IBS Yetkilileriyle Dünyadaki Sahipsiz Yoksulları ve Onlara Yönelik Kurban Faaliyetlerini Konuştuk…

Unutulmuş Yoksullar Çok…

IBS olarak dünyanın fakir bölgelerinde yaptığımız yardım faaliyetlerinin bizim için iki hazzı var. Biri o insanları sevindirmenin huzuru, diğeri de Türkiye’mizi tanıtmış olmanın iftiharı.

IBS İstanbul Uluslararası Kardeşlik ve Yardımlaşma Derneği, 1994’te kurulmuştur. Kuruluş tüzüğü paralelinde tabiî âfetler; ekonomik, sosyal problemler ve siyasî krizlerden etkilenerek insanî ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma düşmüş kişilere yardımcı olmaya çalışmaktadır.

1999 Marmara ve daha sonra Düzce depremlerinde sosyal sorumluluk bilinciyle ilgili bölgelere ilk ulaşan yardım kuruluşlarından olmuş, bu çerçevede gıda, sağlık ve temizlik malzemesi temini ile bunların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını sağlayarak bu yolla on binlerce kişiye destek olmuştur. IBS, tabiî âfetlerin yol açtığı yaraları sarmada sadece yurtiçinde faaliyet göstermekle kalmamış; tsunami felâketi, Ache depremi, Pakistan depremi gibi tabiî âfetlerin yol açtığı acıları dindirmek amacıyla kamudan izinli olarak yardım kampanyaları açmış, bu kampanyalar neticesinde söz konusu bölgelerde gıda, sağlık, giyim malzemesi yardımları dışında çadırkentler, yetimhaneler gibi barınma ihtiyaçlarının giderilmesinde sorumluluklar üstlenmiştir.

Endonezya – Ache’ye bağlı Lamno yerleşim biriminde 860 adet ev, 210 kişilik bir yetimhane inşası ile tüm Ache bölgesinde binlerce kişiye gıda, giyecek, sağlık, içme suyu temin etmiş, diğer taraftan söz konusu bölgede kurban kesim ve dağıtımı organizasyonunda bulunmuştur. Güneydoğu Asya’da meydana gelen Pakistan merkezli depremde 3500 kişinin barınma ihtiyacını karşılamış, 613 çadırdan oluşan bir çadırkent, 18 tırdan oluşan gıda, giyim, temizlik malzemeleri temin etmiştir. Bu bölgede de kurban kesim ve dağıtımı yapmıştır.

IBS Afrika kıtasının yoksul ve mahrum insanları için de çaba göstermekte, Nijer’de insanî yardım çalışmaları yapmanın yanında bir içme suyu projesine de destek olmaya çalışmaktadır.

Sürdürdüğü faaliyetlerle yurtdışında ülkemizi, kültür ve medeniyetimizi temsil etme adına uğraş vermektedir. IBS, AB tarama sürecinde hükûmetin insanî yardım kuruluşları arasından AB’ye bildirdiği 4 sivil toplum kuruluşundan biridir. Ayrıca IBS, Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanımız’ın onayıyla «Kamu Yararı»na çalışan dernek statüsünü almış sayılı sivil toplum kuruluşundan biridir.

Yüzakı: Bu yıl, IBS olarak dünyanın pek çok bölgesinde muhtaç ve gariplere Türkiye’nin yardım elini uzatmak üzere büyük bir kurban organizasyonu gerçekleştirdiniz. Bu faaliyetinizden biraz bahseder misiniz?

Bünyamin ÇİL: IBS olarak bu yıl Güney Amerika’da, Afrika’da, Orta Asya’da, Endonezya’da, Hindistan’da ve Balkanlar’da kurban kestik. Gittiğimiz bölgelerde, ulaşabildiğimiz her gönül, yaptığımız faaliyetlerin ne kadar gerekli olduğunu gösterdi. Bunun yanında daha nice bizi bekleyen titrek bakışlı insanlara ulaşamamış olmanın derdi yüreğimizi kuşatmakta. İnşallah daha geniş bölgelere ve ulaşılmamış nice muhtaçlara ulaşabilme imkânı elde ederiz. Bunun iki hazzı var bizim için. Biri o insanları sevindirmenin huzuru, diğeri de Türkiye’mizi tanıtmış olmanın iftiharı.

