmaktan kendini alamadı; bu babasının el yazısıydı.

Aynı evde oldukları hâlde kendisine mektup mu yazmıştı? Şaşırdı. Ne yazmıştı acaba? Mektupta ne yazdığını çok merak etmesine rağmen okula geç kalmamak için sadece ilk paragrafa göz atabildi:

“Kızım,

Son zamanlarda bizleri dinlemek konusunda isteksizlik duyduğun yüzünden okunuyor. Bu hâlin seninle yüz yüze konuşma isteğimi kırıyor; çünkü bir kabalık edersin de hiç istemediğim hâlde sana karşı ben de sert davranırım diye çekiniyorum. Bu yüzden ben de bazı nasihatlerimi sana mektupla iletmeye karar verdim.

Umarım bu nasihatleri yalçın kayalar gibi reddetmezsin de yumuşak topraklar gibi kabul edersin. Eğer kıymetini bilsen bu nasihatler senin gönül toprağında ne güller yeşertir…”

Elif; babasının böyle edebî cümleler kurabildiğini hiç bilmezdi. Zaten babası az konuşan, daha çok anlatılanları dinleyen biriydi. Hattâ anlatılanlara bile pek fazla tepki vermeden dinlerdi. Kimseyle münakaşa etmez, her türlü bilgiçlik gösterileri karşısında sükûnetini muhafaza ederdi. Hani ya neredeyse söyleyecek hiçbir sözü yokmuş gibi, sakin ve iddiasız bir insandı.

Bu yüzden kendisine mektup yazması Elif’te bir merak uyandırdı. Hem de böyle dikkat çekici bir başlangıç yapması, mektubun devamını merak etmesine sebep olmuştu; her ne kadar «nasihat» kelimesi, pek hoşuna gitmeyen duygular uyandırmış olsa da… Ancak zamanı olmadığı için devamını okulda okumak üzere mektubu çantasına koydu.

Bir an önce hazırlanması gerekiyordu; okul servisi neredeyse gelmek üzereydi. Aceleyle bir yandan kitaplarını çantasına dolduruyor, bir yandan giyiniyordu.

«Hay aksi» Okul gömleğinin düğmeleri kapanmıyordu bir türlü! «Çekmiş mi ne?» diye söylendi. Sonra «yok yok, kilo almış olmalıyım.» diye düşündü. «Âcilen vermem lâzım bu kiloları. Yoksa…»

İşin doğrusu okul gömleğini -annesinden gizli- terziye daralttırmıştı. Okuldaki pek çok kız da böyle yapmıştı, çünkü yapmayanlara hor bakılıyordu. Ancak terziye ölçü aldırırken aç mıydı; yoksa karnını içine mi çekmişti ne… İşte şimdi olmuyordu.

Ne olacaktı şimdi? Geçen ay bol gelen gömleğin şimdi dar gelmesini annesine nasıl açıklayacaktı?

Ağlamaklıydı ama öte yandan bunları düşünecek zamanı yoktu şimdi. Kendisini evden dışarı atarken; servisi de gelmişti.

Arkadaşları elinde mektupla görünce üzerine atlar, elinden kaparlar, sonra da «babası mektup yazmış!» diye alay ederler korkusuyla mektubu ancak ilk teneffüste kimsenin olmadığı bir köşede açabilmişti.

«Nasihatler ha baba!.. Bakalım tahmin ettiğim şeyler mi? Giyim kuşamım, davranışlarım, arkadaşlarım hakkında eleştirilerdir büyük ihtimalle…» diye düşünerek biraz önyargılı, biraz da kendini savunmaya hazır bir duygu atmosferi içinde tekrar açtı mektubu. Hemen ikinci paragrafa atladı gözleri:

“Kızım;

Sanma ki şimdi sana biz büyüklerin her zaman verdiği türden öğütler vereceğim. Aksine senin yaşındaki çocukların öğütlere karşı kendilerini nasıl kapattıklarını çok daha iyi öğrendim.

