O Dem ki, Perdeler Kalkar…

Naci ÖZTÜRK

Eğer ölüm rahmetten tard olursa, insan için bundan daha felâketli bir gün olamaz. Eğer ölüm rahmete olursa, bundan daha saadetli bir gün olamaz.
Bu itibarla Mevlânâ ölüm vaktini «şeb-i arus» olarak ifade etmiştir.

Hasis sarraf, kendine başka bir kese diktir,

Mezarda geçer akçe neyse onu biriktir. [NFK]

İnsan, tek geldiği ve tek gideceği bu dünyada aslında yalnızdır, bîçaredir. Günlerin akışına kapılmış, eşya ve hâdiselerin ağına tutulmuştur.

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, dünyevî bütün başarılar mezar kapısına kadar. Hâl böyleyken insan arzu ve emellerin peşinde yorulmak bilmiyor. Nihayet insan hayatında en büyük zaferi, ölüm kazanıyor. İnsan nihayet ölüme mağlup oluyor. Ölüm, dünyanın kazandığı son ve büyük bir zafer gibi insanın bütün heyecanlarını silip süpürüyor. Böyle bir dünyada dünyaya yönelik yaşamak, netice adına pişmanlıklar kapısıdır, azaptır, abestir. Ancak sonsuz iklime, vuslat cennetine yönelik yaşamak ise, iki dünya için de gerçek bir huzur. Hayatın ve dünyanın yaşanmaya değer olması, sırf bu sebepledir. O zaman hayat da ölüm de insanın zaferi olur. Bu sırrı anlayarak hayat yükünü taşımanın bir çile değil bir zafer olduğunu bize gösteren örnek insanlar çok. Onlar, hayatı mânâlandırıyorlar. Mânen parça parça olmuş susuz dudaklarımıza kevser misâli pınarlar sunar gibi bizi gayrete çağırıyorlar. Bunun için Allâh’ı unutmamak şart. Çünkü âyette buyurulur:

“Hem kendisi Allâh’ı unutmuş, hem de Allah kendi benliklerini kendilerine unutturmuş olduğu kimseler gibi olmayın. Onlar fâsıkların tâ kendileridir.” (Haşr, 19)

Buradaki tembih şudur:

İnsanın Allâh’ı bilmesi, kendisini bilmesine bağlıdır. İnsan kendini tanıdığı zaman Allâh’ı bilebilir. İşte bu noktada ölüm, en güzel hatırlatıcıdır.

En güzel hatırlatıcı olan ölüm, gerçek dünya uykusunda mahşer sabahına uyanışın ilk adımıdır. Bu itibarla Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“İnsanlar uyumaktalar, ölünce uyanacaklar.” buyurmuşlardır.

Fakat ölümün, gözlerimizin önünden kaldıracağı perdenin arkasını yaşarken görmek lâzım. Bunun için de:

“Ölmeden evvel ölünüz.” talimatına uygun bir hayat sürmek. Çünkü bu, ölümden sonrasına yapılacak yatırımlara yansıyacaktır.

Bunun için ne yapmalıdır suâline en güzel cevap şu hadîs-i şerif: “İnsan ölünce üç şey hâriç olmak üzere dünya ile bütün irtibatı kesilir. Bu üç şey; sürüp giden hayır, faydalı ilim ve hayırlı evlâttır.”

İnsana yakışan ölüm, işte böyle bir hazırlıkla gerçekleşecek bir ölümdür ki, bunun sadece adı ölümdür. Mâhiyeti ise, diriliktir, kalıcılıktır. Bu asîlâne bir ölümdür; insanı kıyamet sultanı eyler. İşte insana yakışan da böyle ölmesini bilmektir. Aksi hâlde rezîlâne ve sefîlâne bir ölüm, insanın ebedî hüsranının başlangıcı olur.