Pek çok ülke ile Türkiye arasında kurban vesilesiyle ayrı kardeşlik bağları kuruldu. Meselâ bugüne kadar Türkiye dışındaki hiçbir Müslüman ülke organizeli bir kurban faaliyeti olarak Güney Amerika’yla temas kurmamış. Fakir halka yönelik organizeli bir şekilde ilk giden hayır derneği biz olmuşuz. Dolayısıyla insanlar, bu ilk olma heyecanını da hem kendileri yaşadı, hem de bize yaşattılar. Kendilerine muhatap bulmanın, kendilerine destek çıkan gönül dostları bulmanın mutluluğunu tattılar. Türkiye’ye selâm ve teşekkür gönderdiler.

Yüzakı: Siz bayramı Güney Amerika’da o insanlarla birlikte geçirdiniz. Bize biraz da onların durumunu anlatabilir misiniz?

Bünyamin ÇİL: Fakir, fukarâ epey çok. Meselâ «favel» denilen bölgeler var. Yani varoş dediğimiz, gecekondu dediğimiz bölgeler gibi. Buradaki insanlar son derece garip. Oldukça mezbelelik yerlerde yaşıyorlar. Tehlikeli, hastalıklı, bakımsız bölgeler. Altyapı yok. O bölgelerin insanları garip oldukları için, toplum da onları dışlamış. Çok büyük sosyal dengesizlik var. Zenginle fakir arasında büyük bir uçurum göze çarpıyor. Zenginler de kendilerine ayrı bir âlem kurmuşlar. Tabiî burada Hırıstiyan topluluğundan söz ediyoruz, Müslümanlar da bunların arasında kalmış küçük bir azınlık…

Osmanlı zamanında Osmanlı tebaası olarak oraya göçmüş Araplar, Çerkezler vesâire milletler de var. Osmanlı’dan göç etmiş oldukları için hepsine birden Türko deniyor. Dedelerinin Osmanlı pasaportları varmış; üzerlerinde «Türk» yazıyormuş. Bunun için grup hâlinde hepsine «Türko» demişler.

Yüzakı: O atmosferde kurban bayramı, herhâlde çok farklı olmuştur.

Bünyamin ÇİL: Kesinlikle. IBS’in kurban faaliyeti, onlara uzanan bambaşka bir şefkat eli oldu. Karşılıklı çok duygulu anlar yaşadık. Türkiye’deki kardeşlerimizin verdiği kurbanları elhamdülillah yüz akıyla kestik. Oradaki garip Müslüman kardeşlerimize dağıttık. Onlarla sıcak kardeşlik köprüleri kurduk. Faaliyetlerimizi devam ettirebildiğimiz ölçüde, eminim daha iyi dostluk köprüleri kurulacaktır.

Buna son derecede ihtiyaç var.

Çünkü orada her şey maddiyat üzerine kurulmuş. Her şey karşılıklı bir şey alıp verme üzerine kurulmuş. Siz karşılıksız bir sevgi gösterdiğiniz zaman insanlar şaşırıyor ve hayran kalıyorlar. Hatta gayr-i müslimlerden hidayete koşanlar oluyor. Meselâ ben oradayken Mario isimli bir şahıs Muhammed ismini alarak Müslüman oldu.

Modern dünya insanları rûhen öylesine aç bırakmış ki, en küçük alâkanıza bile büyük ilgi ve minnettarlık gösteriyorlar.

İnşallah oralardaki yardım faaliyetlerimizi her yıl devam ettirmek niyetindeyiz. Bu noktada yardımcı olan bütün hayırseverlere bilhassa teşekkür ediyoruz.

Yüzakı: Efendim, Siz hangi bölgelere gittiniz? Ne gibi izlenimleriniz oldu?

Şaban BÜYÜKDERE: Biz Senegal ve Gine-Bissau’ya gittik. Gittiğimiz yerdeki insanlar çadırlarda yaşıyorlardı. Sekiz-on metrelik bir çadır. Her şey içinde. Yatılan yer de, mutfak da, banyo da tek göz çadır. Bu şekilde ömürlerini devam ettiren pek çok insan var. Zaten malûm çoluk-çocuk da fazla. Hepsi bir çadırda hayat mücadelesi veriyorlar.

Yüzakı: Bu insanların durumları nasıl?

Şaban BÜYÜKDERE: Ben onların ne kadar ihtiyaç sahibi olduklarını size bu kurbanda yaşadığımız ve beni de çok duygulandıran, şu canlı misâlle vermek isterim:

Artık kurban işimiz bitmişti. Kesimler tamamlanmıştı. Kesim yerinden, kaldığımız yere doğru hareket ettik. O sırada dışarıda bir çocuk gördüm. Elinde dört tane paça vardı. Sevinç içinde koşarak gidiyordu. Merak edip durdurdum çocuğu. Gömmek üzere ayırdığımız bu paçaları ne yapacağını sordum. O, bununla yemek yapacaklarını söyleyince gözlerim doldu. Yokluk işte bu derecede. Çocuğa harçlık verdik. O kadar mutlu oldu ki, anlatamam. Yanımızdan ayrıldığında uçar gibi annesine doğru koşuyordu. Elinde paçalar vardı.

