Güzel Niyet, Güzel Âkıbet…

Bünyamin ÇİL

Bir müslümanda olması gereken dik duruşu, küçüklere olan sevgisi, samimiyeti, merhameti yanında büyüklerine olan sonsuz bağlılık ve teslimiyeti, herkes gibi beni de derinden etkilemişti.

Denizlili Ali EGE Abi olarak tanırdı herkes onu. Kendine has bir meşrebi vardı. Hiç kimseye uzak durmaz güzel hâllerinde tebrik eder, yanlışlıklarını gördüğünde hiç çekinmeden uyarırdı. Sıcak bir baba gibiydi. Nasıl bir baba evlâtlarına yeri gelince hoş davranır, yeri gelince azarlarsa, Ali Abi de öyleydi. Ama her hareketini karşısında evlâtları olarak gördüğü kişileri irşad etmek niyeti ile yapardı. Bu samimî niyetine binaen herkes onu sever ve üzmek istemezdi.

Kalp rahatsızlığı sebebiyle İstanbul’da bulunduğu son iki ayında devamlı beraber olma şerefine nâil olmuştum. Bu süre zarfında Ali Abi’yi daha yakından tanıma fırsatı buldum. Bir müslümanda olması gereken dik duruşu, küçüklere olan sevgisi, samimiyeti, merhameti yanında büyüklerine olan sonsuz bağlılık ve teslimiyeti, herkes gibi beni de derinden etkilemişti. Ameliyat olduğu hastanedeki doktorlar, hemşireler ve personel her sabah yanına gelirdi. Kimi bir hizmeti olup olmayacağını sorar, kimi ise dua etmesini rica ederlerdi.

Bazı zamanlar hastaneden geçici olarak taburcu edilir ve Hüdâyî Vakfı’nın misafirhanesinde kalırdı. O misafirhanede Hüdâyî Hazretleri’nin türbesine bakan odada kalır, devamlı türbeye bakarak tesbih çekerdi. Bazı zamanlar gözyaşlarına boğulur yanına vardığımda:

“–Yâ Rab bu âciz kulunun rûhunu ne olur ya Haremeyn’de ya da Hüdâyî’de al.” diye dua ettiğini duyardım.

Ameliyatının bitip İstanbul’dan ayrılma günü geldiğinde kendisinde hüzün ve sevinç bir aradaydı. Sevinçliydi Denizli’deki kardeşlerine kavuşmanın heyecanı vardı. Hüzünlüydü Hüdâyî Hazretleri’nden ayrılmanın üzüntüsü içindeydi.

Bu duygularla Hüdâyî Vakfı’nın bahçesinde kendisini götürmek üzere gelen arabaya yönelmişti. Son bir defa türbeye bakmış, dua etmişti. Gözyaşlarını saklayarak arabaya binmeye çalışıyordu. Ben de kapıya yaklaşıp duasını almak için eğildiğimde sol ayağını arabaya almış, ama sağ ayağını atamamış olduğunu gördüm. Hemen yardım edip ayağını arabaya koymasını sağladım ve kapıyı kapattım. Tebessüm ederek kafasını teşekkür eder gibi salladı. O arada şoför arkadaşa yavaş gitmesini rica ettim.

Tekrar Ali Abi’nin bulunduğu yere geldiğimde uyumuş olduğunu gördüm ve bu kadar kısa sürede uyumasına hayret ettim. Araba hareket edip uzaklaşmaya başlayınca kimseye el sallamaması, orada bulunanları şüphelendirse de hiçbirimiz «rûhunu teslim etti» diyememiştik.

Ama az sonra arabanın durmasıyla duyulan çığlık ve hıçkırıklar Ali Abi’nin Hüdâyî arsasından çıkmadan rûhunu teslim ettiğinin bir işaretiydi.

Ali Abi yine böyle bir Ocak ayında yaşadığı gibi sessiz ve yük olmadan rahmete gitti. Dualarını kabul eden Rabbimiz rûhunu Hüdâyî’nin bahçesinden çıkmadan yanına aldı.

Ne güzel niyet ve ne güzel bir âkıbet…

Rabbimiz hepimizin son nefesinde îman nasip eylesin.

Rûhuna üç İhlâs bir Fatiha…