Osmanlı Tahtında Bir Velî Sultan

Can ALPGÜVENÇ

alpguvenc@gmail.com

Sultan II. Bayezid melek huylu bir insandı, temiz yüzü kalbinin aynasıydı. Gençliğinde hür bir hayat sürmesine rağmen, padişahlığında kendini ibadete vermiş, hayır işlerine yönelmişti. Bu yüzden halk arasında kerâmetlerinden söz ediliyor, «Bayezîd-i Velî» diye anılıyordu.

Meselâ aşağıdaki hâdise, tarihî kayıtlara geçmiştir:

Bir gün sultanın meclisinde seyyahın biri, Dalmaçya insanının özelliklerini ve o bölgenin tabiî güzelliklerini anlatıyordu. Söz arasında şöyle dedi:

“–Sultanım, oradaki Frenk beyinin iki oğlu vardır ki, yeryüzünde güzelliklerinin eşi bulunmaz, onlar sanki cennetten çıkma taze birer fidandırlar.”

Sultan birden hüzünlendi ve şöyle dedi:

“–Haydi, ben dua edeyim, sizler de «âmîn» deyin.”

Meclistekiler ellerini açınca, Bayezid-i Velî şöyle dua etti:

“–Ey ulu Allâh’ım, bu güzel çocukları küfür karanlığı içinde bırakma!”

Padişahın ağzından duaların yükseldiği gün, Dalmaçya’daki dünya güzeli gençler, birer soylu ata binerek baba ocağından kaçtılar ve Osmanlı sınırlarına geldiler. Hudut beyine yalvaran gençler şöyle dediler:

“–Bizi İstanbul’a götürün, İslâm dini ile şereflenip padişahımızın hizmetinde olalım!”

Osmanlı tarihindeki Dulkadiroğlu Ahmed Bey ile Dulkadiroğlu Mehmed Paşa işte bu Yusuf yüzlü çocuklardır.

YARATILIŞTAN KEDERLİ VE MAHZUNDU

Sultan II. Bayezid, ciddî bir medrese tahsili görmüş, büyük mutasavvıfları anlayarak okumuştu. Müspet ilimlerin de hayranıydı; astronomi ve tıbba merakı vardı. Ayrıca tarih ve edebiyatla da ilgilenmişti, şairdi. Resim, minyatür ve hat sanatından anlar, sanatkârı himaye ederdi. Şehzadeliği sırasında bulunduğu Amasya’dan İstanbul’a gelirken, yalnız kendi devrinin değil, asrının hat üstadı olacak Şeyh Hamdullâh’ı da beraberinde getirmiş, hattâ bu has nedimi ve dostundan öğrendiği hüsn-i hatla üstadı ayarında yazılar yazmaya başlamıştı.

Venedik elçisi meşhur Andre Gritti, hâtıralarında sultanı şöyle anlatır:

“Yaratılıştan kederli ve mahzundu, en mesut hâdiseler karşısında bile asla sevinip gülmezdi. Yüzündeki ifadeden, zihninin ciddî ve derin meselelerle meşgul bulunduğu anlaşılırdı. Hiç şarap kullanmaz, az yemek yer, dinî görevlerinin hiçbirini ihmal etmez, çok sadaka dağıtırdı.”1

Fatih’in büyük oğlu olan ve Osmanlı tahtına 31 yıl hükmeden Sultan II. Bayezid, 1447’de Gülbahar Hatun’dan doğdu. Sultan Fatih’in vefatı sırasında Amasya valisiydi. Babasının ölüm haberini sekizinci gün aldı, dört bin süvari ile hemen yola çıkarak dokuz gün içinde Üsküdar’a ulaştı. Devlet erkânı, şehir eşrafı ve asker, Bayezîd’i karşılamak için oraya akın etmişler; deniz, kadırga ve kayıktan görünmez olmuştu.

