MERMERİ GÜLE ÇEVİRMEK

Naci Öztürk

Anlatılır ki Tahir, padişahın kızı Zühre’ye âşık oluyor. Anasına yalvarıyor:

“–Ana, ne olur bana padişahın kızını iste.”

Anası diyor ki:

“–Oğlum, o bir padişah; onun kızını biz nasıl isteriz? Olmaz, vazgeç bu sevdadan!”

“–Ana Allah aşkına sana yalvarıyorum. Ben senin oğlunum, git ne olur? Ben Zühre için yanıyor, tutuşuyorum.”

Kadıncağız ne yapsın! Evlâdıdır; kıramıyor. Gidiyor padişaha. Kapıdaki adamlara diyor ki:

“–Ben, padişahla görüşmek istiyorum.”

“–Şimdi olmaz!»

“–Mutlaka görüşmem lâzım!”

“–Olmaz dedik ya!”

Bu cevabı alan kadın, çaresiz kalıyor ve ısrar etmiyor. Ancak kapıdan da ayrılmıyor ve akşama kadar orada bekliyor. Padişah bu hâdiseyi camdan seyretmiştir. Akşamüstü soruyor:

“–O kadın sabahtan beri kapıda niye bekliyor?”

“–Sizinle görüşmek istiyor sultanım.”

“–Bu kadar beklediğine göre önemli bir müşkili olmalı. Alın, gelin!”

Getiriyorlar. Padişah soruyor:

“–Kadın, ne ihtiyacın var, söyle!”

“–Hiçbir ihtiyacım yok.”

“–Fakat sabahtan beri kapıda bekliyorsun. Madem bir ihtiyacın yok, bu bekleyiş niye?”

“–Benim bir derdim var…”

“–Ne imiş bu dert?”

“–Sultanım, müsaade buyurursanız, kızınızı oğluma istiyorum.”

Hiç beklemediği bu talep karşısında Padişah, bîçâre anneyi azarlıyor:

“–Senin gibi bir çulsuza kızımı nasıl veririm?” diyor ve buna benzer bir sürü ifadelerde bulunduktan sonra da:

“–Hem senin oğlunun ne hüneri var ki, kızımı ona vereyim?!.” diyerek kadıncağızı huzurundan kovuyor.

Kadın boynu bükük bir şekilde saraydan ayrılıyor. Üzgün ve mahzun bir hâlde oğlunun yanına geliyor. Oğlu merakla soruyor:

“–Ne oldu ana?”

“–Oğlum gittim istedim.”

“–Ne dedi padişahımız?!.”

“–Sizin gibi çulsuza kız mı verilir? deyip kovdu.”

“–Ana, padişah başka bir şey söylemedi mi?”

“–Daha ne söylemesini istiyordun?”

“–Ne bileyim, padişah bu! Başka şartları ve sözleri filan olmadı mı?”

“–Hımm, evet oldu; senin oğlunun ne hüneri var ki? diye alay etti.”

“–Şimdi tamam, sen bana bunu söylesene!”

Son ifade Tahir’e bir müjde gibi geliyor. Koşup hemen bir mermer taşını alıyor. Sabaha kadar o mermer taşını güle çeviriyor. Sonra da padişaha gidip diyor ki:

“–İşte benim hünerim bu; mermeri güle çevirmek!”

Bu kıssadaki hisse şudur ki, gerçekte sahip olduğumuz her şey ve şu dünya hayatı bir mermer gibidir. Eğer onları güle çevirme maharetine sahip olursak, neticede dünya da âhiret de cennete döner. İşte insan bunun için olgunlaşmalıdır. Hamlık, gaflet, kibir ve haset gibi nefsâniyet tuzaklarına yakalanmışsak, hayatımızdaki mermerleri güle çevirmemiz imkânsızlaşır. Üstelik gül bahçesindeki gülleri de kırar ve güzelim bahçeyi dikenlik hâline getirmiş oluruz. O zaman kıyâmet hesabımız zorlaşır.

İşte bunun için ömürlük vazifemiz, mermerleri güle çevirmek. Gülü mermere döndürmek veya diken hâline getirmek değil. Hele insan gülüne karşı daha bir dikkatli olmak ve ihtimam göstermek şart. Bunun için Yunus’un şu bakış açısı çok mühim:

Şol âdem dedikleri

El, ayakla baş değil,

Âdem mânâya derler

Surat ile kaş değil.

