HEM GIPTA ETTİM HEM ÜZÜLDÜM

NACİ ÖZTÜRK

Her insan bir ebediyet yolcusu.

Ezelden yola çıkan insan ebed yollarında nice geçitlerden geçiyor. Sonunda sonsuzluğun sahiline ulaşıyor. Ancak önemli olan o sahilin hangi iklime açılacağı…

Belki hayatın bütün çırpınışları o zaman mânâ kazanıyor.

Bunun için asıl endişe, dünyada ne yaptıklarımıza bakmak. O sahile güzelliklerle, ibadetlerle, hayır ve hasenât ile gidebilmek.

Bu şekilde giden her kimi gördümse hep gıpta etmişimdir. Ebediyetin son durağına özenmişimdir. Geçen ay 10 Şubat 2007 Cumartesi günü Gökşen Mustafa YÜCEL ağabeyimizi kaybettiğimde aynı duygular içinde oldum.  Cenâb-ı Hak rahmetiyle muamele etsin, Gökşen Bey, bu dünyadan öbür âleme amel defterindeki güzelliklerle, hayırlar ve hasenât ile göçtü.

Hem gıpta ettim hem üzüldüm.

Çünkü bir fakir babasını kaybettik.

O, binlerce insana iş temin eden, onlara yemek yediren, onlara rızık vermesi için Cenâb-ı Hakk’ın verdiği emanetleri bu vatan için, millet için kullanan bir insandı. O, açları doyuran, giydiren, yetimi sevindiren bir insandı. Allah kendisinden râzı olsun, dıştan bakıldığında fazla yardım ettiği bilinmemesini isteyen ve: «Yaptığımızı Allah bilsin yeter!» diyen bir insandı.

Ona: «Yardıma muhtaç yetimler var. Yardım eder misiniz?» diye müracaat ettiğimizde seve seve destek oluyordu. «Yakacağı olmayan fakirler var, yardımlarınızı bekliyor.» dediğimizde; «Ne demek, memnuniyetle yardım ederiz. Gönlümüz fukaranın üşümesine râzı değil.» diyor ve hatırı sayılır yardımlarda bulunuyordu.

O, yetimin başını sadece uzaktan okşayanlardan değildi. Hasta olanın yanında ilâçtı, acıkanın yanında gıdaydı, üşüyenin yanında sıcacık bir gönüldü. Onun hayır ve hasenâttaki gıpta edilecek cömertlik ve hissiyatını gördükçe dâima «Yetimi sevindiren cennette benimle beraberdir.» hadîsini hatırlardım. İnşallah kabri nur ile dolu olur ve mükâfatı da Peygamber Efendimiz’e komşuluk olur. Çünkü o, nice yetimin, garibin, yoksulun dualarını aldı ve o dualarla ebedî yolculuğa çıktı. İşte bunun için ona gıpta ettim. Ama böyle bir yetim ve garip hâmîsinin kaybı dolayısıyla elbette ki mahzun oldum.

Hayat bu; öyle veya böyle geçecek. Ömür bitecek, bir yerde noktalanacak. Çünkü ne kadar yaşarsan yaşa, sonunda nefesler bitiyor. Öyleyse hayatın gayesini iyi anlamak lâzım. Yani hayatı doğru değerlendirmeliyiz ki, Allâh’ın huzuruna çıktığımızda, bizi orada karşılayacak güzel amellerimiz olsun.

Hâli-vakti yerinde olanlar unutmamalı ki kazandığımız sadece bize ait değildir. O kazancı bize bahşeden Allah, onun içinde fakirin de hakkını bize emanet etmektedir. Ne mutlu kazancındaki fakir hakkını ve emanetini yerine ulaştırabilenlere! Ne mutlu Gökşen Bey gibi cömert ve merhametli gönüllere!

İnsan Sultan Süleyman gibi zengin de olsa nihayette hepsini bırakmıyor mu? Şüphesiz bırakıyor. Ama Allah için verdiklerini de yanında götürüyor. Dolayısıyla asıl zengin, Allah için malını muhtaçlara vererek dolu bir şekilde huzur-i ilâhîye gidebilendir. Yoksa götüremediklerimizin hamallığı bizi perişan eder. Bizim olmayan şeylerle bu hayatı da âhiret hayatını da zehir hâline getirmenin ne mânâsı var! Hiçbir mânâsı yok. Fakat Allah için hayır işlemenin mânâsı ve iki dünyada şifası bambaşka. Buna nâil olanların kavuşacağı rahmet bambaşka, cennet bambaşka…

İnanıyoruz Gökşen Bey böyle bir rahmete kanat açtı. Allah geride kalanlara sabr-ı cemil versin, onun izinde gitmeyi nasip etsin. Onun da ebediyet yolculuğunu mübârek eylesin.

Onun hayat defteri kapandı, ama amel defteri kapanmadı; her yaptığı güzel hizmetin ve devam eden hayrın sevabı, o deftere kıyâmete kadar yazılmaya devam edecek.

Rabbim, cenazesine iştirak eden hatırlı kalabalığın, Gökşen Bey hakkındaki hüsn-i şahâdetini kabul buyursun. Bizlere de böyle gıpta edilecek bir ebediyet yolculuğu nasip eylesin. Dileriz ki memleketimizde onun gibi hayırsever, şefkatli ve şahsiyetli insanımızın sayısı gün geçtikçe artsın…

Rabbim rûhunu şâd eylesin…