“ÖYLE Mİ? ALLAH ALLAH!”

Handenur YÜKSEL

Gazeteci, şair ve yazar Osman Yüksel SERGENGEÇTİ, 1917’de Akseki’de doğdu. Yüksek öğrenimi sırasında, gençliği kışkırttığı iddiasıyla tutuklandı ve okulunu bitirmesine izin verilmedi. Yönetimlerce sürekli kapatılan «Serdengeçti» isimli dergisi, yayında bulunduğu 16 yıl içinde sadece 33 sayı çıkabildi. Tek parti idaresinin dindarlar üzerindeki ağır baskılarını protesto eden aydınlar arasında her zaman ön safta yer aldı. 1965’te bir dönem milletvekili de olan yazar, 10 Kasım 1983’te hakkın rahmetine kavuştu.

***

Osman Yüksel samimî bir mü’min, hâlis bir Müslüman’dı. Dilinden Allah kelâmı eksik olmazdı. Bir gün kendisine:

“–Konuşmalarınız sırasında neden bu kadar çok «Allah» diyorsunuz?” diye sorulunca, kendisine yakışan şu cevabı verdi:

“–Öyle mi? Allah Allah!”

SENİ ÜMMETİN BAŞINA
BELÂ EDEMEM!

İslâm halîfelerinin ikincisi olan Hazret-i Ömer -radıyâllâhu anh-, bundan 1362 yıl önce 3 Kasım 644’te, 53 yaşında iken putperest bir köle tarafından şehîd edildi. Halîfeliği döneminde Şam, Kudüs, Ürdün, Halep, Antakya ve Mısır İslâm topraklarına katıldı. Basra şehri kuruldu. Hazret-i Ömer, halîfeliğin bütün gösterişine rağmen, hükümdar gibi yaşamayıp sade hayatı tercih etti. Halîfeliği müddetince adâleti temsil etti. Bu üstün karakterinin izleri, asırları aşarak çağımıza kadar ulaştı.

***

Halîfe Ömer, vali tayin edeceği biriyle konuşurken, küçük bir çocuk huzurlarına girdi. Halîfe gülümseyerek çocuğun başını okşadı, onunla şakalaştı, sonra da vali adayına dönerek:

“–Bu çocuk yetimdir.” dedi.

Halîfenin çocuğa karşı gösterdiği ilgiye şaşıran vali adayı:

“–Yâ İmam! Oysa çocuklarım, benden öyle korkarlar ki, yüzüme bakmaya cesaret edemezler!”

Bu sözü duyan halîfenin yüzü asıldı, birden şöyle gürledi:

“–Evlâdına bile şefkat göstermeyen adamı, Müslümanların başına belâ edemem!” diyerek valinin tayinini durdurdu.

UTANMIYORSANIZ DAVULLARINIZI DA ÇALIN!

Fazıl Ahmet Paşa, 1635’te Amasya’nın Köprü (şimdiki Vezirköprü) kasabasında doğdu. Çağının ünlü âlimlerinden ders alarak kısa zamanda temâyüz etti. 16 yaşında İstanbul medreselerinde müderrisliğe başlayarak, sonradan mülkiyeye geçti; Erzurum ve Şam valiliklerinde bulundu. Fazıl Ahmet Paşa, babasının vefatı üzerine 26 yaşında sadrazamlığa getirildi. Parlak geçen hizmet döneminde Uyvar Kalesi’ni geri aldı, Girit’in Fethi’ni tamamladı. Osmanlı Devleti’ne yeni bir güç kazandırdı. 3 Kasım 1676’da 41 yaşında iken Çorlu’da vefat ettiğinde, kendisine lâkap olarak verilen «fâzıl» bir kişiliğe sahipti; âdil, dindar, âlim, sanatkâr hâmisiydi, ayrıca icâzetli bir hattattı.

***

Avusturya Seferi sırasındaydı. Uyvar Kalesi kuşatılmış, fakat günlerdir düşmemişti. Nihayet, çetin savaşlar sonunda kale komutanı, Uyvar’ı teslime mecbur oldu. Avusturyalılar, 24 Eylül 1663’te kaleden beyaz bayrak sallayarak: «Aman» dilediler. Sadrazam düşmanın şartlarını kabul etmişti. Kale komutanının isteklerinden biri de şuydu:

“–Kaleyi terk ederken bayraklarımızı açalım, trampetlerimizi çalalım!”

Sadrazam şartları kabul ederken, son madde için elçiye şöyle dedi:

“–Eğer böyle yapmaya utanmıyorsanız, davullarınızı dövün, borularınızı çalın, bayraklarınızı açın!”

AKLIMDA MISIR TUTKUSU VAR!

Pîrî Mehmed Paşa Konya’da doğdu. İyi bir öğrenim görüp, çağının bütün ilimlerini öğrendi. Sofya, Silivri, Siroz ve Galata kadılıklarında bulundu. Sultan II. Bâyezid’in son yıllarında, hazine defterdarlığına getirildi, Anadolu Defterdarı oldu. Sultan Selim’in tahta geçmesinden sonra baş defterdar olan Pîrî Paşa, Çaldıran Seferi sırasında vezirliğe yükseltildi. Mısır Seferi sonunda sadrazam tayin edilerek, Osmanlı sadrazamları arasında ilmiyle de şöhret buldu. Çünkü vezirlik makamına müderrislik, kadılık ve defterdarlık görevlerinden sonra gelmişti. Kanunî döneminin üçüncü yılında iki yüz bin akçe ile emekliye sevk edilen Paşa, 13 Kasım 1532’de zehirlenerek öldürüldü. Naaşı, Silivri’deki külliyesinin haziresine gömülüdür.

