Bir Cemiyetin Istırabı

B. Cahit ÖZDEMİR

Bir zamanlar Avrupa’da, Türklerin hayat tarzını taklit etmek modaydı. Özellikle yüksek tabakada, Türkçe konuşmak, Türkler gibi giyinmek, bir farklılıktı. Zamanın meşhur müzisyenleri için, bir «Türk Marşı» yazmak âdetti.

Vaktin bazı yabancı seyyah, resmî vazifeli ve diplomatlarının eserlerinde, muhteşem mâzîmize ait bir devrin içtimaî yapısı, hayranlık ifadeleriyle şu minvalde tasvir ediliyor:a

Fransız Du Loir’in 1654 tarihli seyahatnâmesinde: “Bu memlekette hemen hiçbir cinayet vak’ası duyulmaz; eğer bir iki fevkalâde vak’a zuhur edecek olursa, onlar da ya ânî bir feveran neticesinden veyahut yol kesen haydutların şekavetlerinden ibarettir.”

Yine Fransız seyyahı A. De La Motraye (1727): “Hırsızlara gelince, bunlar İstanbul’da son derece nâdirdir. Ben Türkiye’de takriben 14 sene kaldığım hâlde, bu müddet zarfında hiçbir hırsızın orada ceza gördüğünü işitmedim. Yol kesen haydutların cezası kazıktır. Ben bu memlekette geçirdiğim müddet zarfında yalnız altı haydudun kazıklandığını işittim; onlar da hep Rum cinsindendi. Türkiye’de yankesicinin ne olduğu malûm değildir; onun için ceplerin el çabukluğundan korkusu yoktur.”

İngiltere sefiri Sir James Porter (1769): “Türkiye’de yol kesme vak’alarıyla ev soygunculukları ve hattâ dolandırıcılık ve yankesicilik vak’aları âdeta meçhul gibidir.”

Fransız generali Comte de Bonneval (1740): “Haksızlık, mürâbahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar Türkler arasında âdeta meçhul cinayetlerdir. Bu memlekette yaşayan Hıristiyanlar ve bilhassa Rumlar öyle değildir.”

Fransız avukat Guer (1747): “Gerek İstanbul’da, gerek Osmanlı İmpara-torluğu’nun bütün şehirlerinde hüküm süren emniyet ve âsâyiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak sûrette ispat etmektedir ki; Türkler hiçbir zaman görülmemiş bir derecede medenîdirler.”

Fransız doktor A. Brayer (1836): “Kur’ân dâima kardeşçe geçinilmesini tavsiye etmekle, az yemekle, kanaat düsturunu koymakla, şarap vesâir müskirat gibi insanı baştan çıkaran içkileri ve her türlü hava oyunlarını men’ etmekle, kadınların evde oturmalarını ve sokağa örtülü çıkmalarını emretmekle cemiyet hayatı için meş’um olan bu temâyülleri mümkün olduğu kadar imha etmiştir.”

İsveç sefiri Mouradgea d’Ohnson (1791): “Osmanlı Türkleri, diğer faziletleri kadar namuskârlık, dürüstlük ve doğruluk gibi Kur’ân’ın en kuvvetli ahkâmına dayanan meziyetleri itibariyle de şâyân-ı takdirdirler.”

Bahis mevzûu muhteşem asırlara şâhit olan bu yabancı yazarların bir kısmında hâkim bulunan husûmet duygularının bile, onları, bu tespitleri yapmaktan alıkoyamadığı müşahede olunan bir husustur. Yine 16’ncı yüzyılda bu cemiyeti inceleme imkânı bulanlardan birkaçının intibâları da şöyle sıralanabilir:b

“Türklerden daha faziletli bir toplum görmedim.” (Cristobal de Villalon)

“Türkler kimseyi Türk usûlünce yaşamaya zorlamazlar. Herkesin kendi mevzuatı ile yaşamasına müsaade eder ve izin verirler.” (Geoffroy)

“Türkler iyi niyetli insanlardır. Birbirlerine bağlıdırlar. Birbirlerine iyilik yapmaktan hoşlanırlar. (…) Türkler sözlerinin esiridirler. Ancak ölü bir Türk sözünü tutmayabilir. Samimî ve sâdık insanlardır.” (B. de la Broquiere)

“Türkler sokakta rastladıkları yazılı kâğıda ve güle basmazlar; yerden alıp bir duvarın üstüne veya dibine koyarlar.” (Busbecq)

Fakaat!

