Sultan III. Selim’in Beste Odası

Can ALPGÜVENÇ

Aynalıkavak Kasrı, yeni düzenlemelerle bir
«müze-saray» olarak halkın ziyaretine açıldı.

Sultan III. Selim’in Beste Odası

Eğer bu mekânda gözlerinizi bir an için kapatırsanız, kulaklarınızın sultanın üflediği duygu ve derinlik dolu ney nağmeleriyle dolduğunu duyar gibi olursunuz.

Osmanlı Hânedanı’nda irsî olan sanatkârlık özelliği, Sultan III. Selim’de de kendini gösterir. Padişahlar arasında, özellikle mûsıkî alanında onun apayrı bir yeri vardır. III. Selim, saltanatı müddetince, devlet işlerinin ağırlığından fırsat buldukça, mûsıkî ile de ilgilenir, şehzadeliği dönemindeki kadar olmasa da birçok eser besteler, pek çok mûsıkî makamı terkip eder; tambur çalar, ney üfler. Günümüze 108 kadar eseri ulaşan bestekâr Sultan III. Selim, Mevlevî âyininden köçekçeye kadar pek çok formda eser bestelemiş, eserleriyle mûsıkî sanatımızın gelişme ve yükselmesinde büyük etkisi olmuştur.

Sultan, Mevlevîliğe derin bir sevgi ile bağlıdır. Rûhundaki sanat zevkinin gelişmesinde, bu felsefenin yeniliğe ve güzelliğe açık oluşunun etkisi büyüktür. Her fırsatta İstanbul’daki Mevlevîhânelere gitmekte, semâ seyretmekte, âyin dinlemektedir. Fakat o bununla yetinmez, kendi terkibi olan sûz-i dilârâ makamında nefis bir âyin-i şerîf besteler. Bu eser, Galata Mevlevîhânesi’nin resmî açılışında, fevkalâde parlak bir şekilde icra edilir. Âyin’in «Birinci Selâm»ının sonundaki “İhsan meded, Gufran meded” bölümü icra edilirken, mutrıb heyetinin takdir dolu bakışları kendiliğinden, padişahın olduğu yere yönelir. «Üçüncü Selâm»ın sonuna gelindiğinde coşku doruk noktasına çıkar.

Ey kâşif-i esrâr-ı Hüdâ Mevlânâ
Sultân-ı bekâ şâh-ı fenâ Mevlânâ
Aşk etmededir hazretine böyle hitâb
Mevlâ-yı gürûh-i evliyâ Mevlânâ

Hazreti Mevlânâ’ya sevgi ve bağlılığın açık ifadesi olan bu sözler, çağında modern sayılabilecek farklı nağmelerle geçilir. Bu: «Yörük Semâî» bölümünde de coşku, azalmadan sürer. Bu sırada dedelerin nükteli bakışları, hünkârı bir kat daha ferahlatır, memnun eder. Âyin sona erdiğinde, her birine iltifatlarda bulunur, hediyeler verir.

“III. Selim bu eseri ile o gün için sınırlı sayılabilecek, âyin formundaki eserlere kapı açmıştır. Zamanındaki ve sonraki dönemlerde âyin bestekârlığındaki artış dikkat çekicidir. Sûz-i Dilârâ takımın, sultanın tüm eserleri içinde ayrı bir yeri vardır. Yepyeni nağmelerde donanmış bu eserde, son derece ağırbaşlı, yüksek bir kültür ve zevkin, klâsik ölçülerde abartısız bir ifadesi görülür.”

Acaba bu ince ruhlu bestekâr, iç âlemini aksettiren bu zarif nağmeleri, güfte kullanımına uygun bu ritmik anlayışı, her biri büyük ilham eseri bu melodileri hangi mekânda besteliyordu? İlhâmî mahlâsıyla, duygu yüklü şiirler kaleme alan sultana, bu ilham nerede ulaşıyordu?

