Ah Fildişi Kuleler!..

Naci ÖZTÜRK

Fildişi kulelerin sadece adı kule. Aslında onlar bir gayya çukuru. Orada gören gözler, görmezleşiyor. Duyan kulaklar sağırlaşıyor.

Tevazû ve gönül insanı olabilme sırrından uzak kimseler keneye benzer. Dâima kendi rahatları için zevk u safaları için emecek damar ararlar.

İnsanlar maddeten ve mânen her zaman yükselebilirler. Yükselmelidirler de. Bunda herhangi bir problem yok. Aksine rahmet var. Fakat fildişi kulelere çekildiklerinde iş değişiyor. Çünkü fildişi kulelerin sadece adı kule. Aslında onlar bir gayya çukuru. Orada gören gözler, görmezleşiyor. Duyan kulaklar sağırlaşıyor. Meselâ tarihte Karun’un hâli bunun en ibretli delilidir. İnsanlar hep böyle şahıslardan çekmiştir.

Yani fildişi kulelerinde Karun tabiatlı olarak yaşayanlar, hem kendilerine zarar veriyorlar hem de çevrelerine. Ülkemiz ve insanımız tarihten beri hep böyle Karun meşrepliler yüzünden ne sıkıntılar yaşamıştır. Bazen bu tipler, sadece servet Karun’u olmuyor, bir de ilim, irfan ve ahlâk Karun’u oluveriyorlar.

Bu sebeple aydın geçinenlerin bir kısmı, kendini hep yücelerde görüyor, halkını ezilecek bir böcek gibi sürekli yerde farz ediyor. Bunlar hiçbir zaman insanına samimiyet ve iyi niyetle kucak açmamış kimselerdir. Bunlar neticede halkın öfkesine muhatap olmuşlardır.

Seviyesiz aydın tipleri, hâdiseleri sürekli kendi pencereleri etrafında döndürmek isterler. Onların şeytanî yaklaşımlarına göre Anadolu insanı geri kafalı yaftasını yemiştir. Bu temiz halk, ilim ve medeniyeti temsil edenleri anlamaz gibi yaygaraların temeli, bağıran seslerin anlayışsızlıklarıdır. Yani işin özündeki gerçek, her zaman başka. Bizim insanımız basiretlidir. O, medeniyet, ilim ve irfandan değil, onları temsil edemeyen sefil aydınlardan uzak durmuştur. Karşılarında kılıfları kaf dağı gibi olan içleri de bir nefes kadar dolu olmayan kimselerin faziletsizlik, merhametsizlik, alaycılık ve ahlâksızlıklarından bıkmış, nefret etmiş ve tiksinmiştir.

Bir öğretmen tarafından kızı ziyan edilen kimse, bu kirliliğin şahsında eğitimden bile ürker hâle gelmiştir. Gece gündüz yüce değerlerine saldıran yazarların toz ve dumanından boğulan dimağlar, bu kasıtlı yan bakışlar ve tuzaklar karşısında basın ve yayın organlarına karşı oldukça soğumuştur. Bu durumda okuyanlar azaldı, ifadesinden çok okunabilecekler azaldı gerçeğini görmek lâzım. Bu millet işte bu gerçeğin aynası. Çünkü bu millet, bu Anadolu insanı hakikatte yetişmiş ilim ve irfan sahibi kimselerin meselâ Yunusların, Mevlânâların, Ahmet Yesevîlerin, Şâh-ı Nakşibendlerin, Abdulkâdir Geylânîlerin hem yetiştiricisi hem hayranı hem de âşığıdır. Hem de yüzyıllar boyunca bu böyledir. Bunun sebebi o âbide şahısların temiz, basiretli, faziletli, halkla iç içe mütevâzı hayatlarıdır. Bunun sebebi, o büyük insanların büyüklük taslamadan yaşamalarıdır. Bunun sebebi, o nâdide gönüllerin gönülleri fethetmeleridir. Her şeyi Hak rızâsı için ve Hak rızâsına uygun yapmalarıdır. Kırmadan, incitmeden, incinmeden, hakir görmeden ve fildişi kulelerden uzak bir şekilde gönül insanları olabilmeleridir. Çünkü onlar bilmişlerdir ki, fildişi kuleye çekilenler, tevazû sırrına fersah fersah uzaktırlar.

Tevazû ve gönül insanı olabilme sırrından uzak kimseler keneye benzer. Dâima kendi rahatları için zevk u safaları için emecek damar ararlar. Kan emilecek en kirli deri bile onlar nazarında her şeyden kıymetli hâle gelir. Bu da insanlık ayıbıdır, hüsranıdır. Fakat kalben olgunlaşmış ârifler bu hallerden tamamen beridir. Onlar, kendileri aç bile olsalar, zorluklar içinde yaşasalar bile kene gibi olmaya meyletmezler. Çünkü onları gönülleri sonsuzluk semalarına kanat açmıştır. Yere çakılıp kalmak, işlerine gelmez. Istırap ve keder, gönüllerinin biricik dostu, en kıymetli terbiyecileridir.

Çünkü;

Kendisini tanıma makamına ulaşan her şuur, sonsuz bir hürriyet içinde hak ve hakikati kavrar. Bu kavrayıştan mahrum kalanlar ise nice ilim sahibi de olsalar, sadece şuursuz, hissiz bir ömür girdabında boğulur, helâk olurlar.

Nasıl ki dünyevî gözler parıl parıl yanan güneşe bakamıyorsa dünyaya dalanlar da hikmet nûrunu seyredemezler, göremezler. Çünkü hangi kalbi dünya sevgisi istilâ etmişse, artık oraya hayır ve güzellikler adım atmaz.

Bu bakımdan gönüllerden öncelikle dünya meyli tamamen silinmelidir. Gözleri tıkayan çer-çöp dünya, vuslat yolunu kesmemelidir. İnsan o zaman sonsuzluk sırrını kavrar ve ebedî hazların sarhoşu olur. Tattığı bâkî lezzetler, fânî ve gel-geç lezzetleri silip süpürür. Ancak durum tersine gerçekleşirse insanlar, balçığı bal zannetmenin gafleti içinde perişan olurlar. Âhiret mayını olan günahların avı hâline gelirler. Bugün en çok satan gazetelere bakın. Bunlar çıkarları uğruna “okunan gazete” fikrinden sapıp da “bakılan gazete” olma yolunda yarışmıyorlar mı? Şehvet duygularını körükleyerek hareket etmek, bugün nice ciddî ve muhafazakâr yayın organlarının bile çekinmediği, hatta ihmal etmediği bir vâkıa değil mi? Tabiî işler fildişi kulelerde değerlendirilince bunun adı yayında profesyonellik oluyor. Fakat İbrahim REFİK’in notlarında yer alan şu bilgi daha yerinde bir profesyonel bakış olarak hepimiz için önemli bir ibret:

Amerika’da bir grup Türk öğrenci bir üniversitenin kütüphanesine Türkçe gazete okumak istediklerini bildiren bir dilekçe verir. Türkiye’nin büyük gazetelerinden biri, birkaç günlük gecikmeyle de olsa, gelmeye başlar. Aradan kısa bir süre geçmiştir ki gazeteler iptal edilir. Kütüphane yetkililerine başvuran öğrenciler Türkiye adına üzücü ve utanç verici şu cevabı alırlar:

“Böyle müstehcen bir gazeteyi kütüphaneye bu şekilde koymamız imkânsız.”