Hâsılı ölmesini bilmek lâzım. O zaman insan halk arasında deyimleşen “rahmet-i Rahmân’a kavuşmak” tecellîsini yaşar. Eğer ölüm rahmetten tard olursa, insan için bundan daha felâketli bir gün olamaz. Eğer ölüm rahmete olursa, bundan daha saadetli bir gün olamaz. Bu itibarla Mevlânâ ölüm vaktini «şeb-i arus» olarak ifade etmiştir. Bu güzelliği Necip Fazıl ne güzel dile getirir:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?
……
O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner.
Azrail’e hoş geldin diyebilmekte hüner.

Demek oluyor ki, insan her an için ölebileceğini hatırdan çıkarmamak mecburiyetindedir. Her nefes son nefestir. Mü’min gönül, «İrciî!» (Allâh’a dön!) emr-i celîli ile huzur içinde ölümün lezzetini baş tacı olarak tatmayı saadet bilmeli, vakti gelince ecel şerbetini alıp öpmeli ve başına koyarak zevk ile içmeli ve «O»na böyle kavuşmalıdır!…

Ey güzel ve mükemmel yaratılan insanoğlu, gel de şu sayılı nefeslerini ihtiras ve şehvet peşinde tüketme! Ömrünü, onu sana verenin yoluna harca! Buradakilerin senin olmadığını, burada yaşadığın müddetçe, kullanman için emaneten verildiğini unutma!.. O nedâmet gününde hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Ancak kalb-i selîmin kıymeti vardır. Şair ne diyor:

Güldüğüm, coştuğum günlerim nerde?
Hüzünsüzce geçen dünlerim nerde?
Şimdi, yaşadığım bu köhne yerde,
Kuru yaprak gibi dökülüyorum.

Yani bedenler kuru yaprak gibi dökülüp gidecek. Ruhlar, eğer kalb-i selîme sahipsek, yeşerdikçe yeşerecek. Yeşermiş ruhlar için ölüm güzel şey. Güzellikler getiren bir dem.

Rivâyet edilir ki Peygamber Efendimiz’e Azrâil -aleyhisselâm- geldiği zaman, kapıyı çaldığında Hazret-i Fâtıma vâlidemiz kapıyı açmıştı. Kapıda güzel bir kimse vardı. Annemiz O na:

“–Şu anda Rasûlullah rahatsız, bundan dolayı ziyaretçi kabul etmiyor.” dedi.

Fakat Peygamber Efendimiz buyurdu ki:

“–Kızım, bırak gelsin, o gelen genç, güzel yüzlü Azrâil’dir. Buyur ya Azrâil!” dedi.

Azrâil içeri girdiğinde:

“–Yâ Rasûlâllah, Allah -celle celâlühû- beni gönderdi, Sizin rûhunuzu kabzetmek için. Fakat sen müsaade edersen rûhunu kabzedeceğim.” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Yâ Azrâil, sen vazifeni yap” dedi.

Çünkü o an, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için vuslat ânıydı. Cenâb-ı Hak, hepimize son nefeste âkıbet hayırlığı versin. Son ânımız sonsuz vuslat olsun.

Bu duaya diyeceğimiz âminlerin kabûlü, hiç şüphesiz ömrü tövbe ve kullukla geçirmeye bağlıdır. Hâl böyle olunca tövbeyi son nefese bırakmak, kendini aldatmaktan başka bir şey değil. Çünkü ne buyurulmuş:

“Nasıl yaşarsanız o şekilde ölürsünüz. Nasıl ölürseniz o şekilde dirilirsiniz.”

Gariptir ki kısacık bir ömürde insanoğlu, upuzun emeller peşinde. Altı ay sonra yiyeceği turşuyu kuruyor, yapıyor, on sene sonra çocuğuma bir ev alayım, diyor. Oğlumun evi olsun on beş sene sonra geçsin o evde otursun, diyor ve bu şekilde yatırımlar yapıyor. Bunlar belki normal, ama aldığı nefesi veremeyeceğini aklının ucundan geçirmiyorsa, o zaman çok yazık. Birazdan belki de ölecek. Hayat bu kadar kısa.

