HAZRET-İ ÖMER DÖNEMİ 3 (634-644):

AHMET MERAL

İSLÂM ELÇİLERİ KİSRA’NIN SARAYINDA

Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!

Mehmed Âkif ERSOY

 

Kisra’nın:

“–Sizi buralara kadar getiren şey nedir? Bu ülkeye ve benim yanıma ne maksatla geldiniz?” sorusuna İslâm davet heyetinin başkanı olan Hazret-i Numan bin Mukrin tarafından şu ifadelerle cevap verilmiştir:

“–Ey padişah! Biz çok değil, kısa bir süre önce gayet yabanî, medeniyetten uzak, câhil bir millet idik. Fakat Allah bize doğru yolu gösteren, iyiliğe sevk edip fenalıktan sakındıran bir elçi gönderdi. Bize dünya ve âhiret saadeti vaat eden bu elçinin dinine girdik. O hak Peygamber bize bu dinin mesajını komşularımıza da duyurmamızı, onları da hidayet yoluna çağırmamızı istiyordu. Bu Peygamber emri gereğince zamanın halîfesi bizi size gönderdi. Sizi bu hak dine davet ediyoruz. İslâmiyet iyiyi kabul edip beğenen, kötülüklerden uzaklaştıran bir dindir. İsteyerek İslâmiyet’i benimseyenlerin şeref ve itibarları artar. Eğer siz bundan kaçınırsanız sizin için ehven olan cizye vermektir. Onu da kabul etmezseniz bizimle sizin aranızdaki hukuku savaş belirler.”

Bu mealdeki sözler üzerine İran Hükümdarı Yezdücerd:

“–Yeryüzünde sizden daha zavallı, sayısı az ve daha fena hâlde bir millet bilmem. Biz eskiden beri sizin idarenizi Hirelilere terk etmiştik. Sizin hakkınızdan daha iyi geldiği için İran’a karşı ayaklanmayı aklınıza bile getirmezdiniz. Sonucu tehlikeli ve boş çıkacak hayallere kapılıp aldanmayınız. Yok, eğer gelişiniz ihtiyaçtan ise fakirlerinize yiyecek, reislerinize giyecek veririz. Size anlayışla davranan bir emir tayin ederiz.”

Kisra’nın bu sözlerine Kays bin Zürâre şu karşılığı vermiştir:

“–Ey hükümdar! Bunlar Arap’ın eşrafıdır. Eşraf eşraftan utanır. Eşraf, eşrafa hürmet ve saygı gösterir. Ya cizye, ya kılıç… İkisinden birini seç! Yahut İslâmiyet’i kabul ederek dinde kardeşimiz ol!”*

Bu sözlerden son derece rahatsız olan Kisra:

“–Benden evvel bir elçi öldürmüş ceddim olsaydı, ben ikincisi olur sizi öldürürdüm. Şunu iyi biliniz ki, hepinizi Kadisiye hendeğine gömmek ve şehirlerinizi Şapur’dan daha şiddetli bir biçimde çiğnemek için Rüstem’i göndermek üzereyim!” diyerek hiddetini ortaya koymuştur.

KÖPRÜ, KADİSİYE, CELULA VE NİHAVENT SAVAŞLARI

Sasanîlerle ilk savaş Zapsuyu köprüsünün İran yakasında meydana gelmiş, savaşın kaderini ise filler belirlemişti. Nitekim Ebû Ubeyde bin Cerrah’ın komutasında saldırıya geçen İslâm ordusundaki atlar fillerin homurtusuyla ürkerek paniklemiş ve ordunun dağılarak bozguna uğramasına yol açmıştı. Bu durumu önlemeye çalışmak amacıyla Ebû Ubeyde fillerden birinin hortumunu kesmiş ancak azgın fil tarafından çiğnenerek şehid düşmüştür. Müsennâ’nın komutayı ele alması da bozgunu önleyememiş, çok sayıda şehid verilmiştir. Buna rağmen İran başkenti Medâin’de çıkan isyan, uğranılan hezimetin boyutlarını biraz olsun hafifletmişti.