Yüzakı: Bu hâdise nerede geçti?

Şaban BÜYÜKDERE: Sene-gal’de. Senegal, en koyu zencilerin olduğu yer. Yardıma muhtaç çok insan var. Ülkenin % 95’i Müslüman. Türkiye’yi de çok seviyorlar ve yakından ilgi duyuyorlar.

Yüzakı: Efendim, sizin gittiğiniz yerlerden bahsedebilir misiniz?

Ömer GÜZELYAZICI: Biz kurbanı, Hindistan’da Delhi’ye araçla beş saat mesafedeki Serhind şehrinde ve civarındaki kasabalarda kestik. Serhind, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin kabr-i şeriflerinin bulunduğu yer. Kendileri, mahdumları ve torunları orada medfunlar. Bu kasabada 70 tane Müslüman yaşıyor. Evet, sadece 70 tane Müslüman yaşıyor. Fakat bütün Hindistan’da İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’ne büyük bir teveccüh ve büyük bir muhabbet var. Mart ayı içerisinde vefatının ihtifalinde 15 bin kişi toplanıyor. Kamyonlarla gıda malzemesi getirilip oradaki insanlara gıda dağıtılıyor, yemek veriliyor. Bizim kurban faaliyetimiz de orada gerçekleştirildi. Kurban etleri, küçük küçük paketler hâline getirildi ve oradaki bütün ümmet-i Muhammed’e dağıtıldı. Binlercesine dağıtıldı. Enteresandır, yani bayram namazında orada çevredeki gayr-i müslim bir topluluk olan «Sih»ler bile gelip kabr-i şerife tâzimde bulunuyorlar.

Yüzakı: Bu bayram nasıl geçti?

Ömer GÜZELYAZICI: Müthiş bir kalabalık vardı. Caminin damlarında da bayram namazı kılındı. Civar köyler, kasabalar hepsi oraya geldi. Biz kurbanın önemli bir kısmını orada kestik. Civardaki bir-iki kasabada da ufak-tefek dağıtıldı, ama yoğunlukla kabr-i şerîfin olduğu yerde kesildi.

Yüzakı: Hindistan’dan başka Ache’de de faaliyetleriniz var bildiğimiz kadarıyla…

Ömer GÜZELYAZICI: Evet, orada da kurban faaliyetimiz oldu. Ayrıca orada 200 erkek, 200 kız, 400 tane yetimimiz var. Yapılan binanın bitmesini bekliyorlar.

Yüzakı: Bahsettiğiniz bölgelerde halkın durumu nasıl?

Ömer GÜZELYAZICI: Halk çok fakir, genel olarak Delhi ve çevresinde 70 milyon insan yaşıyor. Delhi’de de nüfus 20-25 milyon arası ama çevresiyle beraber, milyonlarca sokak insanı var.

İnsanlar çok büyük bir fakr u zarûret içerisinde. Müslümanlar Hindistan genelindeki şartlara göre bir parça daha iyiler. Ama bu genel nüfusla mukayese edildiğinde böyle. Çünkü Hindistan zaten çok çok fakir bir ülke.

İnsanlar dört tane direk dikip, onun etrafına bez örtüyorlar. O bezin içerisinde bütün bir ömürlerini geçiriyorlar. Orada doğuyorlar, orada evleniyorlar. Sonra orada çocukları oluyor.

Delhi’ye ulaştığınız zaman çok ağır bir hava var. Çok dehşetli bir koku var. Bunu Delhi’de havaalanına ulaştığınız zaman her an hissedersiniz.

Çünkü Delhi’de yaşayan insanların sadece % 30’unun tuvaleti var. Onun dışındaki insanların tuvaleti yok. Bir merhum bakan dostumuz vardı. Rajiv Gandhi, Eski Hindistan Başbakanı o dostumuza: «Benim ülkemde suya hiç dokunmadan; doğan, büyüyen ve ölen insanlar vardır.» diye söylemiş. Gerçekten bunu sokaklarda da görüyorsunuz. Bütün vücutları yaralar içerisinde ve ayaklarında ayakkabı filân hiçbir şey olmayan, toz, çamur içerisinde saçları, sakalları keçeleşmiş milyonlarca insan gördük. Çok fakir ve muzdarip bir ülke…

Uzun süre İngiliz müstemlekesi olan Hindistan’ın durumu bu. İngilizler çok zengin bir imparatorluğu 200 yıl sömürerek işte bu hâle getirmişler.