Kısacık bir hayat bizi aldatmamalı. Ömür sermayesi her gün bitip tükeniyor. Ne kadar uzun emeller ve hesaplar yaparsak yapalım, aldığımız her nefes bizi ölüme bir adım daha yaklaştırıyor. Bizim için önemli olan Allâh’ın huzuruna çıkarken, temiz bir îmanla, kalb-i selîm ile çıkabilmek.

Üstelik unutmamalı ki; para kazanmış, fabrikalar yapmış, zengin olmuş ama parasını yemeden, yaptırdığı evlerde oturmadan rûhunu teslim etmiş nice insan var.

Biz tabiî dünyayı çok seviyoruz, çok sevdiğimiz için dünyadan kopamıyoruz. Malı bırakmak zor, evlâdı bırakmak zor. Oysa Yunus ne demiş:

Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!

Hepimiz bu dünyada öyle veya böyle oyalanıyoruz, bir şekilde zaman zaman da aldanıyoruz. Onun için ölümü sevmiyoruz. Hâlbuki hayat kadar ölümü de sevmek lâzım. Ama bunun için ölümü güzelleştirmek şart. İslâm büyükleri ölümü güzelleştirdikleri için ölümü sevdiler. Onu vuslat ânı bildiler. Biz ise ölümü çirkinleştirdiğimiz için onu sevemiyoruz. Tefekkür-i mevt hâlinde iken bile şu nankör nefsi tabutun içine koyamıyoruz, bir bakıyoruz o anda dahî nefis dördüncü katta beton atıyor. O zaman gönüller tabutun içinde kalıyor. Dirilemiyor.

Yuh Baba diye birisi varmış. Cadde üzerindeymiş dükkânı. Cenazeler onun dükkânının önünden geçerek kabristana götürülürmüş. Bir cenaze geçerken Yuh Baba, kapıya çıkıp bakıyormuş ve herkese olmasa da pek çoğuna:

“Yuh olsun!” diyormuş.

Bu şekilde onun cenazeleri yuhalamasına alışan ahâlî de onun adını Yuh Baba koymuş.

Bir gün dükkânının önünden yine bir cenaze geçiyormuş. Gencin biri: «Dur bakalım bu cenazeye de yuh çekecek mi? » diye merak etmiş. Sonra bakmış ki, dükkân kapalı. Sormuş: «Bu cenaze kimin?” Demişler ki: «Yuh Baba’nın.» Genç tabuta bakmış, önceki bütün cenazeleri hatırlayarak bir anda yüksek sesle:

“Yuh olsun!” deyivermiş.

O sırada herkesin şaşkın bakışları arasında Yuh Baba, tabutun içinden başını kaldırmış ve şöyle demiş:

“Ben de onlar gibi gidiyorsam, bana da yuh olsun!”

Çok mânâlı bir kıssa. Eğer sen hazırsan, pasaportun ve vizen tamamsa, yol tedarikin yerindeyse gümrükten geçmek sıkıntı değil. Ama aksi durumdaysan, her geçit bir felâket. Son nefes gümrüğünde abdestin, namazın yoksa, için-dışın gıybet ve günahla doluysa, vizeni alamamışsan, ilk kapıda seni azap odasına alırlar, hesabı çetin bir zindana koyarlar. Ama hazırlıklı isen, ibadetin varsa, amelin varsa, üzerinde kul hakkı yoksa, gıybet, dedikodu yoksa, mezar gümrüğünden girerken cennete geçiş vizesi alırsın ki, gerisi kolaydır. Vardığın öbür âlem ülkesinde her işini yürütürsün. Önemli olan o kapıdan içeri ibadet ve kulluk vizesiyle girebilmek.
Cenâb-ı Hak bize güzel bir ölüm nasip etsin.