Rabbimiz’i Tanıyalım

Âdem SARAÇ

Allâh’ın büyüklüğü ve yüceliği karşısında her şey küçülür, sönük ve belirsiz kalır.

Rahman ve Rahîm Olan Allâh’ın Adıyla… “Sadece Rabb’ini büyük tanı (yücelt, O’nun büyüklüğünü an; Rabb’inin büyüklüğünü dile getir; Allâhu Ekber, de).” (Müddessir Sûresi, 74/3)

Bu âyet-i kerîme gülistanına girip, hep beraber nâdide güller devşirmeye çalışalım…

Rabbini büyük tanı, buyuruyor yüce Allah -celle celâlühû-…

Sadece tanı değil, büyük tanı, hem de en büyük tanı…

Rabbimiz’in büyüklüğünü anacağız, O’nun büyüklüğünü sürekli dile getireceğiz.

Allâhu Ekber diyeceğiz. Allah en büyüktür diyeceğiz.

Büyüklüğün ancak O’nun şânı olduğunu ve O’na karşı her şeyin küçük ve değersiz bulunduğunu, kalben tanıdığımız gibi, söz ve fiillerimizle de anlatıp ilân edeceğiz.

Âyetin tecellîsiyle birlikte yaşanan güzelliklere bakınız…

Bu âyet-i kerîme nâzil olunca, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “Allâhu Ekber Kebîrâ!” diye tekbir alarak, yattığı yerden büyük bir azimle kalktı…

Hanımlar sultanı Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- annemiz de, hemen: «Allâhu Ekber» diye tekbir alarak, Gönüller Sultanı’na katıldı.

Sonra da büyük bir muhabbet ve şefkatle sordu: “Niçin kalktınız hemen? Daha doğru dürüst dinlenmediniz bile?”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, kendisine verilen vazifenin büyüklüğünü ve ağırlığı ile beraber, sorumluluğunu da mübârek seslerine yansıtarak: “Artık dinlenme vakti geçti, ey Hatice!” diye buyurduktan sonra, yeni nâzil olan âyetleri okudu.

Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- annemiz, tekrar büyük bir coşkuyla Allâhu Ekber diye tekbir aldı.

“Rabb’ini büyük tanı, O’nu yücelt, «Allâhu Ekber» de!” buyruğu, sevgili annemizi hemen harekete geçirmiş, bu ilâhî emre ânında itaat etmişti…

Burada «Rabbeke»nin önce söylenmesi «sadece Rabb’ini» mânâsını ifade etmek içindir. Buna göre mânâ şöyle demek olur: “Ve Rabb’ini, ancak ve sadece Rabb’ini büyükle. Her ne olay olursa olsun, hiçbir sebeple artık O’nu tekbir ile büyükleme görevini bırakma.”

Sadece Rabbimiz’i en büyük bileceğiz. Yüceltmeye lâyık olan tek büyük O’dur çünkü.

Herkes, her şey, her değer ve her gerçek küçüktür. Büyük olan sadece Allah’tır -celle celâlühû-.

Tek ve eşsiz olan Allâh’ın büyüklüğü ve yüceliği karşısında bütün kütleler, bütün hacimler, bütün güçler, bütün değerler, bütün olaylar, bütün gelişmeler, bütün anlamlar, bütün şekiller küçülür, sönük ve belirsiz kalır.

Allah Teâlâ Hazretleri, Peygamberimiz’in insanlığı uyarma vazifesini omuzlarken, bu görevin sıkıntılarını, baskılarını ve zorluklarını bu bilinçle, bu düşünce ile göğüslemeye yönlendiriliyor.

Allâh’ın dediği oluyordu… Allâh’ın dediği olacaktı yine…

Çünkü kendisini uyarma vazifesine atayan Rabb’inin «tek büyük» olduğu gerçeğine bağlanınca, bütün komplolar, bütün kaba güçler, bütün engeller gözünde küçülecektir.

İslâm’a çağırma görevinin sıkıntıları ve zorlukları bu düşünceyi, bu bilinci sürekli biçimde taze tutmayı gerektirecek kadar ağırdır.

Bu, bir peygamberin bu dünyada yerine getireceği ilk ve en baş vazifesidir.

Bu vazife gereğince Allâh’ın dışında bütün büyüklük taslayanları bir kenara iterek, câhil insanlara bu kâinatın yüceliğinin ancak ve ancak Allah için olduğunu, O’nun dışında kimsenin buna lâyık olmadığını bildirirler.

Onun içindir ki, İslâm’da Allâhu Ekber (Allah en büyüktür) en önemli zikirdir…

Tevhiddir çünkü bu… Vahdettir… Birliktir… Büyüklüktür…

Ezana başlarken bunu ilân ederiz biz.

Namaza da bununla başlarız.

Otururken, kalkarken Allah en büyüktür deriz.

Bir hayvanı keseceğimiz zaman: “Allah’ın adıyla, Allah en büyüktür!” deriz.

