İslâmiyet’in Doğuşu BÖLÜM VI

Ahmet MERAL

Hazret-i Peygamber’in Vedâ ve Vefatı

“Bu gün dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din olarak Müslümanlığı verip ondan hoşnut oldum.” (Mâide 3)

Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed! Yunus Emre

VEDÂ HACCI

Hicretin 10’uncu yılında Hazret-i Peygamber, ashâbı ile beraber kutsal toprakları ziyaret etmek amacıyla 22 Şubat 632 günü Medine’den ayrılarak Mekke’ye doğru yola çıktı. Onun bütün insanları arınmaya, birlikte ibadete, yoksulları gözetmeye çağırdığı bu ilk ve son haccı İslâm tarihinde «Vedâ Haccı» olarak anılır. Bu hac esnasında (8 Mart 632) Hazret-i Peygamber Arafat’ta yaklaşık 120 bin kişiden oluşan mü’minler topluluğuna son îkazlarını yapmış, onlarla helâlleşmiş, gönül bağıyla bağlı olduğu bu seçkin topluluğa bir bakıma vedâ etmiştir. Nitekim bu hutbeden çok az bir süre önce inen şu âyette Hazret-i Peygamber’in görevinin tamamlandığına şu ifadeyle işaret edilmiştir: “Bu gün dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din olarak Müslümanlığı verip ondan hoşnut oldum.” (Mâide 3)

«Vedâ Hutbesi» olarak bilinen bu tarihî konuşmasında Hazret-i Peygamber, Allah’a îman ve bağlılığı vurgulamış, insan haklarına ve özellikle kadın haklarına saygı ve özen gösterilmesini istemiştir. İslâm kardeşliğinin önemle vurgulandığı konuşmada, câhiliye döneminin kötü izlerinin tamamen silinmesi amacıyla kan davalarının ve faizin mutlak anlamda ayaklar altına alındığı ifade edilmiştir. Hazret-i Peygamber tarihî konuşmasını özellikle Kur’ân’a sıkı sıkıya bağlı kalınması ve sünnetinin titizlikle takip edilmesi şeklindeki vasiyetiyle bitirerek kendisini dinleyen mü’minler topluluğundan görevini yerine getirdiğine dair onay almıştır.

VEDÂ HUTBESİ

“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübârek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

Ashâbım! Muhakkak Rabb’inize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın Ben’den sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashâbım! Kimin yanında bir emânet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lâkin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

Ashâbım! Dikkat ediniz, câhiliyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Câhiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib’in torunu Iyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emâneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakarak sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Ey mü’minler! Size iki emânet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emânetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber’in sünnetidir.

Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helâl olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar! Cenâb-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

Ey insanlar! Rabb’iniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâda, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok sakınanızdır. Âzâsı kesik siyahî bir köle başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

· Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

· Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

· Zina etmeyeceksiniz.

· Hırsızlık yapmayacaksınız.

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?”

Sahâbe-i Kirâm hep birden şöyle dediler:

“Allah’ın elçiliğini îfâ ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahâdet ederiz!”

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:

“Şâhit ol yâ Rab! Şâhit ol yâ Rab! Şâhit ol yâ Rab!”

HAZRET-İ PEYGAMBER’İN HASTALANMASI VE EBEDÎ ÂLEME YOLCULUĞU

Hazret-i Peygamber’in nübüvvet vazifesini tamamlayıp ayrılık işaretlerini vermesi, kavrayışı yüksek sahâbeleri derin bir üzüntüye sevk etmişti.

Rasûlullah Medine’ye dönüşünün hemen ardından Usâme bin Zeyd’i Bizans’a gözdağı vermek, Suriye hududu üzerindeki İslâm nüfuzunu takviye etmek ve Mûte Savaşı’nın intikamını almak amacıyla hazırlıklar yapmak üzere ordu komutanı tayin etti. Ancak çok geçmeden Hazret-i Peygamber rahatsızlandı. Humma hastalığı zaman zaman ateş nöbetleri ile mübârek vücudunu bîtap düşürüyordu. Genç Usâme’nin büyük ordusu Medine’den ayrılmadan Hazret-i Peygamber’in hastalığı şiddetlendi. Ve 63 yıllık lekesiz hayatı hicretin 11’inci yılında 8 Haziran 632 yılında sona erdi.

İbn-i Hişâm’ın naklettiği bir rivâyetten, Hazret-i Peygamber’in Hayber’in Fethi sırasında kendisine bir kadın tarafından ikrâm edilen et yemeğinden kısmen zehirlendiği, bu zehirlenmenin etkisinin daha sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim aynı eserde Rasûlullah’ın “Zaman zaman bu zehirden muzdarip oldum ve şimdi beni şah damarımdan vurdu.” buyurduğu yer almaktadır. Allah’ın son elçisinin bu zehirlenmenin etkisiyle vefat ettiği, dolayısıyla şehit olduğu, bir kısım âlimler tarafından kabul edilmektedir.

