Vasiyet ve Hikmetler

Dr. Âdem AKIN – Muhammed YETİM

Cenâb-ı Hak kadını erkek için bir ayna kılmıştır. Bir şey ayna kılındığında, ona bakan kişi o sûret üzerinde ancak kendi sûretini görür. .

Muhyiddîn-i Arabî’den

VASİYETLER

Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, öncelikle Kur’ân ve sünnetten süzdüğü bilgilerin, sonra da kendisinden önce yaşayan ulemâ ve evliyanın eserlerinin ve başta Fütûhât-ı Mekkiyye’si olmak üzere bütün kendi kitaplarının özünü 201 vasiyette toplamıştır.

Vasiyet 15-C

Kadınlarla imtihan meselesine gelince… Onlara duyulan muhabbet hususunda Hakk’a yönelmek, bütünün kendi parçasını sevip ona meyl edişini ve esasen kişinin kendisinden başkasını sevmediğini görmek sûretiyledir. Çünkü kadın aslında erkeğin en kısa kaburga kemiğinden yaratılmıştır.

Erkek kadını sevmekle onu, Allâh’ın yarattığı en kâmil insan sûreti menzilesine koyar. İşte o Hakk’ın sûretidir.

Cenâb-ı Hak kadını erkek için bir ayna kılmıştır. Bir şey ayna kılındığında, ona bakan kişi o sûret üzerinde ancak kendi sûretini görür. Kadına şiddetli muhabbet beslemek ve ona meyletmekle erkek kadında nefsini gördüğü zaman kendi sûretini görmüş demektir. Bu sana apaçık aşikâr oldu ki, onun kendi sûreti de Hakk’ın kadın üzerinde yaratılmış sûretidir. Bu hâlde kişi, muhabbet, iltizaz ve vuslat yoluyla olsa da aslında sadece Hakk’ı görmüş ve sadâkatli muhabbetiyle kadında Hak fenâsı ile fânî olmuş, kendi zâtıyla kadına misli misline mukabelede bulunmuştur. Böylece kadında fânî olmuştur. Çünkü kendisinden bir cüz olan kendisinden başkası olmaz. Muhabbet erkeğin bütün eczasına nüfuz etmiş ve o külliyen kadına müteallik/bitişik hâle gelmiştir. Bu sebepten kendi mislinde küllî fenâ ile fânî olmuştur. Kendi misli olmayana muhabbet bunun hilâfınadır. Kişi böylece, şöyle diyecek kadar mahbûbuyla tek varlık hâline gelmiştir:

Ben sevdiğim kişiyim, sevdiğim kişi benim…

Diğer bazıları da bu makamda «ene’llah» demişlerdir.

Sen kendi mislin olan bir şahsı böyle bir muhabbetle sevdiğinde, sevdiğine olan şühûdun seni Allâh’a yöneltir ve sen Allah Teâlâ’nın sevdiği kullar zümresinden olursun. Böylece bu imtihan sana bahşedilmiş bir hediye hâline gelir…

Kadınları sevmek hususunda bir diğer (îzah) yol(u) ise şudur:

Kadınlar, her nevî aynî ve mislî varlık için infial (fiilden etkilenme, edilgenlik) ve tekvin (oluşturulma, yaratılma) mahallidir. Şüphe yok ki Allah Teâlâ, âlemin aynî varlıklarını, onlar infial mahalli olmadıkça yokluk hâlleriyle sevmez. Bu sebepten Allah Teâlâ yaratma kudretiyle kadına teveccüh ederek kadına: «Ol!» demiş, o da oluvermiştir. Böylece Allah Teâlâ’nın kadındaki mâlikiyeti varlık alanında açığa çıkmıştır.

(Kadında zuhur eden) bu aynî varlıklar Allah Teâlâ’nın ulûhiyet hakkını îfâ etmişler ve O’na hâl(lerin)deki bütün esmâ (isimler) ile kulluk etmişlerdir. Sen bu esmâyı bilsen de bilmesen de durum aynıdır. Allah Teâlâ’nın her bir ismi, sûreti ve hâli itibariyle -kul bu isimlerin neticesini bilmese de- kulda var olmuştur. Bu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, Allâh’ın esmâsı ile yaptığı bir duada söylediği şeydir: “…(Allâh’ım) Sen onu ya kendi gayb ilmine sakladın veya kullarından birine öğrettin…” Allah Teâlâ’nın esmâsından olanı… Yani kendisini ilim itibariyle ağyardan ayırmak için kendi aynını/zâtını bilir.

Muhakkak insanda sûret ve hâl itibariyle birçok şey vardır ki kişi onu bilmez, bunun ondaki varlığını ancak Allah bilir. Kişi bir kadını sevdiğinde zikrettiğimiz sebeplerden dolayı sevgisini Allâh’a yöneltmiş olur. Kul için ne de güzel bir fitne ve imtihan! Böylece kişi kadına duyduğu muhabbeti Allâh’a yönelttiği için Allah Teâlâ da onu sever.

