İstiklâl Marşı Hakkında

Ahmet Ünal BAĞBAŞLIOĞLU

İstiklâl Marşı hakkında çok yazıldı, çok söylendi.  Bu şiir, yazıldığı devrin özellikleri göz önünde bulundurulmak sûretiyle değerlendirilmelidir.

Artık bugün herkes İstiklâl Marşı’nın millî mücadelenin en ümitsiz günlerinde, istikbâlde doğacağına inanılan hürriyet ve istiklâl güneşini müjdelemek için yazıldığını; İstiklâl Marşı yazılması hususunda yapılan ilk yarışmaya Mehmed Âkif’in maddî mükâfat vaat edilmesi sebebiyle katılmadığını; devrin Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin teşviki, ısrarı ve maddî mükâfatı şairin almayabileceğini temin etmesi üzerine katıldığını; 724 şiir arasında birinci seçilerek 12 Mart 1337* (25 Mart 1921)’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dört defa ayakta dinlenerek heyecanla ve alkışlarla Türk milletinin İstiklâl Marşı olarak kabul edildiğini bilmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken tarih mevzuu; 12 Mart’ın Rûmî takvime göre olduğu, bugün kullandığımız miladî takvime göre 25 Mart’a tekābül ettiğidir. Bugün resmî ve/veya gayr-ı resmî kurum/kuruluşlarda bu tarih yanlış olarak 12 Mart olarak yazılmakta ve söylenmektedir.

Hâlbuki bu işi bilenlere sorunuz, size iki takvim arasında 13 günlük bir fark bulunduğunu söyleyeceklerdir.

İstiklâl Marşı sayısız kereler açıklanmış ve anlatılmıştır. Fakat bazı mısraları bu işin mütehassısları tarafından bile yanlış anlaşılmış ve açıklanmış olduğu hâlde, bu yanlışın üzerinde ısrarla devam edilmekte olduğunu esefle müşâhede etmekteyiz.

Burada bunlardan en bariz olan bir-ikisine misâl vermek istiyorum.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar

Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar?

Bazıları buradaki «ulusun» kelimesini ulu (büyük) kelimesiyle karıştırmaktadırlar.

Burada mevzu-i bahis olan, sözde medenî batının “tek dişi kalmış canavar”a benzetilmiş olmasıdır.

Canavarın bariz vasfı ulumaktır. Yani eski gücünü kaybetmiş, korkunç görünmesine rağmen artık korkulmaması gereken bir canavar ne kadar ulursa ulusun senin îmanını boğamaz, zarar veremez, demektir.

Bu mevzu ile alâkalı bir hâtıramı anlatmak sûretiyle meseleyi açıklamak istiyorum.

1961 senesi sonlarında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji talebesi iken Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na girebilmek için imtihan yapılıyordu. Bu satırların yazarı da o imtihana girdi.

İmtihanda Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, Nihat Sami BANARLI, Ahmet KABAKLI ve Behçet NECATİGİL gibi edebiyat dünyasının tanınmış şahsiyetleri mümeyyiz olarak bulunuyorlardı.

Bana, İstiklâl Marşı’nın;

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar

Benim îmân dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,

Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar.

dörtlüğünü sordular. Metnin açıklamasından sonra, «ulusun» kelimesinin ne mânâda kullanıldığı soruldu. Ben de canavarın ulumasıyla ilgili olduğunu söyledim.

İmtihandan sonra diğer arkadaşlarla konuşurken anladım ki, aşağı-yukarı bütün arkadaşlara aynı sual sorulmuş. «Ulusun» kelimesinin canavarın ulumasıyla ilgili olduğunu söyleyenler kazanmış; büyük, ulu mânâsı verenler imtihanı kaybetmiş.

«Ulusun» kelimesiyle ilgili hâlâ tatmin olmayanlar varsa, bunlara tavsiyemiz İstiklâl Marşı’nın aslî metinlerine baksınlar.

Eğer bu kelime; «büyüksün» demekse (ikinci şahıs-muhatap) «kâf-i nûnî» ile yazılmıştır. «» şeklinde. Yok, eğer «bırak canavar ulusun» demekse (üçüncü şahıs-gâib) «nûn» ile yazılmıştır. «» şeklinde.

Zaman zaman millî birliğin zayıfladığı, anarşinin ve ihtilâllerin memlekete hâkim olduğu günlerde yeni bir İstiklâl Marşı’nın yazılması gerektiğini, Mehmed Âkif’in manzûmesinin eskidiğini söyleyen eşhâsa da İstiklâl Marşı’nın hangi şartlarda yazıldığı hatırlatılmalıdır.

Bilindiği gibi Mehmed Âkif ölüm hastalığı sırasında böyle bir istekte bulunan ziyaretçisini: “Allah, bu millete İstiklâl Marşı yazılacak günleri bir daha göstermesin!” diye azarlamıştır.

Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakk’ın

Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın.

mısralarına gelince, burada her ne kadar istikbâlde milletimizin selâmete çıkacağına olan îmanı ve ümidi ifade ediliyorsa da, şairi bu noktaya götüren Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Allah’ın yardımı ve zaferi yakındır. Bunu, mü’minlere müjdele!” (Saff Sûresi: 13) âyet-i kerîmesidir.

Mehmed Âkif’in:

Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün

Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün!

Âh o yirminci asır yok mu o mahlûk-i asîl

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl.

gibi beyitlerinde gerçek medeniyete değil, medeniyet adı altında mazlum milletleri ezen düvel-i muazzamaya lânet edilmektedir.

Bugün aynı medeniyet (mimsiz) Irak’ta, Filistin’de, Çeçenistan’da -birkaç sene önce Bosna’da- vahşetine devam etmektedir.

 

* Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, Lise I Edebiyat Ders Kitabı, Devlet Kitapları, Ankara, 1976, s: 187.

Mehmed Âkif, Safahat, [Ömer Rıza DOĞRUL neşri (Mehmed Âkif’in damadı)], İnkılap ve Aka Kitabevleri, Mehmed Âkif’in hayatı bölümünde.