Maalesef ki bugün;

Muhtelif vesilelerle basında da aksettirildiği gibi, dûçar kaldığı ihtilâçlarla kıvranan bir cemiyet manzarası bahis mevzûudur. Umûmiyetle gazetelerin birinci ve üçüncü sayfaları kan, ateş, ihânet, soygun-vurgun ilh. gibi ufûnet saçan, akla ziyan marazî hâllerin meşheri durumundadır. Şurası muhakkak ki; bu haberler, buhranların girdabında kıvranan bir cemiyetin, canhıraş çığlıkları mesabesinde görülmelidir:

“Fransa’da isyan eden göçmenlerin araç ve işyeri yakma eylemleri başlatmalarının ardından, İstanbul’da da bazı araçlar ve depolar kundaklandı.”

“Ana ve kızı kaçırılıp, tecavüz edilerek öldürüldüler.”

“Dört yaşında bir çocuk öldürülüp yakıldı. Çocuğun tasalluta uğradığı da anlaşıldı.”

“Seksen yaşındaki yaşlı bir kadını, bileziklerini almak için öldürdü.”

“Gösteri yapan bir grup çevreyi tahrip ederek, ortalığı savaş alanına çevirdi. Yoldan geçmekte olan bir otomobile molotof kokteyli atılmasıyla, araçtaki iki kişi yanarak öldü.”

“Eve giren hırsızlar, ev sahibine de tecavüz edip kaçtılar.”

“Çöp kutusunda bomba patladı; bir ana ile kızı öldü, üç kişi yaralandı.”

“Bir üniversite öğrencisi, cep telefonu gasp edilerek trenden atıldı. Kapkaççılar otomobille bir kadının çantasını gasp ettiler. Üç yüz metre sürüklenen kadın öldü. Yakalanan zanlının, üç yüze yakın suçtan sâbıkalı olduğu ortaya çıktı.”

“Düğün salonundakiler, geç vakit gürültü yapılması sebebiyle îkaz edilince, sinirlenerek etrafı harabeye çevirdiler.”

“Bir tinerci çocuk, sigara vermeyi reddeden kişiyi bıçaklayarak öldürdü.”

“Sahibi olduğu bankayı dolandıran işadamı hakkında soruşturma başlatıldı.”

“Ülkemizde bir yılda altı yüz kişi maganda kurşunu ile ölüyor.”

“Kaza yapan sarhoş sürücü, polise zor anlar yaşattı. Sürücünün daha önce de iki sefer alkollü araç kullanırken yakalandığı anlaşıldı.”

“Altı ilköğretim okulu öğrencisi kaçırıldı. Çocukların fidye için kaçırıldıkları tahmin ediliyor.”

“Büyük şehirlerde çete elemanı olarak kullanılmak üzere kaçırılan, çok sayıda çocuk yakalandı.”

“Alkol ve uyuşturucu kullanma yaşının ilkokula kadar indiği belirtiliyor.”

“Modern makinelerle donatılmış bir uyuşturucu madde imalâthanesinde, hazırlanmış tonlarca uyuşturucu ele geçirildi.”

“Aile içi problemlerin ele alındığı televizyon programları sebebiyle, son altı ayda altı kişi intihar etti veya öldürüldü.”

“Üç günde otoyol büfelerinde çalışan yedi kişiyi öldüren serî katiller, cinayetleri «zevk için» işlediklerini söylediler. Üç zanlıdan birisinin cinayet suçundan tutuklu iken son afla tahliye olduğu, diğerinin de 34 suçtan sâbıkalı olduğu anlaşıldı.”

Nereden nereye? Dünkü cemiyet yapımız ile bugünkü cemiyet yapımız arasında ne büyük uçurumlar oluşmuş!

Biri, hakkında methiyeler düzülen; diğeri de, insanı hafakanlar basan manzaraların yer aldığı iki cemiyet… Bunlar, farklı dünyaların mahsûlü değil. Ancak; her ikisi de, tarihî akış içersinde halef-selef mevkiinde olan, farklı tezahürler.

