Masal

Ayla AĞABEGÜM

Anne, baba ve evlâtlardan oluşan aile fertlerine son yıllarda yeni bir fert daha eklendi. Teklifsizce aile içine girmiş, başköşeye oturmuştur.

Çocuk gönlüm kaygılardan âzâde/yüzlerde nur, ekinlerde bereket/şakağımda annemin sıcak dizi… Bu mısralar beni çocukluğuma götürdü. Yüzlerde nur mısrası, devrin insanlarını hatırlattı. Harp sonrası yokluk yılları, verilen şehitler, vatan topraklarında hür yaşamanın huzuru, inançlı insanların yüzlerine akseden nur. Türk insanının yoklukla, ateşle imtihanından sonra yaşanan millî ve mânevî değerlerimize bağlı kalarak hayata devam etmenin huzurudur.

Ekinlerde bereket, uçsuz bucaksız Anadolu toprağının işlenmesiyle, kaynakların değerlendirilmesiyle huzurlu günlere gitmenin yollarıdır. Şakağımızda hissedeceğimiz annemizin sıcak dizi gelecekte karşılaşacağımız zorluklara karşı direnebilmenin sembolüdür. Benim için mısralar yaşadığım yılların acı veya tatlı hâtıralarının özetidir.

Bereketli topraklar, tarlalarıyla, ağaçlarıyla, ormanlarıyla, yeraltı zenginlikleriyle doymayan insan nefsinin talan alanıdır. Bu alan içinde nefsini yenemeyen dış güçlerin, şirketlerin, zenginlerin sayamayacağımız kadar çok olan sebeplerle devletin yönetimini de yanlarına alarak (her devirde) yok edilmeye çalışılmasıdır. Bunu seyreden ve çaresiz olan insanların yüzlerinde huzurun nûrunu görmek mümkün olamayacaktır. Ve bugünün çocukları, yıllar sonra bu şiirin anlamını kavrayamayan yetişkinler olacaktır.

İnsanların yüzlerindeki nur inancın sembolüdür, içinde yaşadığımız aile mutluluğunun da sembolüdür. Aile, tek başına yaşayan bir topluluk değildir. Akrabalarıyla, komşularıyla, mahalle sakinleriyle bir bütündür. Bu bütünlüğün korunmasında, mânevî ve kültürel değerlerimize bağlı olarak yaşamamız önemlidir. Bağlılığın devamında, resmî kuruluşlarımız, mahallî yönetimlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız, medyamız, düşünceleriyle topluma yön veren insanlarımız sorumluluk yüklenmeli, aksayan yönlerin ve yeni projelerin duyurulmasında medya yardımcı olmalıdır.

Anne, baba ve evlâtlardan oluşan aile fertlerine son yıllarda yeni bir fert daha eklendi. Teklifsizce aile içine girmiş, başköşeye oturmuştur. Kimseye söz hakkı tanımaz, zaten o aile içine girmeden, aile içinde yer alan dedeler, nineler, teyzeler, halalar, dayılar çoktan evlerden uzaklaşmış, huzur onların uzaklarda yaşamasında aranmıştır. Bu yeni fert bizim için önemlidir. Onun için aile içindeki konuşmalarımız, dertleşmelerimiz de unutulmuştur. Sabah kuşağında hanımlarımızın yani annelerimizin, tatil günlerinde bütün ev halkının beraberce seyrettiği televizyon programları; aile yapısını sarsacak, yanlışlar her gün seyredile edile, farkına varmadan ailenin doğruları hâline gelecektir. Televizyon yetkilileriyle yapılan toplantıda RTÜK kesin kararını bildirmiş, bazı programlara katılanlara «hayır!» denmiştir. «Bu kararla ne değişmiştir?» diye merak ederek bir kanalı açtım ve on dakika seyrettim. Sunucu hanım aynıdır. Televizyonda olan konuklarına bir soru sorar; -dizinin birinde- çocuğunun ameliyatına para bulamayan anne, patronun ahlâksız teklifine nasıl cevap vermelidir? Sunucuya göre annenin «Evet!» demesi mecburîdir. Bu evet ahlâksızca bir davranış olarak görülmemektedir. Seyrettiğim bölümde seyircilerden ses çıkmaz, sunucuyla aynı noktada birleşirler. Bugün Türk toplumundaki namus kavramı; giyinişiyle, diliyle, hareketleriyle, sonra da fikirleriyle tasvip etmediğimiz bir şekilde yok edilmek için bilerek veya bilmeyerek sunucularla yapılmaktadır. Kimin sayesinde diye düşünürsek, aldığımız ürünlerle, zengin ettiğimiz patronlarla veya o patronların sponsor olarak veya reklâm vererek zengin ettiği televizyon patronlarıyla…

Sonuç; bir mânevî depremle karşı karşıyayız. Maddî depremin zararından korunmak için çareler arıyoruz, çalışmalar yapıyoruz. Bu konuda uzmanlar konuşuyor, ilgili resmî kurumlar göstermelik bile olsa harekete geçiyor. Depremle yok olan evler, fabrikalar, okullar… Sonradan onarılıyor, ölenler olmuştur, yakınları acıyla hayatları boyunca yaşayacaktır. Kapınıza geldim diyen mânevî depremin sonucundan bütün millet zarar görecektir. Sonucuna katlanmayı düşünmeye cesaretiniz var mı? Bu sonucun sonunda ahlâksız tekliflere «Evet!» diyen anneleri, genç kızları, daha doğrusu depremzede aileleri düzeltmek için, maddî deprem sonunda kullandığımız taşlar, çimentolar, kaynaklar yetmeyecektir.

Devlet büyüklerimiz yurt dışında olan bir deprem için zenginleri toplamış, onlardan yardım istemişti. Şimdi sıra bizde. Anneler, babalar, öğretmenler, vatanını seven bütün insanlar! Kapımızda olan mânevî depremi önlemek için yetkililere seslenelim. Televizyon sahipleriyle, zenginlerle yapacağınız toplantıda vakit geçirmeden çareler aranmalıdır. “Aile, Türk toplumunun temelidir.” (T.C. ANAYASASI MADDE: 41) 1997 yılında aileden sorumlu Devlet Bakanı Işılay SAYGIN döneminde; «III. Aile Şûrası» yapılmış 200’e yakın bildiri sunulmuştur. Ben de Türk Edebiyatı Vakfı adına katılarak tebliğ sunduğum «Kitle İletişim Araçları» komisyonundaydım. Tebliğimde ve komisyonumuzun sunduğu raporda bütün konular detaylı bir şekilde incelenmiş ve çözümler sunulmuştur. Sonuç bildirgesinde ise, izleme ve denetleme kurulunun oluşturulmasına karar verilmiştir. İzleme ve denetleme kurulu; üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve resmî kuruluşlardan oluşacaktır. Danışmanlar ise dalında uzman olacak, çevrilen dizilerin de danışmanları olacaktır. Spikerler, sunucular, program yapımcılarında aranacak şartlar belirlenecektir. Bana kalırsa yetkililer medya ile ilgili bölümdeki şûra kararlarını -yapacakları toplantıda düşünmeleri için- televizyon yöneticilerine, reklâm verenlere ve sponsorlara dağıtmalıdır.

Gazetelerin manşetinden verilen bir haber düşündürücüdür. Millî Eğitim Müsteşarı’nın toplantısında bir öğretmen dinlerken sakız çiğnemektedir. Bu haberden hareketle değişen değerlerimiz konusunda bir hükme varmak mümkündür.

Küreselleşme böyle mi olmalıydı?