Sevgililer(!), Kadınlar(!), Anneler Günü(!) Derken!

Hayrettin DURMUŞ

 

Sevgi, ilmek ilmek dokuduğumuz kilim. Bir ilmeğini yanlış düğümlediğimiz zaman deseni bozulacağı için her an üzerinde titizlenmemiz gereken ömürlük bir uğraşı… Sevgi, akordunu bozmaya yeltenemeyeceğimiz «ezelden bize baht olan» gönül ezgimiz… Sevgi, dağları taşları eriten, nefret tohumlarını çürüten, pare pare bulutları yürüten, suları köpürtüp coşturan, umutsuz kapıları açtıran esrarlı güç, muazzam hazine ve ilâhî lütuf…

Güneş, sevgiyle doğmuyor mu? Yağmur, sevgiyle yağmıyor mu? Rüzgâr, kıtaları doludizgin neyle dolanıyor zannedersiniz? Felekleri döndüren ne? Ahh! Adını kâğıtlara değil yüreğimize yazmamız gereken o yüce duygu… Sensiz ne ekmeğin tadı olur, ne aşın… Ateşlere de atılsan, esirlerin kervanına da katılsan, kuyuların içine de itilsen ve hatta müebbed bir mahkûm gibi tıksalar da seni zindana… Tasalanma sevgi ise yoldaşın.

Sevgi olmasaydı Yunus, karlı ovaları dolanır mıydı? Ferhat, külüngünü var gücüyle dağların bağrına bağrına vurur muydu? Mecnun, çöllerde yitiğini arar mıydı deli, dîvâne? Arı, kovanını işler miydi petek petek? Bal, tatlanır mıydı sevgi olmasa? İpekböceği, kozasını örer miydi ölüme gideceğini bile bile? Keklikler, öter miydi yanık yanık? Kelebekler, çırpar mıydı kanatları pervanelere? Ceylanlar, iner miydi pınara? Karlı dağlar, baharı çeker miydi iple?

Söner miydi ateş İbrahim’e sevdalanmasa? Gül bahçesine döner miydi harlı ateşler? Bıçak öper miydi İsmail’i alnından? Yakup’un gözleri açılır mıydı Yusuf’un gömleğine sinen kokusu olmasa? Eyüp dayanabilir miydi katlanılmaz çilelere sevgisiz? O mübârek eller uzanır mıydı semâya: “Onlar bilmiyor, onları affeyle!” diye sevginin doruğunda olmasa? Semâ direksiz durabilir miydi O’nun adı baştan sona ezel ve ebed ufuklarını sarmasa? Yüceler Yücesi «Habibim!» der miydi Mustafa’ya? Adı bile «yerde halkın, gökte Hakk’ın sevgilisi» demek değil miydi o rahmet pınarının?..

Sevgili! Gönül hânemin tek sahibi. Yüreğimin en kuytu köşesine gizlediğim hazinem. Günü mü olur sevginin, sevgilinin? Kim bir güne hapsedebilir sevgiliyi? Kim ayırabilir bir saniye insanı sevdiğinden?

Günübirlik anılır mı anneler? Başımızın tâcı değil mi onlar? Hangi sultan çıkarır tacını başından? Kim cennete giden yolu her gün arşınlamak varken yılda bir kez hatırlamak ister ki?

Ya kadınlarımız? Onlar bize Yüceler Yücesi’nin emaneti değil mi? “Sizin en keriminiz kadınlara karşı merhametli davrananınızdır.” demiyor mu Sevgililer Sevgilisi? Bize veda ederken bile en kutlu emanetler arasında saymıyor mu kadınları? Öyleyse kadınlar gününe ne demeli?

Ne kadar çok günümüz, gecemiz, festivallerimiz var farkında mısınız? Günler, geceler derken sermayemiz olan ömür tükeniyor olmasın? İnsanlar kendini ve andını ne zaman hatırlayacak acaba?