Bazı basın organları, ikinci durumu ele alırken: “Neler Oluyor Bize?!.” başlığını kullanarak, hayret ifadesini aksettiriyorlar. Ancak; burada en önemli hususun: “Neden Oluyor Bunlar?” suali ile bir muhasebeye kapı aralanması olduğu da âşikar.

Tarihin bir zamanlar şâhit olduğu, zikredilen altın devirler, Batılılar tarafından «Türk Asrı» olarak adlandırılıyor. O zamanlar; Avrupa’da, Türklerin hayat tarzını taklit etmek bir moda olarak telâkki ediliyor. Husûsiyle yüksek tabakada, Türkçe konuşmak, Türkler gibi giyinmek, eşyalarını dekorasyonda kullanmak hüsn-i kabûl görüyor. Zamanın meşhur müzisyenleri için, bir «Türk Marşı» yazmak âdet hâline geliyor.

Ancak; gün gelmiş, bahis mevzûu tâlih bu cemiyet için tersine dönmüştür. Dünya bilgi çağına koşarken; ülkemizin dünya ölçeğinde: «İsrafta birinci, kumarda ikinci, alkollü içkiler tüketiminde üçüncü, tütün mamûlleri tüketiminde dördüncü, uyuşturucu kullanımında da beşinci sıralarda» bulunduğu ifade ediliyor. Umumî çerçevesi ile menfîliklerde başlarda koşan ülkemizin, müspet hâller bahis mevzûu edildiğinde, maalesef sonlarda, mecâlsiz kaldığı gözleniyor.

Misyoner Massignon’un İslâm ülkeleri için umumî bir tespiti var:

“Onların her şeylerini tahrip ettik; dünya görüşleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve terör için olgun bir hâle geldiler.”

Bu kanaatin, İslâm dünyası için az veya çok bir gerçeği yansıttığını söylemek yanlış olmaz. Takriben iki asır evvel kararlaştırılan «Batılılaşma» hareketi, ilmî bir çalışma yapılmadan, yanlış bir adımla başlatılmış ve maalesef aynı istikamette de devam ettirilmiştir. Bu cümleden olarak, cemiyet kendi ruh dünyasından sıyrılıp, batı kalıbına tıkılmaya zorlanmıştır. Prof. Şerif MARDİN mevzu ile alâkalı kanaatini: “Türk modernleşmesi, Türkleri İslâm kültüründen uzaklaştırma çabasıdır.” diye ifade etmektedir. Nitekim yeni Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında bilindiği üzre, cemiyete önderlik etme mevkiindeki bir kısım aydın ve basın mensupları, kanun tasarısındaki fikir hürriyetine ağır tahditler koyan maddeleri göz ardı edip, bütün mesâilerini «zina»yı serbest bıraktırmaya harcamışlardı. Tavırlarıyla, «tefekkür»le işlerinin olmadığını çağrıştıran bu çevreler, Avrupa Birliği yetkililerinin de imdada koşmasıyla, neticeye ulaştılar.

İslâm’ın düsturu; hususî çerçevede ferdi ve cemiyeti, umumî çerçevede de bütün âlemi istikrâra, refaha, huzura ve barışa kavuşturucu mahiyettedir. Bu sebepledir ki; batı ülkelerinde «din», bütün tahrif edilmişliğine ve zihniyet inkılâbında varılan «seküler» safhaya rağmen, içtimaî hayattaki mûteber yerini korumaktadır. Ülkemizde, bazı çevrelerin bunca zamandır gayret sarf ettikleri ve ancak misyonerlerin maksatlarıyla bağdaşabilecek gayretler neticeye varamadıysa, bu; milletin şaşmayan akl-ı selîmindendir. Bu milletin, tekrar lâyık olduğu altın devirlere ulaşabilmesinde sözü olan herkese düşen vazife, muazzez dini, onun vazgeçilemez bir gerçeği olarak kabul etmek ve onunla ittifak içinde olmaktır.

a İsmail Hâmi DÂNİŞMEND: Eski Türk Seciye ve Ahlâkı
İstanbul Kitabevi yay. 2. Baskı
b İskender PALA: Zaman Gazetesi-10.02.2005 (Yılmaz ÖZTUNA: Tarih Sohbetleri)