Belki sen bilmiyorsun ama ben seni daha iyi anlamak için çaba içindeyim. Ergenlik çağının ruh hâlini daha iyi anlamak için yol gösteren kitaplar okuyorum. Bu çağda nasıl bir kimlik bunalımı yaşadığınızı okuyorum. Kimliğinizi bağımsızca inşa etmek adına; kendinizi eşit bir fert olarak hissettiğiniz arkadaş çevresinin kabulüne ne kadar ihtiyaç duyduğunuzu daha iyi anlamaya başladım. Zaten bu çağların bir benzerini biz de geçirdiğimiz için anlamamız zor olmuyor; sizin aceleci heyecanlarınızı, kendi çapınızda verdiğiniz var olma mücadelesini anlıyoruz elbette…”

Elif yanına doğru gelen bir arkadaşı yüzünden okumasını kesmek zorunda kalmıştı. Gelen sınıfın en baskın karaktere sahip kızıydı:

“–Hey kızım! Ne yapıyorsun böyle yalnız?” diye meraklandı.

Elif, aceleyle mektubu cebine sokuşturup çıkarken:

“–Hiç, biraz kafamı dinlemek istedim.”  dedi.

Beriki, onun gömleğini fark ederek alaycı bakışlarla süzdü ve:

“–Ne kız o gömleğin hâli? Geçen seneden mi kaldı; yoksa kardeşinden mi?”

Elif karnını içeri çekip, düğmesini tekrar iliklerken kekeledi:

“–Yok ya!.. Terzinin işi işte…”

Ancak bu açıklama kızların başına toplanıp kendisini incelemeleri, bilgiçlikle eleştirmelerine engel olamamıştı. En yakın arkadaşlarının bile:

“–Kızım ya, saf mısın nesin? Niye öyle yaptın, neden böyle yapmadın!” türünden akıl veren, hor gören, acıyan tavırları onu utandırmıştı. Yüzü kızarırken boğazında hıçkırıklar düğümlendi, aralarından sıyrılıp oradan uzaklaştı.

Hep böyle oluyordu. Neden?

Babasının demek istediği bu muydu acaba? Neden arkadaşlarının görüşleri onu bu kadar etkiliyordu? İnsanlar onu eleştirdiğinde, üstüne geldiğinde niçin böyle kötü duygular yaşıyordu?

Yine kuytu bir köşeye sığınırken cebinden tekrar mektubu çıkardı. Kaldığı yeri bulana dek gözleri yaşla dolmuştu. Babasının el yazısı bir nebze içini ısıtmıştı sanki.

“Canım kızım…

Önce şunu hiç unutma ki, insanlara kendini beğendirme isteğin fıtratında bulunan tabiî, hattâ iyi bir özellikten geliyor. İnsanoğlu, gelişmeye, olgunlaşmaya, tamlığa kavuşmaya açık, hattâ muhtaç bir varlık. Kendini olgunluk ve şahsiyet bakımından beğenilecek bir hâle eriştirmeye çabalaması gerek. Takdir edilmek, bu gerekliliği başarmak için lâzım bir enerji. Ancak takdiri, takdire lâyık olan eğiticilerden, doğru kimselerden ve nihayette Yaratıcımızdan almaya çalışmak bize şahsiyet kazandırır. Bu gerçeği anlamayanlar ne yazık ki, kendisini yanlış kişilere beğendirmeye çalışır, kusurlulardan takdir bekler ve neticede hatadan hataya sürüklenir. Hiçbir zaman aradığı huzur ve değeri de bulamaz.”

Elif şaşırmıştı; hiç böyle düşünmemişti. Az önce yaşadıklarının da tesiriyle: «Demek ben kendimi beğendirmek istediğim kişileri yanlış seçiyorum..» diye mırıldandı.

Ders zili çalmış, herkes sınıflara yönelmişti ama Elif yaşadığı bu utançtan sonra bir daha kimsenin yüzüne bakmak istemiyordu. Bahçe kapısı kapanıp dışarıda kaldığında soğuk rüzgârı iliklerinde hissetti. Yaşadığı sıkıntıyla birlikte başından aşağıya ter boşaldığı için şimdi sırtı buz gibiydi. İçi titriyordu; ama yalnız soğuktan değil; şu dünyada kendini yapayalnız hissetmesinden dolayı.