Sana yardımcı olmak için bu uydurma günlerin hikâyesini de anlatayım istersen…

SEVGİLİLER GÜNÜNÜN(!) HİKÂYESİ

14 Şubat gününün ülkemizde sevgililer günü(!) olarak kutlandığını bilmeyen yoktur. Neden 14 Şubat? Nisan değil, Temmuz değil de 14 Şubat dersiniz? Bu günün seçilmesinin özel bir anlamı mı var?

Roma halkının kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak kabul ettikleri Juno’ya saygılarını ifade etmek için 14 Şubat’ta tatil yaptıklarını biliyoruz. Zaten 15 Şubat da eski Roma’nın büyük bayramı(!) «Lupercalia» idi.

Bu bayram halkın genç nüfusu için çok önemliydi. 14 Şubat günü genç kızlar, isimlerinin yazılı olduğu küçük kâğıt parçalarını bir kavanoza koyarlardı. Genç erkekler de bu kavanozdan çektikleri kâğıtta kimin adı yazıyorsa o kızla bayram süresince birlikte olurdu.

Kadına nasıl değer verdikleri anlaşılıyor. Günümüzdeki karnaval ve faşinglerin eski Roma’dan farkı var mı bilmiyorum?

14 Şubat’ın sevgililer günü olmasının ikinci bir sebebi daha var:

Aziz Valentine, Claudius’un hükümdarlığı zamanında Roma’da yaşayan bir papazdı. İmparator Claudius «savaşacak asker bulamam.» endişesiyle Romalı erkeklerin evlenmelerini yasak etmişti. Valentine kendisi gibi papaz olan Aziz Marius’la birlikte Claudius’un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendiriyordu. Ancak imparator bu durumu kısa bir süre sonra öğrendi. Milâttan sonra 270 yılının 14 Şubat günü Valentine sopa ile dövülerek öldürüldü. Roma halkı her yıl 14 Şubat’ta Aziz Valentine’yi anmak için törenler düzenliyordu. 496 yılında Papa Gelasisus 14 Şubat’ı sevgililer günü olarak îlan etti. 1800’lü yılların sonuna doğru 14 Şubat resmen sevgililer günü olarak ilân edildi. (Posta Gazetesi, 11 Şubat 2005)

Avrupalıların Valentine Günü olarak da adlandırdıkları 14 Şubat’ta papazları memnun etmek ve onların özel günlerine sahip çıkmak istiyorsanız siz de sevgilinize, -dikkat buyurun eşinize, sevdiklerinize değil- (ne demekse sevgili?) hediye alabilir, kart gönderebilirsiniz…

KADINLAR GÜNÜ(!)

Bir de kadınlar günü var… 8 Mart 1857 yılında, Amerika’nın New York şehrinde tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadın, düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma şartlarını protesto etmek için gösteriler yaptılar. Bu olaydan 52 yıl sonra Danimarka’da düzenlenen «Sosyalist Kadın Enternasyonel Toplantısı»nda 8 Mart’ın «Dünya Kadınlar Günü» olarak kutlanması kararlaştırıldı.

1910 yılında Clara Zetkin adlı Alman sosyalisti «Sosyalist Enternasyoneli»nde 8 Mart’ın dünya kadınlar günü olarak kutlanmasını teklif etti. 1911’de Kopenhag’da bu teklif kabul edildi. 1917’nin 8 Mart’ında Rusya’daki çalışan kadınlar hayat şartlarını protesto mitingleri yaptılar. 1977 yılında da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 8 Mart «Dünya Kadınlar Günü» olarak kabul edildi.