Bu gelişme Hazret-i Ömer’i çok üzmüştü. Önce civardaki bazı Arap kabilelerini Müsennâ’ya yardım için görevlendirdi, diğer yandan da Sa‘d bin Ebû Vakkas komutasında yeni bir orduyu Irak’a gönderdi. 636 yılında Kûfe’ye otuz kilometre uzaklıkta bulunan Kadisiye’de dört gün süren savaş, Hilâl bin Alkame’nin ünlü İran komutanı Rüstem’i öldürmesi üzerine Müslümanların üstünlüğüyle noktalandı. Böylece Fırat nehrinin batısını ele geçiren İslâm ordusu, Kisra’nın şehri terk etmesi üzerine Sasanî başkenti Medâin’i kolayca teslim aldı.

İslâm ordularının önlenemez ilerleyişiyle Celüla denilen yerdeki Sasanî ordusunun son direnişi de kırıldı ve Kisra bu kez de Horasan’a çekilmek zorunda kaldı.

İslâm tarihine «Fetihler Fethi (Fethü’l-Fütûh)» diye geçen Nihavent Savaşı (642) ise sadece Sasanî İmparatorluğu’nun sonunu getirmekle kalmamış, İran, Azerbaycan ve Taberistan topraklarının birer birer Müslümanların eline geçmesinin de yolunu açmıştır.

HAZRET-İ ÖMER’İN ŞAHSİYETİ

Kureyş kabilesinin Benî Adiyy koluna mensup olan Hazret-i Ömer, İslâm’ın ilk doğduğu günlerde ona şiddetle direnç göstermiş hattâ yeni dine girenlerin gittikçe arttığını görünce Hazret-i Peygamber’i bizzat öldürmeye niyetlenmişti. Bu amaçla yola çıkmış ancak kız kardeşinin evinde Kur’ân’dan etkilenerek yolunu Safâ Tepesi’nin eteklerinde bir İslâm eğitim yuvası olan Erkam’ın evine çevirmiştir. Orada iyi karşılanmış ve Rasûlullâh’ın çağrısıyla Müslüman olmuştur. Ömer’in İslâm’a girişi İslâm tebliğ tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Onunla beraber Müslümanların sayısı kırkı (çocuklarla beraber yüzü) geçmiş, bu Müslümanların Kâbe’de ilk defa topluca namaz kılması ancak onun katılımıyla mümkün olabilmiştir. Herkesin Medine’ye gizlice hicret ettiği bir dönemde o kendi kişiliğine uygun olarak açıktan hicret etmiş, kılıcını kuşanıp Harem’e giderek Kureyş’in ileri gelenlerine şöyle hitap etmiştir: «Annesini ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen benim hicretime engel olsun! İşte gidiyorum!» Onun bu tavrı cesaret ve yiğitliğinin boyutlarını göstermektedir.

Hazret-i Peygamber’in bütün askerî faaliyetlerinde rol aldığı gibi, O’nun hikmet dolu uygulamalarının da şâhidi olmuştur. Hazret-i Ebûbekir’in seçiminde çok önemli rol oynadığı gibi, yeni kurulan İslâm devletinin siyasî, ahlâkî ve askerî stratejilerinin oluşmasında da halîfenin bir numaralı yardımcısı olmuştur. Sert kişiliği, hasbî tavırları, şefkat dolu yüreği,  alçakgönüllülüğü ve adâlet prensibine bağlılığı onun yüzyılları aşarak günümüze ulaşan sembol kişiliğinin tezahürleridir.

Halîfe seçildiğinde ilk icraatı Fedek Bahçesi’ni Hazret-i Peygamber’in vârislerine iade etmek olmuştu. Fedek Bahçesi Hazret-i Peygamber’in malı olup onu hayatında iken kızı Fâtıma’ya bağışlamıştı.

_____________________

* Hayati ÜLKÜ, İslâm Tarihi