“BUYUR ŞEVKETLİ ŞÂHIM!”

Sanatkâr sultanın bu lirik ve akıcı eserlerine ilham kaynağı olan mekân, Aynalıkavak Kasrı’nın Beste Odası’ydı.

Bu kasır, Haliç kıyısının hemen yakınındaki dikdörtgen bir bahçe içerisindedir. Yüksek duvarlar bahçeyi Okmeydanı, Tersane ve Hasköy’den ayırır. Kasrın dış dünya ile bağlantısı, adı geçen semtlere yönelen üç kapı iledir. Bu geleneksel Osmanlı sarayı, deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı görünümüyle, eğimli zemine uygun bir yerleşim gösterir. 443 metrekarelik bir alan kaplayan plânı, uzun eksen üzerine yerleştirilen çifte dîvânhâne çevresinde gelişir. Eksen ve sofaların bir tarafında arz odasıyla birlikte üç oda, öbür tarafta giriş sofasıyla beraber iki oda bulunur.

Arz odası olarak isimlendirilen «Dîvânhâne», sadece dışarıdan görülebilen yüksek bir kubbeyle vurgulanır. Kubbe, sultanın yönetici kimliğini, dinlenme mekânında da belirten bir işaret niteliğindedir. Burası, sultanın önemli misafirlerini kabul ettiği yerdir. Tavan eteğinde Sultan III. Selim’in altın yaldızlı tuğrasını taşıyan bu mekân, zarif nakışlarıyla geleneksel süslemelerimizi yansıtır.

BESTE ODASI’NDAKİ SIR!

Beste odası, yapı içindeki konumu ve günlük hayatla ilgili mimarî unsurlarıyla sultanın hususî hayatına ayrılmıştır. Bu mekânın, «Beste Odası» olarak tanınmasındaki en önemli sebep, Sultan III. Selim’in bestekâr şahsiyetidir. Sultan kasra geldiğinde, «mûsıkî icrası» için her zaman bu odayı kullanmıştır. Burada, gözlerinizi bir an kapadığınızda, kulaklarınızı sultanın üflediği duygu dolu ney nağmeleri doldurur! Güftesi Ahmet Eflâkî Dede’nin olan ve bütün âyinlerde kullanılan «Ey ki hezâr âferin, bu nice sultan olur!» sözleri, notalardan meydana gelen rengârenk ışık demetleri hâlinde gönlünüzün her yanını kaplayıverir.

Odanın bütün duvarlarını, alt pencerelerle kapı üstlerini çepeçevre dolanan, -lâcivert zemin üstüne, altın varakla kabartma- yazılı bir kuşak, benzerleri Topkapı Sarayı’nda da görülen geleneksel bir uygulamadır. Bu nâdide mısralar dönemin ünlü şair ve mutasavvıfı Şeyh Galib’e, nefis ta’lik hat ise dönemin kudretli hattatlarından Mehmed Yesârî’ye aittir. Şiirde Sultan Selim övülür, onun yenilikçi şahsiyeti vurgulanır, Hünkâra dualar edilir.

Şehinşâh-ı cihân Sultan Selîm-i ma’delet-mu’tâd
Ki oldur eyleyen cümle ibâdı gussadan âzâd

Sultanın tuğrasını taşıyan şiirdeki tarih 1792’dir. Odadaki yazıların meydana getirdiği yatay hareket, mekândaki dikdörtgen biçimli seyir pencereleriyle alçı şebekeli ve vitraylı tepe pencereleri arasındaki derin sükûneti ustaca tamamlar. Sağır duvarla, tepe pencerelerinin arasındaki alçı kabartma çiçekli vazolar ise, III. Selim döneminin üç boyutlu, tabiat tasvirlerinin en zarif örneklerindendir.

Zemini hasır kaplı olan bu odanın üç cephesini çepeçevre sedirler kuşatır. Beste Odası’ndaki mangal ve kandil gibi geleneksel döşeme unsurları, bugün artık yok olan yaşayış şeklinin son numûneleridir.