Eğer kadınlarımız yılda bir kez, kadınlar günü kutlayarak, kendilerine yapılan haksızlıkları ortadan kaldırabileceklerine inanıyorlarsa hiç durmasınlar, her sene bu günü kutlamaya(!) devam etsinler. 1857 yılından bu yana bu gösteriler yapıldı da kadınların hayatında ne değişti acaba? Her Allah’ın günü dayak yiyen kadınlarla ilgili haberler okumuyor muyuz? Kadının dramı devam ediyor kısacası. Çare yanlış yerde aranmıyor mu? Kadın olsun, erkek olsun, «Allah’tan korkan, kuldan utanan ve her saniye vicdanının sesini dinleyen insanlar» yetiştirmediğimiz sürece hangi meselenin hâllolacağını sanırlar bilmem ki? Bir de bu özel günleri bahane ederek meydanlara inip yasadışı örgütlerin propagandasını yapanlar var. Çiçek tutması gereken kadınlarımızın zarif ellerine sevimsiz pankartlar yakışıyor mu sizce?

Nene hatunların, Elif bacıların, kılavuz Hatice anaların, Gördesli Makbûle’lerin, Vanlı Süreyya Sülün’lerin torunlarına 8 Mart’taki manzaralar yakışıyor mu? Ne dersiniz?

ANNELER GÜNÜ(!) DEDİKLERİ

Ana başa tâç imiş

Her derde ilâç imiş

İnsan sultan olsa da

Anneye muhtaç imiş…

dediğimiz, ayaklarının altı cennet olan anneler.

Ağlarsa anam ağlar,

Gerisi yalan ağlar…

dediğimiz can parçamız…

«İki büyük nimet»ten birisi olan, ömrümüzü ayaklarının altına hasır etsek de hakkını ödeyemeyeceğimiz, Allah’tan ve Peygamber’den sonra itâate, sevgiye en fazla lâyık olan annelerimiz…

Anneler günü kutlamaları nasıl başladı biliyor musunuz?

Anneler Günü’nü Anna Jarvis, yalnızca kendi annesine anmak için başlatmış. Çünkü Anna Jarvis’in babası bir rahipmiş. İlk kez 1910 yılında Batı Virginia eyâletinde başlayan anneler günü kutlaması bütün Amerika’da kutlanmaya başlanmış ve 1915 yılında Mayıs ayının ikinci pazarı Wilson tarafından «millî bayram» îlan edilmiş.

Anneler Günü’nü başlatan Jarvis’in: “Benim anneler günümü ticarîleştirdiniz, onun saygınlığını bozdunuz. Dünyada sizin için herkesten çok şey yapmış olan annenize, kendi sevginizi ifade etmek yerine başkalarının yazdığı güzel sözleri ve kartları göndermeye utanmıyor musunuz?” dediğini ve 84 yaşındayken bir yaşlılar evinde: “Anneler Günü’nü başlattığıma çok pişmanım!” diyerek öldüğünü de öğreniyoruz. (Milliyet Gazetesi, 12 Mayıs 2002 Pazar)

Görülüyor ki ister sevgililer günü, ister kadınlar günü, isterse anneler günü olsun hiç fark etmiyor. Altından bir papaz hikâyesi çıkıyor karşımıza. Bizim böylesi uydurma ve saçma günlere ihtiyacımız var mı?

Biz öyle bir medeniyetin vârisleriyiz ki sevgiyi bir ömre yaymışız. Sevdiğimizi gönlümüze yazıp, gece-gündüz, sabah-akşam onu düşünmüşüz. Hattâ yanımızdayken bile özlemişiz sevgiliyi. Sevgiliyi kısa bir zaman dilimine hapsetmek kimin haddi? Öyle ki öldükten sonra bile devam etmiş sevgimiz. «Âriflerin gönlüne» gömülmüşüz kara topraklara girmeden. Sayılı nefeslerimiz tükenirken bile adını anmışız sevgilinin. Biz her türlü eziyeti yaptıktan, kuş kafesten uçtuktan sonra gün îcat edenlerden değiliz.

Adını ve andını unutturmak için îcat edilen ve başka medeniyetlerin reklâmından ve birilerinin kesesini şişirmekten başka hiçbir amaca hizmet etmeyen bu oyunları görmen ve aklını başına devşirmen gerekmez mi?