İnsan İnsana İlişkilerde «Eleştiri»

Aynur TUTKUN

“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin velîleridirler. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir” (Tevbe, 71)

Toplumumuzda aile içi ilişkilerde çok fazla olmasa da iş ve arkadaş ilişkilerinde; «Bana ne!»ci ya da; «Sana ne!»ci bir tavır; bize yöneltilen ya da bizim yönelteceğimiz eleştirilere karşı en çok sahip olunan yanlış bir tutumdur. Oysaki öfke kaynaklı, bencilce ve saldırganca olmayan, temiz niyetle yapılan olumlu eleştirilerin İslâmîcesi emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’dir. (İyiliği tavsiye etmek ve kötülükten sakındırmaya çalışmak.)

Olumlu eleştirilere açık olmak ya da eleştirileri kabullenebilmek hata yapabilme potansiyelimizin olduğunu kabullenebilmekle alâkalıdır. Hiçbir insan yüzde yüz yanlışsız, hatasız ve yüzde yüz haklı olamayacağına göre her zaman ve durumda hatasının olması mümkündür. Bu bilinçte olmak olumlu, uygun ve temiz niyetle yapılan eleştirileri kabullenebilmek hususunda zemin teşkil eder.

Yöneltilen eleştirileri kabullenememenin altında her şeyi ben ondan daha iyi, daha çok bilirim anlayışı ve gizliden gizliye bir kibir yatar. Oysaki karşımızdaki insanın bizim davranışlarımız ve fikirlerimiz hakkında bizden farklı düşünmesinin ne gibi bir sakıncası olabilir ki? Olaya ilk anda bu tür bir tepkiyle yaklaşmak ortalığı gerginleştirmenin önüne geçecektir. Birisi bize bir eleştiriyle geldiğinde tek yapmamız gereken alçakgönüllü olmaktır. Sonra da onun haklı ya da haksız olduğunu gerilmeden ispatlamak daha kolay olacaktır.

Eleştirilere açık olmak demek tabiî ki her söylenene inanıp onurumuzu ve özgüvenimizi ayaklar altına almak demek değildir. Böyle olmak kadar, eleştirileri kabullenememek de hem şahsımız, hem eleştiriyi yönelten kişi hem de toplum adına tehlikelidir. Çünkü bu tutum hatalarımızı (ki mutlaka olacaktır) görmeyi engeller, eleştiriye savunma refleksiyle, öfkeyle karşılık verdiğimiz için de muazzam bir şekilde enerjimizi tüketir ve ilişkileri gerginleştirir. Eleştiride bulunan kişi ise görüşlerinin dikkate alınmadığı fikrine varacağı için küskün ve kırgın bir tutum sergiler ve: «Bana ne!”ci bir yaklaşım içine girer. En büyük zararı ise uzun vâdede toplum görür. Çünkü fertleri emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’den kaçınan bir toplum gitgide değerlerini ve güzelliklerini kaybeder. Özellikle yaş, sosyal konum, statü, mevkî, mertebe açısından üst seviyede olanların emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’e yani eleştirilere açık olmaması demek o toplum adına çok büyük bir kayıptır. Başkanını, liderini, müdürünü asla eleştirmeyen, her yaptığını doğru kabul eden bir zihniyetin nelere sebebiyet verebileceği inceden inceye düşünülmelidir.

İdaresi ya da sorumluluğu altındakiler tarafından hiç eleştirilmeyen bir kişi kendini sorgulamalı, bunun sebebini bulmalıdır. Hiç hatası olmadığı için mi onun söylediklerinin, düşündüklerinin, yaptıklarının aksine bir şeyler söyleyenler çıkmamıştır? Yoksa tutum ve tavırları karşısındakine bu fırsatı vermediği için mi?

Hazret-i Ömer halîfe seçildiği zaman Müslümanların karşısına çıkmış ve şöyle demişti:

“–Ey insanlar! Ben bir hata yaptığım zaman ne yapacaksınız?”

İçlerinden heyecanlı, Ömer meşrepli birisi de kılıcını göstererek şu cevabı verdi:

“–Seni kılıcımızla düzeltiriz!”

Hazret-i Ömer ellerini açtı ve dua etti:

“–Allah’ım yanıldığımda beni düzeltecek tebaam olduğu için Sana şükürler olsun!”

Ve yine ganimetlerin paylaşımından sonra bir gün adâletin timsali Hazret-i Ömer, Müslümanların karşısına güzel bir elbiseyle çıkmıştı. Tebaasından biri:

“–Ey Ömer! En güzelini kendine mi ayırdın?” diye sordu. Hazret-i Ömer oğlunu işaret ederek:

“–O cevap versin!” dedi. Abdullah:

“–Ganimetten benim hissemi babama vererek onun güzel bir elbise almasını istedim, çünkü O Müslümanların halîfesi olarak kâfirlere karşı güzel görünmeli diye düşündüm.” dedi.

………….

Tabiî ki emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker yaparken üslûp çok önemlidir. Öncelikle iyice düşünülmeli, niyetler gözden geçirilmelidir. Şahsî menfaatler adına, makam, mevkî ve şöhret adına, egomuzu tatmin edip ne kadar doğru düşündüğümüzü belirtmek adına eleştiride bulunulmaz. Eleştiride bulunurken kendi menfaatlerimizden çok, toplum menfaati ya da karşımızdakinin menfaati göz önünde bulundurulmalıdır. Eleştiriyi kabul ederken de bencil ve fevrî hareket etmemeli, olabildiğince karşımızdakinin iyi niyetli olduğunu düşünmeye çalışarak bu eleştiriden bir fayda temin etmeye çalışılmalıdır. Eleştiriyi alışkanlık hâline getirmek ise hiç eleştirmemek kadar kötü netice verebilir. Bu hususta da kendimiz ve karşımızdaki adına dikkatli olmak gerekir.

Sosyal bir varlık olan insan, insan insana olan ilişkilerinde emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’den faydalanmalıdır. Her zaman her söylenene kulaklarımızı açmak ve bunları gözümüzde büyütmek iyi netice vermez elbet, fakat bazen de kulaklarımızı iyi açmalı özellikle iyi niyetle söylenilenlerden istifade edilmelidir.

Anneler, babalar, gerçek dostlar, gerçekten dostlar bizi eleştirirler. Ukalâca ya da dostça bir tutumla eleştiride bulunanı ayırabilmek ise alçakgönüllü ve saldırgan olmayan bir tutumla onu dinlediğimizde pekâlâ mümkündür.

Çocuğumuz ve eşimiz de dâhil sorumluluğumuz altındakilere (saygı ve edep sınırları içerisinde) bizi eleştirme fırsatı ve cesareti verebiliyor muyuz? Cumhurbaşkanı, başbakanı, âmiri ve memuru da dâhil hepimiz eleştiriye açık mıyız? Sorumluluk sahibi olanlar sorumluluğu altındakileri eleştirdiğinde onlar da kendilerini boyunlarını eğmeden savunabiliyorlar mı? Onlara bu gücü verebiliyor muyuz? Hakikaten emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker, yani yapıcı eleştiri anlayışının toplum zihnine yerleşmesi zor ve sürekli emek isteyen bir iştir, fakat toplum menfaati için de olması gereken bir konudur.