Hakk’a gönül vermeyenin

Kendi nefsin bilmeyenin

Âdem’e baş eğmeyenin

İsmini şeytan okuduk.

Çünkü Allâh’ın zirve sanatı olan insanı hor görmek Allâh’ı hor görmektir ki bu da şeytanın yaptığı bir bedbahtlıktır. Bu bedbahtlığa insanlar arasında gurur ve kibir hastalığına yakalananlar kolayca düşerler.

Bir damla kandan yaratılan insan «ben» diye kurulurken eğer bedenini kastediyorsa, bundan utanç duysun. Önü bir damla kan, sonu mezar denen çukurda, kurtlanmış, kokmuş, bir leş yığınından ibaret kalacak olan mağrurların «ben» ifadeleri ne kadar perişanlıktır.

Kibir niçin bu kadar baş belâsıdır? Çünkü o, insanı Allahlık iddia etmeye kadar götüren büyük bir felâkettir. Gerçekte kibir, ancak Allâh’a mahsustur. O’nun Kibriyâ (yücelik) sıfatının bir îcabıdır. İnsan böyle bir sıfata sahip değildir. Hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Hak: “Kibriyâ ve azamet hususunda benimle çekişmeye gireni cehennem ateşinin ortasına atarım.” buyurmaktadır.

Hâl böyle olunca insan nefsânî mânâda kibir ve gurur merkezli olarak «ben» diyemez. Nitekim Hazret-i Peygamber’in en fazla kızdığı sözlerden biri de bu şekildeki «Ene/Ben» sözüydü. Bu itibarla O Peygamberler Peygamberi «kibir, kin ve borç»tan temizlenmiş olarak ölüm geçidinden geçenleri cennetle müjdelemiştir.

Çünkü kibir ve kin, dâima hakikatten koparıcı birer nefsaniyet makasıdır. Öyle ki, bu makaslar, şeytanı Allah’tan kopardığı gibi insanı da koparır. İnsanlık tarihi bunun acı örnekleriyle doludur. Onun için bu kötü makasları içimizden söküp atmamız lâzım. Rivayet edilir ki:

Bir hükümdar, bir velîyi ziyarete gider. Hediye olarak da bir makas götürür. Altın işlemeli, yakut ve zümrüt süslemeli bir makastır bu. Veli zât, makası alır, ancak tekrar hükümdara iade eder ve şu talepte bulunur:

“–Sultanım, bize makastan daha ziyade iğne lâzım.”

Hükümdar şaşırır:

“–İğnenin yanında makası kullanmıyor musunuz? O da lâzım değil mi?” der.

Firasetli velî de şu cevabı verir:

“–Hayır sultanım, makas iğne kadar lüzumlu değil. Çünkü o bölmeye, parçalamaya yarar. İğne ise dikmeye, bütünlemeye yarar. Onun için fazla makasa ihtiyaç yok. Üstelik biz, bölmek, parçalamak için değil, bütünlemek için varız. Onun için bize iğne hediye etmeniz daha makbule geçer. Bize iğne hediye edin ki, paramparça olan gönül hırkalarını dikelim. Yoksa var olan makasların içine bir makas daha ilâve edersek, gönül hırkalarındaki parçalanmışlık daha da fazlalaşır, sonra da bütünleştirmek zorlaşır. İşte bu sebeple bize makastan ziyade iğne lâzım…”

Ne kadar güzel bir yaklaşımdır bu. Hayatımızın her alanında buna göre hareket etsek, neler neler düzelir. Millet ve memleketimizin de bu yaklaşımla gönül gönül yoğrulması, bugün en büyük ihtiyaçlarımızdan değil mi?

Caminin, kışlanın, okulun, meydanların, komşuların, akrabaların hâsılı ülkedeki herkesin ve her birimin böyle bir birlik ve bütünlük bağları içinde var olması, gerçekten de vatanın bugün ve yarın varlığını güçlü bir şekilde sürdürebilmesi açısından büyük bir lüzum ve vazgeçilmez bir şart.

İşte bu lüzum ve şartları gerçekleştirebildiğimiz zaman mermerleri güle çevirebileceğimiz zamanlar olacaktır.

Cenâb-ı Hak, bize gönül maharetini nasip eylesin. Hayatımızın ibresini birlik-beraberlik ve istikametten ayırmasın.  Âmin…