“Kızım, biz Hakk’ın kuluyuz. Kulluk da; zayıf ve noksan olanların, güçlü, tam ve kâmil varlığa yaslanması demektir. Biz mü’minler hakikatte zayıflığımızı bilir, bizi bu zayıflıktan kurtaracak olan Allâh’a kulluk ederiz. Allâh’ın beğendiği işleri yapar, O’nun yardımını umarız. O da bizi ebediyete uzanan kemâl yolculuğumuzda hâlden hâle çevirerek olgunlaştırır. Sonunda tüm noksan sıfatlardan kurtulup sükûn ve huzura kavuşuruz.

Bunun için kendini beğenilmeyecek kullara beğendirme çırpınışı, her zaman hüsran getirmiştir. Her şeyden önce öyle kullar acımasızdır, adâletsizdir, kararsızdır, dengesizdir. Onlar için kendini yontan sonunda tükenir gider de yine kendini beğendiremez. Bugün bir şey isterler, yarın başka bir şey. İstekleri gereksiz, hikmetsiz, yararsız; hattâ bazen ifrat ve çirkin şeylerdir. Hem, bugün istedikleri şeyi yarın yine kendileri kınarlar.”

Elif, şaşkınlık içindeydi. Sanki babası bugünlerde yaşadıklarını biliyor gibi yazmıştı. Gerçekten de arkadaşlarından bazıları bu ara onu tam da babasının dediği şekilde çok üzmüştü. Geçen hafta sınıfın gözde kızlarından biri kendisini doğum gününe davet etmiş; ama gel gör ki davette yüzüne bile bakmamıştı.

Böyle davetlere gitmese, «Annen bırakmadı mı yoksa? Kızım sen eziksin…» diyorlar; gidince de «Başka gidecek yeri yok, buraya gelmiş!» diye hor görüyorlardı.

Hemen hemen pek çok konuda durum aynıydı; giyim-kuşam yönünden gösterişsiz olunca dalga geçiyorlar, güzel kıyâfetler giyince de ya kulp takıyorlar; ya kıskanıp zarar veriyorlardı.

Bu yüzden son zamanlarda ne yapacağını şaşırmıştı. Dersi filân bırakıp onların çenelerinden kurtulmaya kilitlenmişti âdeta; ama bu sanki işi daha da güçleştiriyordu. Okumaya devam etti:

“Kızım…”

Artık bundan sonra okuduklarında babasına karşı hiçbir itirazı kalmamıştı. Onu ilk defa bu kadar dost ve yakında görüyordu. Onun üzerine titremesindeki sevgiyi, koruyuculuğu, sıcaklığı, samimiyeti yeni yeni fark ediyordu…

Elif, susamış birinin bir dikişte içişi gibi okuyordu mektubu; çünkü okudukları onun iç yangınını gerçekten de serinletiyordu.

Mektubun son arka sayfasını okumak için çevirirken bir yandan da okul binasına doğru yürüdü. Koridorda ilerlerken okumaya devam etti.

“Kızım, sakın beni yanlış anlama.

Bu demek değildir ki insanları sevme, kimseye aldırma. Aksine,  insanları sev, acı ve anlayış göster. Yalnız hepsi de Yaratandan ötürü olsun. Yani her şeyden önce kalbine Allah sevgisini yerleştir. O zaman daha şahsiyet sahibi olursun ve insanları daha doğru bir şekilde seversin; Allah sevgisinin güveninde olacağın için artık korku ve kırgınlıkların biter… Ne incitirsin ne incinirsin…”

Elif mektubu kalbine bastırarak sınıfa girdi. Gayet sakindi. Az evvel ona takılanlar, yaptıkları tavrın etkisini görememenin şaşkınlığı içindeydiler. Kimse bir şey soramadı. Elif rahat bir nefes almıştı. Son zil çaldığında çabucak sınıftan çıktı, eve gitmeden önce yapmaya karar verdiği bir iş vardı.

Koşarcasına terzinin evine yöneldi…