Muhabbetin diğer kadınlardan ayrı olarak hususî bir kadınla alâkalı olması durumuna gelince:

Her ne kadar zikrettiğimiz bu hakikatler bütün kadınlar için geçerli ise de hususî bir kadına muhabbet, iki şahıs arasında yaratılış, rûhî görüş ve tabiî mizaç itibariyle rûhânî bir irtibat bulunmasından kaynaklanır. Bu tür muhabbetler bazen belirli bir vakte dek sürer, bazen de ölünceye dek… Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Âişe vâlidemize olan muhabbetinde olduğu gibi bazen alâka asla son bulmaz. O, bütün hanımları içerisinde en ziyade muhabbet duyduğu kişi idi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in -aynı zamanda Hazret-i Âişe’nin babası olan- Hazret-i Ebûbekir’e duyduğu muhabbet de buna benzer. Şahısları belirli olan bu tür dâimî münasebetlerin birinci sebebi bu zikrettiğimiz şeydir.

Aynı şekilde mutlak muhabbet, mutlak duyuş ve mutlak ru’yet gibi Allâh’ın bazı kullarında bulunan hâller âlemde başka şahıstan ayrı olarak herhangi bir şahsı tahsis etmez. Yanında hâzır bulunan her bir şey onun mahbûbudur ve o onunla meşguldür. Bununla beraber bazı şahıslar için hususî bir alâka sebebiyle oluşan özel meylin mutlaklıkla beraber bulunması gerekir. Âlemin yaratılışı bu mutlaklığa dâhil olan her bir fert için takyidi gerekli kılar. Zaten kâmil kişi de takyid ile mutlaklık arasını birleştirebilendir.

Mutlaklığa örnek, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazretleri’nin: “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: Kadınlar…” şeklinde başlayıp devam eden hadîs-i şerifleridir. Burada kadınlar içinden herhangi bir kadını tahsis etmemiştir. Takyide örnek ise, Hazret-i Âişe’ye diğer hanımlarından daha fazla muhabbet duyduğuna dair rivâyet edilen hadîs-i şeriflerdir. İlâhî ve ruhânî bir yakınlık, Hazret-i Âişe’yi diğerlerinden farklı olarak takyid etmiş özelleştirmiştir.

Birinci madde (fitne ve imtihan maddelerinin birinci maddesi olan kadın sevgisi) hususunda bu zikrettiklerimiz, anlayış sahipleri için yeterlidir.

El-Hikemü’l-Atâiyye’den

HİKMETLER

Ahmed Bin Muhammed İbn Atâullah El-İskenderî’nin eşsiz ve ölümsüz eseri olan el-Hikemü’l-Atâiyye 264 veciz hikmetten oluşmaktadır. Bu hikmetlerin muhtevası üç kısımda toplanır:

1. Arı duru Allah inancı, yani tevhid,

2. Güzel ahlâk,

3. Nefsi her türlü kötülükten temizleyerek Allah yoluna girmek.

HİKMETLER XVIII
Hikmet 156:

Ancak kendisi için delil olan şeyi velî kulları için delil kılan ve ancak kendisine ulaşmak isteyen kişiyi onlara ulaştıran Allah’ı tesbih ederim.

Hikmet 157:

Allah Teâlâ, seni bazen melekûtunun gayb sırlarına muttalî kılar ama kulların sırlarını görmekten perdeler.

Hikmet 158:

Kim kulların esrarına muttalî olur ama ilâhî rahmetle ahlâklanmazsa, onun bu muttalî oluşu, kendisi için bir fitne ve vebâli kendi üstüne çekmeye sebep olur.

Hikmet 159:

Nefsin günahtan duyduğu haz apaçık bir şekilde zâhirdir, âşikârdır. İbadet esnasındaki hazzı ise bâtınîdir, gizlidir. Gizli olanın şifası ise, aşikâr olan şeyden daha zordur.

Hikmet 160:

Bazen halk seni görmez hâldeyken bile kalbine riyâ girebilir.

Hikmet 161:

Halkın, senin hususî hâllerini bilmesini arzulaman kulluğunda sadâkat sahibi olmadığına delildir.

Hikmet 162:

Hak Teâlâ’nın sana nazarı sayesinde, halkın nazarından kendini sakla. Hakk’ın sana olan teveccühünün müşahedesiyle de, halkın teveccühünden kendini gizle.

Hikmet 163:

Kim Hakk’a ârif olursa, her şeyde O’nu müşahede eder. Her kim Hak’ta fânî olursa (O’ndan başka) her şey ona gâib olur. Ve her kim ki Hakk’ı severse, O’ndan başkasına meyil ve iltifat etmez.

Hikmet 164:

Hak Teâlâ’nın, sana çok fazla yakın oluşunun şiddeti, O’nu senden perdelemiştir.

Hikmet 165:

O, zuhurunun şiddetiyle perdelenmiş, nûrunun azametiyle de gözlerden gizlenmiştir.

Hikmet 166:

Senin dua ve talebin Allah Teâlâ’nın sana ihsanda bulunmasına sebep olarak görülmesin, bu senin O’na dair anlayışının kıtlığındandır… Dua ve talebin kulluğunu izhar etmek ve O’nun rubûbiyet hakkını yerine getirmek için olsun.

Hikmet 167:

Senin sonradan meydana gelen talebin, ezelde verilmiş ihsana nasıl sebep olabilir?