Tekbir nârası, bütün Müslümanlar için en bariz bir nişandır. Çünkü bu ümmetin Peygamber’i de, ilk vazifesine Allâhu Ekber diyerek başlamıştı.

Şurası açıktır ki; böyle bir vazifeyle emir, öyle bir toplum ve öyle bir şehirde verilmişti ki, orası sadece şirkin merkezi değildi, oradaki herkes müşrikti.

Daha önemlisi Mekke, bütün Arap Yarımadası’nın müşriklerinin en büyük tapınağı idi. Kureyşliler de bu mabedin bekçileri idiler.

İşte böyle bir yerde, yapayalnız tek başına tevhîdin bayrağını yükseltmek, tehlikeli, hem de çok tehlikeli bir işti.

Onun için: “Kalk ve uyar!” emrinden hemen sonra: “Rabb’inin yüceliğini ilân et!” buyurulmuştur. Yani sürekli Allâhu Ekber de. Allah ile güçlen. Tevhid ile beslen.

Buradan şu anlamı da çıkarabiliriz: “Sana karşı çıkan o korkunç ve büyük güçlere hiç aldırış etmeden açık açık «benim Rabbim hepsinden daha büyüktür.» de.”

Bu çağrıya karşı koyanların, Allâh’a karşı hiçbir ehemmiyetleri yoktur…

Allah yoluna girenler için en büyük cesaret verici şey, Allâh’ın büyüklüğü bir kimsenin kalbine girdikten sonra, o kimsenin Allâh’ın rızâsı için bütün bir dünyayı karşısına almaktan çekinmeyeceği gerçeğidir.

Her ne olursa olsun, bizler yani bütün Müslümanlar, Rabbimiz’i tekbir etmeyi, ululamayı, Allâhu Ekber deyip, bununla güç toplamayı elden, gönülden ve dilden bırakmayacağız.

Rabbimiz böyle istiyor çünkü…

Rabb’inizi yüceltin. Sadece O’nu büyük tanıyın ve noksan sıfatlardan uzak tutun. Sadece O’nun ulu ve büyük olduğunu söyleyin. Zira Allah’tan daha büyük hiçbir varlık yoktur.

Allah Teâlâ Hazretleri’ni tanıyacağız. O’nu bileceğiz, bilmemezlik etmeyeceğiz.

O’nu tanımak, O’nu bilmek, O’na itaat etmek…

Allâhu Ekber derken, Allah en büyüktür derken, saçımızdan tırnağımıza varıncaya kadar, bütün varlığımızla tekbir getirebilecek bir kıvama ulaşmamız lâzım.

En büyük olanı, en büyüğe lâyık bir şekilde zikretmek, şiarımız olmalı…

Allâh’ı tanıyan ve bütün varlığı ile O’na gönül veren büyükler, hep O’nun zikriyle büyümüşler, en büyük olana itaati, aşk hâline getirdikleri için de, bu büyük ve yüce aşk ile, âdeta ölümsüzleşmişlerdir.

Bu ölümsüz âşıklardan bir örnek verecek olursak, âşıklar arasında tercih yapmak çok zor olsa da, Allah aşkı ile yanıp tutuşan Hazret-i Bilâl-i Habeşî -radıyallâhu anh- Efendimiz önümüze çıkacak, bütün haşmetiyle arz-ı endam edip: “Ehad Ehad Ehad!” diye haykırarak, “Allah birdir!” diyecektir… Çünkü o, sürekli bunu söylüyordu.

Kendilerine bir sürü ilâhçıklar edinen müşrikler karşısında, bütün baskı ve işkencelere rağmen, sadece Allah büyüktür, hem de en büyük O’dur diyecek bir kıvama gelmek de, o büyük sahâbelerin harcı olsa gerek…

Bütün varlıkların kendisiyle şereflendiği tek ve en büyük varlık, Allah Teâlâ Hazretleri’nden daha şerefli varlık yoktur. Bütün âlemlerin âmiri ve mâliki sadece O’dur.

Öyleyse her şeyin başı Allah Teâlâ Hazretleri’ni bilmekten geçmektedir. Bu işin sırrını bilenler ne güzel söylemişler: “Rabb’ini bilen kendini bilir, kendini bilen de Rabb’ini bilir.”

Allâhu Ekber! Allah en büyüktür!

Yüce Allah -celle celâlühû- o kadar büyüktür ki, bizim tam anlamıyla bunu anlamamız mümkün değildir. Çünkü her şeyi yaratan O’dur. Bütün varlıklar O’nun nûrundan yaratılmışlardır.

Allâhu Ekber’in mânâsı, bizim kendi akıllarımızın ölçüsü ile O’nu tanıyabilmemizden çok büyük ve yüksek demektir. Öyleyse, Allah Teâlâ Hazretleri’nin kemal ve hakikatini tam olarak kendinden başkası bilmez, demekle yetiniyoruz.

Biz, en büyük olanın emrine tâbîyiz…

Bize, en büyük olanı, hem sözleriyle ve hem de bütün hayatıyla yaşayarak anlatan Peygamberler Sultanı’na tâbîyiz…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-