Yüzakı: Siz de kurban faaliyetleri için Nijer’e gittiniz. Bize Nijer’den, oradaki halkın durumundan ve faaliyetlerinizden bahsedebilir misiniz?

Musa ŞAHİN: Bizim kurban kestiğimiz yer Nijer’in başkenti Niami’den 700 kilometre içerideydi. Yaklaşık 7-8 saatlik araba yolculuğuyla oraya gittik. Şâhit olduğumuz yoksulluk manzaraları gerçekten çok içler acısıydı.

İç kesimlerde yaşayan insanlar, büyük bir sıkıntı içerisinde. Kadınlar, devamlı başlarının üzerinde tencere türünden bir şey taşıyor; sabah evden çıkıp yağmur sularının biriktiği su göletlerine gidiyorlar. Buranın evlerine uzaklığı, 6-7 kilometre. Her gün içmek ve kullanmak üzere su bulabilmek için bu yolu aşmak zorundalar.

Yüzakı: Susuz çöllerin çilekeş insanları…

Musa ŞAHİN: Evet, köylerinde hiçbir su kaynağı yok. Orada içme suyu, en ciddî problem. Açıktaki yağmur suyunu kullanıyorlar. Havada devamlı müthiş bir toz bulutu var. İnsanın psikolojisini de etkiliyor. Güneş var ama sürekli gökyüzündeki toz bulutundan dolayı gözükmüyor.

Sonra yine kadınlar, ellerinde bir kap, sabahtan akşama kadar darı topluyorlar. Akşama kadar ne toplarlarsa onu yiyorlar. Yani bir ailenin bütün geçimi bu. İnsanların başka bir beklentisi de yok. Yarın şunu yapayım, ertesi gün bunu yapayım. Öyle bir gündemleri de yok. O gün ne bulabilirlerse onunla iktifâ ediyorlar. Sadece günü kurtarmaya çalışıyorlar.

İnsanların bile yiyecek bulamadığı bu yerlerde, var olan besi hayvanları da çok cılız. Birkaç keçi filân var. Şu manzara hep gözümün önünde:

Baktım, zayıf, zavallı bir keçi ot arıyor. Fakat hiçbir şey yok. Gitti, bir şey aldı ağzına. Bıraktı, öbür tarafa gitti. Düşünün. Hayvancağız bile orada yiyecek bir şey bulamıyorken, insan nasıl bulsun? Bunları anlatmak zor, gerçekten insanın görmesi, yaşaması gerekiyor.

Ayrıca ev diye bir şeyden bahsedebilmek çok güç. İki metre çapında ya çamurdan ya da kamış benzeri bir şeyden küp gibi bir şey yapıyorlar. Üstü dar ve açık. Bir de giriş kapısı var. Altta da tabiî tam yere oturmuyor. İnsanlar orada yaşıyor. Ailenin mutfağı, yattığı yer hepsi burası. Halk hakikaten böyle bir sefâlet içerisinde yaşıyor.

Fakat hayret edilecek bir durumdur ki, bütün sıkıntılara rağmen oldukça kanaat sahibi insanlar. Son derece mütevekkil gönülleri var. Fakat kanaat sahibi de olsalar yaşadıkları zor şartlar, onların yardıma muhtaç hâllerini ele veriyor.

Yüzakı: Peki, halkın Türkiye’ye bakışı nasıl? Bilhassa yaptığınız çalışmalar, onlarda nasıl intibâlar bıraktı?

Musa ŞAHİN: Yaptığımız çalışmalar hakikaten çok takdir gördü ve görmeye devam ediyor. Çünkü Sahra Çölü’ne yakın yerlere kadar gittik. Yani normal şartlarda ulaşılmayan ve sıkıntıların en yoğun yaşandığı kesimlere ulaştık. Tabiî bu da ayrı bir teveccühe vesile oldu.

Oradaki insanlar Türkiye hakkında pek çok şey biliyor. Türkiye’ye karşı çok derin şükran hisleri var.

Yüzakı: Cenâb-ı Hak gayret ve başarılarınızı kendi katında makbul eylesin. Bir şefkat eli bekleyen daha nice muhtaçlara ulaşmanızı ve çaresizlere çare olmanızı müyesser kılsın…

IBS: Âmîn, gözü yaşlıların tebessüm ve duaları ile hayırsever kimselerin destekleri oldukça çalışmalarımıza devam edeceğiz…