Üsküdar’da Bir Kösem Sultan Hayratı

Can ALPGÜVENÇ

Çinili Cami’deki firuze çiniler; 16’ncı asır desenlerinin
17’nci asra yansıyan görüntüsüdür.

Üsküdar’da Bir Kösem Sultan Hayratı

Vâlide Sultan, ihtirası yanında çok cömert ve hayırsever bir kadındı. Zindanları gezer, borçluların borçlarını ödeyerek onları hapisten kurtarırdı.

Muhteris bir kadın olan Kösem Mahpeyker Sultan, eşi Sultan I. Ahmet’in vefatından sonra, Sultan I. Mustafa ve II. Osman (Genç Osman) dönemlerinde altı yıl civarında Eski Saray’da ikamet etti. Fakat oğlu Sultan IV. Murat’ın 9 Eylül 1623’te tahta çıkışı, ona arzuladığı kudreti sağladı. Murat’ın henüz 12 yaşında bulunması, onu devlet idaresinde söz sahibi yaptı. Özel bir törenle Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na gelip «Vâlide Sultan» oldu; saray hayatında ön plâna çıktı, devletin kontrolü tamamen onun eline geçti.

Fakat yıllar birer birer devrildikçe, küçük Murat büyüyor, annesinin yanında devlet işlerini öğreniyordu. Aradan sekiz yıl geçip Sultan 20 yaşına bastığında, sabırla idareyi annesinden devralma plânları yapıyor, bunun için en uygun zamanı kolluyordu. Sadrazam Hüsrev Paşa’nın azledilmesinin ardından taşra ve İstanbul’da gelişen olaylar, Topal Recep Paşa’nın sadareti elde ederek giriştiği çeşitli manevralar, Kösem Sultan’ın gücünü kırdı ve padişaha bu fırsatı kazandırdı. Devletin idaresi vâlide sultandan oğlu Murat’a geçti.

***

1589’da doğduğu, bir Ortodoks papazının kızı olduğu ve Bosna taraflarından getirildiği ileri sürülen Kösem Sultan’ın yıldızı, oğlu Sultan IV. Murat’ın 9 Şubat 1640’da damla (gut) hastalığından vefatı, ardından Sultan İbrahim’in (Deli İbrahim) cülûsuyla yeniden parladıysa da uzun sürmedi. Sultan İbrahim, artan rûhî sıkıntılarının etkisiyle annesini dinlemez olmuş, hattâ onu saraydan uzaklaştırarak, İskender Çelebi Bahçesi’nde ikamete mecbur etmişti. Çevrede, vâlide sultanın Rodos Adası’na sürgün edileceği söylentileri yayılmıştı.

***

Sultan İbrahim’in hastalığının artması, devlet erkânı ve yeniçeri ocağı ileri gelenlerini harekete geçirdi. Padişahın hal‘ edilip hapsedilmesi konusunda Kösem Sultan ikna edildi. 8 Ağustos 1648’de Sultan İbrahim tahtan indirilerek, yerine henüz yedi yaşında bulunan torunu Sultan IV. Mehmet’in cülûsu gerçekleştirildi. Kösem Sultan, padişahın küçüklüğü ve anne Turhan Sultan’ın tecrübesizliği sebebiyle, iktidarın kendinde olmasını ve devletin kendi tarafından idare edilmesini istiyor, böyle arzu ediyordu. Oysa geleneğe göre; artık büyük vâlidenin Eski Saray’da kendi köşesine çekilmesi gerekiyordu. Birkaç yıl içinde vâlide sultanların iktidar rekabeti iyice kızıştı, öyle ki iş, birbirlerini öldürmeyi plânlamaya kadar vardı. Elini çabuk tutan veya şansı yaver giden kazanacaktı. Takvimler 3 Eylül 1651’i gösterdiğinde kader Turhan Sultan’a güldü. Turhan Sultan’ın taraftarlarından Lala Süleyman Ağa ve adamları, Kösem Sultan’ı Harem’deki odasında basarak öldürdüler. Osmanlı’nın karanlık dönemlerinden biri olarak tarihe geçen «Vâlide-i Muazzama Devri» böylece kapanıverdi.

KIZLARA ÇEYİZ DÜZER, EVLENDİRİRDİ

Kösem Sultan’ın gelirlerinin çokluğu konusunda, Osmanlı tarihçileri ittifak hâlindedir. Onun Gazze, Zile, Menemen ve Kilis’te büyük arazilerinin olduğunu, bunlardan yılda 300 bin kuruş gelir topladığını ifade ederler; terekesinden 2700 adet kıymetli şalın çıktığı söylenir. Vakfettiği Büyük Vâlide Hanı’nda sakladığı yirmi sandık florinle , çeşitli mücevherat hazineye gelir olarak aktarıldı. Ancak Vâlide Sultan, ihtirası yanında çok cömert ve hayırsever bir kadındı. Zindanları gezer, borçluların borçlarını ödeyerek onları hapisten kurtarırdı. «Sâdât Ulûfesi» adıyla tesis ettiği vakıftan 200 fakir faydalanıyordu. Hizmetinde çalıştırdığı kızların bir süre sonra çeyizini düzer, münasip kimselerle evlendirirdi. Hac yolundaki hacıların su ihtiyacının giderilmesi, Haremeyn’deki fakirlere yardım edilmesi ve burada Kur’ân okutulması için vakıflar tesis etmişti. Ülkenin birçok yerinde cami, mescit, han, çeşme ve türbe inşa ettirdi.

BU MABETTEKİ İBADET MAKBÛL OLA!