Bayezîd-i Velî, ömrü boyunca hassas gailelerle uğraştı. Ömrünün on yılı, kardeşi Şehzade Cem hâdisesi ile geçti. Ondan kurtulur kurtulmaz Mora Seferi’ne çıktı, Hersek’i Osmanlı topraklarına kattı. «Velî» olan tabiatı, kılıç adamı olmasına mânî değildi. 1484’te ordusunun başında Boğdan’a gitti, Tuna ağzının kilit noktaları olan Kili ve Akkerman kalelerini fethetti, Adriyatik sahilindeki önemli kalelerden Koron ve Modon’u aldı. Akıncılar Polonya’ya akınlar düzenledi. Tekeli’deki Kızılbaş isyanı, kahredici darbeleriyle ezildi.

ALLAH MÜBÂREK EYLEYE!

1512 yılı yaklaşıyordu. Sultan tahttan ferâgat ederek, saltanatı oğlu Ahmed’e bırakmaya karar verdi. Fakat yeniçeri:

“Mademki padişahımız saltanatı bırakmaya niyet etmiştir, tahta lâyık olan şehzade Selim’dir. Bize şecaatte yektâ, kılıç eri, yavuz padişah gerektir. Şehzade Ahmed’in İstanbul’a girmesini istemeyiz.” diyerek ayaklandı.

Bunun üzerine Kefe’de bulunan Şehzade Yavuz, süratle İstanbul’a çağrıldı. Bayezid: “Oğlum Sultan Selim Han’ı yerime padişah nasbettim, Allah mübârek eyleye!” diyerek, oğlu Selim lehine tahttan ferâgat etti. Bir ay kadar, adını taşıyan semtteki eski sarayda yol hazırlığı gördü, sonunda 23 Mayıs’ta Dimetoka’ya doğru yola çıktı, ancak seyahatinin üçüncü günü Edirne civarında hastalanıp 26 Mayıs 1512’de, 65 yaşında iken vefat etti. Velî hükümdar, Fatih Cami’inde kılınan cenaze namazından sonra, adını taşıyan camiin avlusuna defnedildi.

ATEŞ-İ CAHÎME DUR DEMEK

Sultan Bayezid barışsever bir insandı; buna rağmen, cihadın sevabını çok aziz bildiğinden, katıldığı savaşlarda elbise ve ayakkabıları üzerinde biriken tozları büyük bir itina ile toplattırmış, vefatında bunların yüzüne saçılmasını istemişti. Bu tozlar, hadisin ifadesiyle, «ateş-i cahîmi andan dûr eyleyecekti.” 2

Kayıtlara göre, 8 milyon 600 bin akçe sadaka dağıtmıştı. Mekke-i Mükerreme’ye fukara için, her sene 40 bin duka hediye gönderirdi. Daha şehzadeliği zamanında Amasya’da güzel bir cami, büyük bir medrese ile bir de sıbyan mektebi yaptırmıştı ki, hanedanın hiçbir şehzadesi, hâtırasını bu çapta bir hayır eseri ile süslememişti. Kızılırmak ve Sakarya üzerlerinde büyük köprüler yaptırmış, İstanbul’da kendi adıyla anılan tepe üzerinde camisi, medresesi, hamamı, imareti, kervansarayı ve mektebiyle inşa ettirdiği «Sultan Bayezid Külliyesi» ile Türk mimarisine unutulmaz bir şâheser kazandırmıştı.

YAKLAŞ, SEVGİLİ’YE BAK!

«Adlî» mahlâsıyla yazdığı şiirlerin bir kısmı, edebiyat tarihimizde asrının nâdide eserleri arasındadır. Aşağıdaki şiiri eşyanın hakikatini anlamış, hakîm bir bilgenin hayata bakışını aksettirir, ondaki velâyet sırlarının işaretini taşır:

Kudret-i Hakk’a nazar kıl revnak-ı ezhâre bak

Hâb-ı gafletten uyanub ziynet-i eşcâre bak

Gözlerin aç gör nic’ihyâ oldı emvât-ı zemin

Haşr-ı ihyâda o münkir ettiği inkâre bak

Sebz-pür olub kıyâma turdılar her bir şecer

Kıldılar secde huzûr-i kalb ile kühsâre bak

Minber-i şâh üzre çıkmış va’z eder murg-i çemen

Selsebîl âyâtıtefsîr eder enhâre bak

Meşrebin âb-ı revan gibi eğer sâf eyleyüb

Âşıkı sâdık geçersen gel beru dildâre bak

Hâr fikri bülbüle gülden komaz bûy-i vefâ

Yok hesâbına say ağyârı beru gel yâre bak

Yârın anda kalmayam dersen figān u zârda

Adliyâ bundan işittigün figān u zâre bak 3

(Çiçeklerin parlaklığında/güzelliğinde Hakk’ın kudretini gör, gaflet uykusundan uyan, bak ağaçlar nasıl da süslenmişler. Gözlerini aç, zemin yüzünde ölmüş şeyler nasıl da canlandılar. Haşri inkâr edenleri nasıl haksız çıkardığına bak. Bütün ağaçlar, yeşilliklere bürünüp ayağa kalktılar, büyük bir huzur içinde secdeye varmış olan dağlara dikkat et. Ağaç dallarını minber edinmiş kuşların verdiği vaazları, selsebil âyetini tefsir eden ırmakları dinle. Akan su gibi gönlünü arı-duru eyleyebilirsen, sâdık âşıklar gibi ilâhî cemâle bakabilirsin. Diken korkusu bülbülde güle karşı vefanın kokusunu bırakmaz, sen yâr olmayanları yok say, yaklaş sevgiliye bak. Yarın ayrılıklardan feryât etmek istemiyorsan ey Adlî (Bayezid) burada feryât ve figāna devam et.)

MİNAREDEKİ «ELHAMDÜLİLLÂH» YAZILARI

Camiin temel atma ve tamamlanma tarihlerini veren kitâbe, şadırvanın bulunduğu iç avluda, camiin ana giriş kapısının üstündedir. Mermer üzerine celî sülüs ile yazılan bu kabartma, üç satır hâlinde olup, asrının büyük hattatı Şeyh Hamdullâh’a aittir. Bu kapı ince bir mermercilik eseridir. Bu kitâbeye göre, camiin yapımı 1501 Temmuz’unda başlamış; eser 13 Ekim 1505’te tamamlanmıştır.

Cami ters T plânlı camiler arasındadır. Yapının tek şerefeli olan iki minaresi, binanın bitimindeki kuzey köşelerindedir ve aralarında 79 metre mesafe vardır; bu açıklık minareleri olduğundan kısa gösterir. Minareler gerek mimarî, gerekse süsleme bakımından çok önemli, hattâ hemen hemen eşsizdir. Kürsülerin yukarı bölümlerine kırmızı, beyaz ve yeşil renklerde kare panolar yapılmış, bunlardan meydan yönüne bakanı geometrik şebeke motifleriyle süslenmiştir. Ayrıca kûfî hatla, «satrançlı» denilen yazı ile girift biçimde dört «Elhamdülillah», kapıların üstlerine de aynı hatla İhlâs Sûresi işlenmiştir.

Sultan’ın türbesi, vefatından sonra oğlu Sultan Selim tarafından camiin kıble tarafına inşa edilmiştir.

“SÜNNETLERİMİZİ TERK ETMEDİK!”

Evliyâ Çelebi, Bayezid Camii’nin açılışıyla ilgili olarak şöyle der:

“Camiin yapısı tamam oldukta, bir Cuma günü cemaat-i kübrâ toplandı.

Bayezîd-i Velî buyurdular ki:

«Her kim müddet-i ömründe ikindi ve yatsı namazlarının sünnetlerini terk etmemişse şu mübârek vakitte o kimse imam olsun!»

Derya misâl cemaat içinden bir fert çıkmadı. Bunun üzerine Bayezid Han:

«Elhamdülillah; ömrümüzde, hazarda ve seferde sünnetlerimizi terk etmedik!» diyerek, kendileri imam oldular…” 4  

 

Uzunçarşılı. c. 2 s. 386

2 Cehennem ateşini ondan uzak tutacaktı.

3 Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, N. S. BANARLI, F. 6, s. 489

4 R. E. KOÇU, İstanbul Ansiklopedisi c. 4