***

Bir gece sohbet arkadaşlarından biri, Yavuz Sultan Selim’e sordu:

“–Hünkârım, Pîrî kulunuzu neden böyle herkesten üstün tutarsınız, sebebi n’ola?”

Sultan Selim birden ciddîleşti:

“–Vakit şimdi gece yarısıdır; aklımdan geçen Mısır’ı almak için girişilecek hazırlıklardır. Şimdi Pîrî Paşa’yı çağırtıp, düşüncesini öğrenelim, böylece aklını neden üstün tuttuğumuzu sana gösterelim.”

Sultan, vakit geçirmeden paşayı huzuruna çağırttı ve kendisine büyük bir ciddiyetle:

“–Pîrî! Rumeli’nin bir yerine eşsiz bir cami yaptırmayı murât eder, bu mevzuda senin de fikrini almak isterim, ne düşünürsün?”

Pîrî Paşa, Sultan’ı sessizce süzdükten sonra:

“–Camiyi bilmem, ama Anadolu içlerinde bir-iki köprü vardır ki tamire çok muhtaçtırlar. Onların onarılması daha isabetli olur.”

Hünkâr hiddetle:

“–Bre Pirî, ben Rumeli’den söz ediyorum; sen Anadolu diyorsun. Yoksa senin başka bir fikrin mi var?” Pirî Paşa:

“–Padişahım, şimdi cami zamanı değildir. Aklıma Mısır ülkesini alma tutkusu düşmüştür. Anadolu yollarında askerin geçmesine yarayacak köprüleri tamir edelim. Mısırlı âlim ve kumandanlara, kalplerini bize yaklaştıracak nâmeler gönderip tarafımıza geçmelerini temin edelim. İlkbaharda Safevîler üzerineymiş gibi yürüyüşe geçelim!”

Sultan Selim tebessüm edip, memnuniyetini belirtti.

“–Berhüdâr olasın Pîrî!”

ESERİNİZE LÂYIK DEĞİL AMA…

Kazasker Mustafa İzzet Efendi, 1801’de Tosya’da doğdu. Henüz 13 yaşlarında iken tahsil için İstanbul’a gönderildi. 1820’de Enderun-i Hümayun’a kabul edilen İzzet, sesi ve neyi ile huzur fasıllarına iştirak etti. Yesârîzâde’den ta’lik hattı icâzeti aldı. 1831’de sultandan izin alarak gittiği hacda bir müddet kaldı. Sultan Abdülmecid döneminde bir süre Eyüp Sultan Camii imam-hatipliği yaptıktan sonra yeniden saraya çağrıldı. 1849’da kendisine önce Anadolu, sonra Rumeli Kazaskerliği pâyeleri verildi. 1857’de ise fiîlen Rumeli Kazaskerliği’ne getirildi. 15 Kasım 1876’da vefat eden ünlü hattatın kabri Tophane’de Kâdirî Tekkesi hazîresindedir. Talebeleri arasından pek çok tanınmış hattat çıkmıştır. Sayısız eseri arasında, Ayasofya Camii’nde 7,5 m. çapındaki Hulefâ-i Râşidîn levhalarıyla kubbe kuşağındaki «Nûr» âyet-i kerîmesi en ünlülerindendir. Bu büyük hattat, aynı zamanda büyük bir bestekârdır.

***

Maliye Nazırı Mustafa Fazıl Paşa, Mustafa İzzet Efendi’den bir Kur’ân’ı Kerîm yazmasını istedi. Üstad, bir senelik çalışmasının sonunda Kur’ân’ı tamamlayıp Paşa’ya takdim etti. Paşa, bu şâhesere hayran olmuştu, İzzet Efendi’yi akşama kadar konağında alıkoydu; tam ortalık kararmak üzereyken de şöyle dedi:

“–Üstad, bugün hânenize misafir olmayı arzu ediyorum. Akşam yemeğini sizde yiyelim.” Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa, çok zengin biriydi. Mustafa İzzet Efendi, onu kâfî derecede memnun edemeyeceğini düşünerek üzülüp sıkılıyor, ecel terleri döküyordu. Bir süre sonra, Paşa’nın konağından çıkıp arabasına bindiler. Araba birkaç mahalle geçtikten sonra, yeni yapılmış büyük bir evin önünde durdu. Beraberce arabadan indiklerinde, paşa cebinden bir grup anahtar çıkararak Üstada uzattı.

“–Buyurun, bunlar evinizin anahtarları, beraberce yemek yiyebiliriz!”

Mustafa İzzet Efendi neye uğradığını şaşırdı, fakat emrivâkî karşısında kapıyı açıp içeriye girmek zorunda kaldı. Sanki hayal görüyordu, her taraf yepyeni döşenmiş, pırıl pırıldı; hattâ içeride hizmetçiler bile dolaşıyordu.

Üstad Hattat etrafı büyük bir şaşkınlıkla gözden geçirirken, Mustafa Fazıl Paşa ekledi:

“–Yeni evinizde güle güle oturun! Eserinize lâyık değil, ama kabûlünü ricâ ederim.”

Sanatkâra dayalı-döşeli, içi hizmetkârlarla dolu bir ev hediye etmişti.