“Aynalıkavak Kasrı’nın bu mekânı, bir bakıma geleneksel konutun gelişimi konusunda verilebilecek en somut örneklerden birisidir. Bir toplumun yaşama biçimi, değişen, gelişen istekleri, mimarlığın bunu çözmedeki ustalığı, yalınlık içindeki incelikli arayışı, bu mekâna da yansımaktadır.”

OK HEDEFLERİ «AYNA», DESTEKLERİ «KAVAK»!

Günümüzde «Aynalıkavak Kasrı» adıyla anılan, fakat aslında Aynalıkavak Sahil Sarayı’nın bugüne ulaşan tek birimi olan kasır, Haliç’te Hasköy, Okmeydanı ve Kasımpaşa semtleriyle kıyı şeridi arasında kalan alanda yer alır. 16’ncı asırda, tersanenin bu bölgede yerleşmesi üzerine, Okmeydanı’nın sahile bakan yamaçlarındaki bu geniş arazi «Tersane Bahçesi» adıyla anılır. Bu bahçede, yapımı belgelenen ilk kasır, Sultan I. Ahmed’in emri üzerine inşa edilir. Hünkâr 1613’te, Edirne’ye gideceği günlerde, Tersane Bahçesi’nde bir kasır yapılmasını ferman eder, 1614 Şubat’ında Dersaadet’e döndüğünde, yapımı henüz biten bu kasırda kalır. Bu sarayda doğan Sultan İbrahim, kendi döneminde Haliç kıyısında bir saray daha yaptırır. Sonradan eklenen köşklerle birlikte, kasırların sayısı altıya çıkar ki, bunların dördü haremde, ikisi mâbeyindedir.

Devlet-i Âliyye’de çok sevilen bir spor dalı olan okçuluk, sarayın arkasındaki Okmeydanı sırtlarında yapıldığından, padişahlar bu saraya sık sık gelir ve bu köşklerde kalırlar. Lale devri hükümdarı Sultan III. Ahmed (1718-1730) zamanında, Haliç ve özellikle Kâğıthane Deresi meşhur bir mesire yeri hâline geldiğinden, Aynalıkavak Sarayı o güne kadar kazandığı itibarı korur, hattâ çok hareketli günler yaşar. Saraya yapılan yeni ilavelerle birlikte farklı bir konum kazanır. Bu devirde İstanbul’a gelen ve saraya girme imkânı bulan ünlü seyyah La Montraye, Aynalıkavak adının, saray odalarındaki irili ufaklı aynalardan geldiğini belirtirken, bir başka görüş şöyledir: O tarihlerde, ok hedefleri için «ayna», bunların destekleri için «kavak» tabiri kullanıldığından, saray bu adı Okmeydanı’ndaki okçuluk sporundan almıştır.

***

18’inci asır sonlarında, dîvânhânesinin büyük kısmı denize çakılı kazıklar üzerinde olan Aynalıkavak Sarayı’nın bazı yapıları yıkıldı, arazisinin bir kısmı tersaneye verildi, kıyıdan, yüksek ve ayırıcı duvarlarla tecrit edildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Tersane Komutanlığı’nın denetimi altında bulunan kasır, 1975’ten itibaren Millî Saraylar İdaresi’ne verildi. 1984’te gerçekleştirilen «Millî Saraylar Sempozyumu»nun ardından, geliştirilen bir dizi kültür faaliyetiyle birlikte, yeni bir fonksiyon kazandı. Yeniden düzenlenen tarihî bahçesiyle birlikte, bir müze-saray olarak halkın ziyaretine açıldı. Kasrın zemin katı, yeni bir düzenlemeyle bir sergi mekânına dönüştürüldü. Bu katta, halka sürekli hizmet veren bir «Türk Çalgıları Sergisi» açıldı.