Râşid Halîfeler Dönemi (Hulefâ-i Râşidîn) Bölüm 2

Ahmet MERAL
Hazret-i Ömer Dönemi 1 (634-644)

 

Sert kişiliği, hasbî tavırları, şefkat dolu yüreği, alçakgönüllülüğü ve adâlet prensibine bağlılığı, Hazret-i Ömer’in, yüzyılları aşarak günümüze ulaşan sembol kişiliğinin tezahürleridir.

Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!
Mehmed Âkif ERSOY

FETİH ÖNCE GÖNÜLLERDE GERÇEKLEŞTİ.

Hazret-i Ebûbekir’in ölmek üzereyken yaptığı tavsiye üzerine Müslümanların ikinci halîfesi seçilen Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebûbekir döneminin de perde arkasındaki en önemli ve etkili kişisiydi. Hazret-i Ömer’in yönetimde kaldığı on yıl, İslâm’ın Ortadoğu coğrafyasına yayılışı açısından en hızlı, askerî zaferleri açısından da en görkemli yılları oldu.

İslâmiyet’in Ortadoğu halklarının gönlünde taht kurduğu, ordularıyla inanılmazı gerçekleştirdiği, Suriye ve Anadolu üzerinden Bizans’ı dize getirmeye başladığı, Kudüs, Filistin ve Mısır’ın İslâm savaşçılarının eline geçtiği dönem de yine bu dönemdir. Şaşkınlık kadar hayranlık da uyandıran bu başarıların ardındaki önemli etkenlerin başında, İslâm ordularının ulvî bir gaye etrafında birleşerek her türlü fedakârlığa katlanmaları ve davetçi kimliklerini askerî kimliklerinin önüne geçirmiş olmaları vardı. İslâm zaferlerinin şanlı fihristine en büyük kayıtları düşüren bu muzaffer ordu, yaşlılara, kadınlara, çocuklara ve mabetlere çekilenlere dokunmuyor, yakıp-yıkma ve tahrip etme siyaseti izlemiyordu. Hâkim oldukları topraklarda âdil bir vergilendirmeye gidiyor ve en geniş anlamda din ve mezhep hürriyeti sağlıyordu.

İslâm ordularının gerek bu yüksek ahlakî seviyesi ve gerekse Hazret-i Ömer’in dillere destan olmuş adâleti sayesinde fethedilen bölgelerde İslâmiyet hızla yayılmakta ve âdeta bölgedeki gayrimüslim çevrelerin bile tercih ettiği kurtarıcı bir yönetim olarak algılanmaktaydı. Nitekim Bizans İmparatoru Herakliyus’un çok büyük bir orduyla saldırıya geçeceğini haber alan İslâm orduları komutanı Ebu Ubeyde bin Cerrah, işgal tehlikesiyle karşı karşıya kalan Suriye bölgesindeki şehirlerin valilerine daha önce halktan topladıkları cizye vergilerinin derhâl iade edilmesini emrediyor ve halka hitaben şu açıklamayı yapıyordu:

«Büyük bir düşman kuvvetinin üzerimize doğru ilerlediğini haber aldık. Aramızdaki sözleşmeye göre bu vergi karşılığında sizi himaye edecektik. Fakat şimdiki durumda bu himayeyi sağlayamıyoruz. Bu sebeple ödediğiniz cizyeleri size geri veriyoruz.» Şehrin ileri gelenleri bu âlicenaplığa şöyle karşılık vermişlerdi:

«Ey Müslümanlar! Bizanslılar bizim dinimizde bulunmakla beraber sizi onlara tercih ederiz. Çünkü bize verdiğiniz söze sadâkatle bağlı kaldınız. Siz, bize karşı daha merhametlisiniz. Bize adâletsizlik yapmaktan sakınıyorsunuz. Sizin idareniz onlarınkinden elbette daha iyidir. Onlar bizim mallarımızı aldılar ve evlerimize el koydular.» Bu sözlerle yetinmeyip İslâm ordusunun başarısı için de dua etmişlerdi. Bir başka rivâyete göre ise:

«Bize asker bırakın, sizinle beraber şehrimizi sonuna kadar savunalım.» diyerek Müslümanlardan yana açıkça tavır koymuşlardı. Öte yandan aynı durumla karşı karşıya kalan Hıristiyan Emessa halkı, kale kapılarını Herakliyus’un askerlerine kapamışlar ve Müslümanlara: «Sizin hükümetinizin adâletini kesinlikle Bizanslıların haksızlıklarına tercih ederiz.» demişlerdi.

BİZANS’TAN SURİYE VE FİLİSTİN’İN ALINMASI

Hazret-i Ebûbekir döneminde başlayan Yermuk ve Ecnadin savaşları bu şartlar altında başarıyla tamamlanmış, Suriye ve Filistin tamamen İslâm ordularının eline geçmiştir. Nitekim iki yıllık bir direnişin ardından Kudüs halkı teslim olmuş, yapılan bir akitle Patrik Sofranyus şehrin anahtarlarını Hazret-i Ömer’e teslim etmeyi kabul etmiştir. Bunun üzerine Hazret-i Ömer, kan dökülmesini ve kutsal mekânların tahrip edilmesini önlemek ve Kudüs’ü barış yoluyla teslim almak üzere Medine’den yola çıktı. Büyük bir sadelik ve alçakgönüllülük içerisinde Kudüs kentine girdi. Bu yolculuk sırasında tek binekleri olan deveye kölesiyle nöbetleşe binmesi, şehre girmek üzereyken sıranın kölesine gelmesine rağmen sırayı bozmaması Hazret-i Ömer’in faziletleri arasında dilden dile dolaşmış ve İslâm edebiyatının sayfalarını altın harflerle süslemiştir.

Yapılan anlaşma îcabı, Hıristiyan ileri gelenleri büyük bir saygı içerisinde şehrin anahtarlarını Hazret-i Ömer’e teslim ettiler. Hazret-i Ömer Kudüs’te önce Mescid-i Aksâ’yı, ardından da diğer Hıristiyan kilise ve kutsal mekânlarını ziyaret ederek şehri tanıdı. Bu gezisi sırasında yanındakilere namaz kılacağı uygun bir yer sorduğunda Patrik, kendisine içinde bulunduğu kilisede kılabileceğini ifade etti. Ancak Hazret-i Ömer, orada namaz kılması hâlinde kendisini izleyen Müslümanların da aynı şeyi yaparak o mekânı bir Hıristiyan mabedi olmaktan çıkarabileceklerinden endişelendi ve teklifi kabul etmedi.

Hazret-i Ömer, Kudüs Hıristiyanlarına verdiği emannamede Ortadoğu’nun yeni sahiplerinin âdil, hoşgörülü ve özgürlükçü yönetim anlayışını şu tarihî sözlerle ortaya koydu:

«Bismillâhirrahmânirrahim. Allâh’ın kulu ve mü’minlerin emiri Ömer tarafından Kudüs halkına verilen emannamedir:

Emûru’l-mü’minin, hasta veya sağlıklı tüm halkın mal ve can emniyetinin korunacağını garanti eder. Aynı zamanda mabetlere, dinlerine veya dinî simgelerine karışmayacağına teminat verir. Kiliseler mesken hâline getirilmeyecektir. Daha önceden sahip oldukları haklar aynen korunacaktır. Halkın sahip oldukları şeylere herhangi bir zarar verilmeyecektir. Mezhepleri konusunda kendilerine bir baskı yapılmayacaktır. Hiç kimseye hiçbir şekilde zarar verilmeyecektir.»

1 Ebû Yusuf, Kitâbu’l-Harac

2 Taberî