Öte yandan hastalığının arttığı dönemde hicret arkadaşı Hazret-i Ebûbekir’in Hazret-i Peygamber’in yerine Müslümanlara namaz kıldırdığı, soyunun devam ettiği sevgili kızı Fatıma’ya: “Baban bugünden sonra hiçbir acı çekmeyecek!” diyerek ona yakında vefat edeceğini îmâ ettiği, ardından da kendisine en erken kavuşacak olanın kendisinin olacağını belirttiği rivâyet edilmektedir.

HAZRET-İ PEYGAMBER’İN KİŞİLİĞİ

Günümüzde yaklaşık iki milyar Müslüman’ın Peygamberi olan Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatı kendisinden önce gelmiş tüm peygamberlerden çok daha açık ve nettir. Gerek ölümünden sonra titizlikle korunan sünneti, gerekse siyer ve megazî kitapları yoluyla tevâtüren günümüze kadar ulaşan uygulamaları, mü’minlerin O’na gönülden bağlanmalarında çok önemli bir rol oynamıştır. Hazret-i Peygamber’in sahip olduğu beşerî hususiyetleri ve elçilik nitelikleri; O’nu birçok mânevî liderden ayırıcı temel vasıf olmuştur. Yahudilerin Üzeyir Peygamber’i, Hıristiyanların da Hazret-i İsa’yı -Allah’ın oğlu- göstermek sûretiyle içine düştükleri akîde krizini Müslümanlar hiçbir dönemde yaşamamışlardır. Zerdüşt, Buda, Konfüçyüs gibi dinî önderlerde görünen mitolojik tortu zamanla bu kişiliklerin anlaşılmasını sadece zorlaştırmamış, bu kişilerin derin bir sapkınlıkla tanrı olarak algılanmasına da yol açmıştır.

Oysa Hazret-i Peygamber, Kur’ân vasıtası ve rehberliği ile kendisinin sadece Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğu gerçeğini vurgulamış, ilâhî emirlerin ilk muhatap ve sorumlusunun kendisi olduğu şuuru içinde mü’minlere tam bir örneklik göstermiştir. Öyle ki, Hazret-i Âişe onun ahlâkını soranlara: “O’nun ahlâkı Kur’ân’dan ibarettir. Siz hiç Kur’ân okumuyor musunuz?” diye cevap vermiştir.

O, birçok âyette; inancındaki sebâtı, Allah’a bağlılığı, ibadete düşkünlüğü, tövbe ve istiğfar konusundaki titizliği, Allah yolunda kararlı oluşu, her bakımdan mü’minlere örnek oluşu, sabır ve sebâtı, insana saygılı, mü’minlere düşkün oluşu, canlılara şefkatle muamele edişi, affediciliği, tevazuu, dürüstlük ve adâleti ve nihayet üstün ahlâkî vasıfları ile anlatılmaktadır.

Yine kaynaklarda yer alan rivâyetlerden Hazret-i Peygamber’in konuşmasının açık ve anlaşılır olduğu, özlü sözlerle herkese anlayacağı tarzda hitap ettiği bilinmektedir. Bizzat 26 gazaya iştirak etmiş, 36 gazaya da kumandan tayin etmiştir. Ancak gerek katıldığı, gerek yönlendirdiği bütün savaşlarda en az sayıda insan kaybının olması için çok özel çaba göstermiştir.

Ayakkabılarını kendi eliyle onarır, elbiselerini de kendisi yamardı. Herkes gibi yere oturarak yemek yer, kendisine ayrıcalık yapılmasından hoşlanmazdı.

Arkadaşlarına karşı vefâlı ve kadirşinastı. Bir arkadaşını üç gün görmese sorar, hasta ise ziyaretine giderek durumunu öğrenir, onunla gönül bağını kuvvetlendirirdi. Kendisi otururken başkalarına iş gördürmeyi sevmezdi.

Hiç şüphesiz Hazret-i Peygamber’i anlatmak, Hazret-i Mevlânâ’nın tabiriyle: “Denizi testiye dökmek”ten farksızdır. Dünya, O’nun getirdiği ahlâkî inkılâba her zamankinden daha çok muhtaçtır. İnsanoğlu, giderek sekülerleşen modern hayatın maddî ve mânevî mutsuzluk âmilleriyle baş edebilmek için, gerek karşılıklı sevgi, saygı ve hakkâniyeti temel alarak beşerî münasebetlerini yeniden şekillendirmede ve gerekse aile ilişkilerini, ticarî faaliyetlerini ve her türlü günlük işlerini yeniden düzenleyebilme konusunda Hazret-i Peygamber’in yaşayıp örneklediği üstün nitelikli ahlâkî kaidelerden ilham almaya mecbur görünmektedir. Doğruluk, dürüstlük ve fazileti hayat biçimine dönüştürecek böylesi bir ahlâkî dönüşüme ancak Hazret-i Peygamber’le kurulacak gönül bağıyla ve getirdiği yüce değerlere sıkı sıkıya bağlanarak varılabilir.

Bu sebeple Hazret-i Peygamber’in yeni bir toplumu başarıyla inşa ederken hikmetle ortaya koyduğu ahlâkî umdeler, getirdiği dînin ve kendisinin en belirleyici vasfı olmuştur.