İnşa ettirdiği hayır eserlerinin başında, 1640’da tamamlanan Üsküdar’daki Çinili Cami gelir. Vâlide Sultan, Toptaşı Murat Reis Mahallesi, Çinili Mescit Sokağı’nda bulunan camiye ilaveten mektep, medrese, sebil, çeşme, dârülhadis, çifte hamam da yaptırmıştı. Külliyenin mimarı, o yıllardaki hassa baş mimarı Kâsım Ağa idi.

Avlunun kuzey kapısı üzerindeki kitâbede, caminin inşa tarihi, amacı, bânîsi ve külliyede yer alan eserler açıkça belirtilir. Fevzi tarafından yazılan kitâbe metninin bir bölümü şöyledir:

Mâder-i Sultân İbrâhîm Han
Hazret-i Sultân Ekrem Vâlide

………

Fevziyâ lâfzen ve mânen târihi
Oldu bin ellide hayrü’l vâlide.

[H.1050/1640]

***

Kare plânlı ve tek kubbeli bir eser olan Çinili Cami’nin sağ köşesine, ince bir görünüşe sahip olan yivli ve tek şerefeli minare -1964’te yıldırım düşmesi sonucu yıkılan şerefe, bir yıl sonra (1965’te) Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yenilendi- yerleştirilmiştir.

Cami, merdivenle çıkılan yüksek bir plâtform üzerindedir. Caminin giriş kapısı ahşap kakma olarak yapılmış, orijinal kanatlara sahiptir. Kapı üzerinde, Himmet’in üç beyitlik kitâbesi yer alır:

Hemîşe hazret-i vâlâ cenâb-ı vâlide sultan
Hulûs üzre li-vechi’llah hayrat etmedir şânı
Yapup bu camii ana nice emlâk vakfetti
Muvaffak etti hayrâta anı Tevfîk-i Rabbânî
Tamam, olunca dedi Himmetâ târîhini hâtif
Bu camide olan tâat ola makbûl-i sübhânî

[H.1050/1640]

ÜSKÜDAR’DAKİ MAVİ-YEŞİL CENNET

İçteki boyutları 9.12 X 9.16 m. olan camiye girildiğinde, hemen sol köşedeki gömme merdivenle çıkılan ve vâlide sultanın arzusuna göre, sonradan ilave edilen ahşap kadınlar mahfili yer alır. Ana mekân, zeminden başlayarak -mihrap dâhil- üst pencerelere kadar, camiye adını veren 16’ncı asır çinileriyle kaplıdır. Beyaz zemin üzerine mavi, firûze ve yeşil rengin hâkim olduğu, narçiçekleri, karanfil, şakayık, lâle ve sümbüllerden meydana gelen Kütahya çinileri, klâsik Osmanlı çini sanatının son örnekleridir. Mihrabın iki yanından başlayan çini kitâbe kuşağı ana mekânı üç yönden çevirir; burada mor zemin üzerine beyazla yazılmış «Fetih Sûresi» dolanır. Mabedin iç tarafındaki ikişerden altı pencerenin alınlıklarındaki çini panolarda mor zemin üzerine beyazla «Besmele» ve «Âyete’l-Kürsî» yazılıdır. Nesih yazının nâdîde parçalarından olan bu eserler, her sanatsever tarafından görülmeye değer güzelliktedir.

Sahanlıktan yukarısı -külâhı dâhil- çini kaplı olan mermer minber, kaliteli bir taş işçiliği gösterir. Minber külâhının çinilerle kaplı olması, az rastlanır bir örnektir; motifleri farklı olmak üzere, Kadırga Sokullu Camii’nin minber külâhında da aynı manzara görünür. Minber on basamaklı olup kapı sütunlarına kum saati işlenmiştir. Kapı kitâbesinde, siyah zemin üzerine altın yaldızla ve kabartma olarak: “Lâ ilâhe illâllah, Muhammedü’r-Rasûlullah” yazılıdır. Minberin köşk kısmında da yine ince bir sanat işçiliği göze çarpar.

ÇİNİLERİN BİRÇOĞU ÇALINDI!

Caminin kuzey duvarında, yani girişin iki yanında, pencere üzerlerindeki çiniler kısmen tahrip edildi. Sanat Tarihçisi İ. Hakkı KONYALI. «İstanbul Âbideleri» isimli eserinde bu durumu şöyle ifade eder: “Mihrabın sağındaki çini panolardan besmele yazılı olanı tamamen, solundaki üst sıradan da iki parça çok önceleri çalınmıştır. Son cemaat yerindeki çinilerin de çoğu çalınmış, yerlerine yama çiniler konulmuştur.”

Çinili Hamam Sokağı’nda yer alan ve külliyenin en büyük yapısı olan çifte hamamın kadınlar kısmının soyunmalık kubbesindeki çiniler de 1964 tâmiratı sırasında -maalesef- son çinisine kadar çalınmıştır.

Konyalı aynı eserinde, 1938 yılında caminin harap bir hâlde olduğunu, özellikle son cemaat mahallinin çöktüğünü, bir makalesi üzerine İstanbul Evkaf Başmüdürlüğü’nün hemen tahsisat ayırarak mabedin yıkılan son cemaat yerini tamire başladığını söyler. Ancak bu tâmirat esnasında baha biçilemez çinilerin keser darbeleriyle parçalandığını, pencere altlarını dolaşan muhteşem çini panonun tuz-buz olduğunu, ayrıca pek çok emsâli gibi, bu mabedin de -tamir adı altında- düşman unsurların pis kalem işleriyle kirletildiğini belirtir.

Tarihî değerlerimizi sevmek ve onlara lâyık oldukları ilgiyi göstermek, başta gençliğimiz olmak üzere, tarih şuuru taşıyan herkesin ortak görevi olmalıdır.

. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethini müteakip, Beyazıt’ta şimdiki İstanbul Üniversitesi’nin yerinde yaptırdığı saray.