Mahlâs ve Mahlâs Nükteleri

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

Mahlâs, şairin sanat ismidir ve aynı zamanda şiire attığı imzadır.
Güçlü şairleri korkutan asıl şey mahlâslarını kullanan güçsüz şairlerin zayıf/kötü şiirlerinin kendilerine mal edilmesidir.

Türk edebiyatı geleneğinde hemen her şairin gerçek isminin dışında şiirlerinde kullandığı «mahlâs» diye adlandırılan bir şair adı vardır. Mahlâs, şairin sanat ismidir ve aynı zamanda şiire attığı imzadır. Bu anlayışla Nedim:

Ma‘lûmdur benim suhanım mahlâs istemez
Fark eyler ânı şehrimizin nüktedanları

der. Nitekim Türk halk şiirinde de mahlâsa imza, bulunduğu yere «imza yeri» denmektedir.

Mahlâs şairin karakterini, eğitim ya da vasfını ele verir. Zira mahlâs seçiminde şairler kendi mesleklerini, babalarının mesleğini, ses güzelliğini; hattatlık, ressamlık gibi özelliklerini; güzellik, vücut özellik ve sakatlıklarını; psikolojik hâl ve vasıflarını, dinî- tasavvufî faaliyet ve bağlılıklarını; başlarından geçen herhangi bir ilginç olayla ilgili hâl ve durumlarını dikkate alırlar. Bunlarla birlikte yaygın olarak mahlâsların çoğu Farsça yahut Farsça nispet ekleriyle elde edilir.

Bazı şairler zaman içinde mahlâslarını çeşitli bahanelerle değiştirme yoluna gitmişlerdir. Meselâ, Hâverî, ilâhî aşka tutulduğu için mahlâsını «Sevdâyî» şeklinde değiştirmiştir. Mahlâslarının başkaları tarafından kullanılması da büyük şairler için hep sıkıntı olmuştur. Günümüzde de tanınmış markaların taklit edilmesi aynı problemin başka alanlardaki tekrarıdır. Fuzûlî böyle bir endişeden dolayı kimsenin almayacağı bir kelimeyi mahlâs olarak seçme gayretine düşmüş ve «Fuzûlî» kelimesinde karar kılmıştır. Zira Farsça Dîvânı’nın mukaddimesinde de belirttiği gibi «Fuzûlî» kelimesi Arapça «fazl» kökünden türetilmiş ve yaygın olarak «lüzumsuz, faydasız, boşboğaz, arsız…» gibi olumsuz anlamlar taşımaktadır. Bu yüzden başkalarının bu mahlâsı alamayacağını düşünmüştür. Ancak Fuzûlî Türkçeye ve Farsçaya olduğu kadar Arapçaya da hâkim olduğunu mahlâs seçiminde ortaya koymuştur. Çünkü «Fuzûlî» kelimesi aynı zamanda «yüce, mütevâzı, kıymette üstünlük» gibi anlamlara da geldiğinden şairin ikinci mânâyı göz ardı etmediği anlaşılmaktadır.

Güçlü şairlerin mahlâslarının taklit edilmesinden korkuları, birçoğunun sandığı gibi, şiirlerinin başkalarına mal edilme korkusundan değildir. Onları korkutan asıl şey mahlâslarını kullanan güçsüz şairlerin zayıf/kötü şiirlerinin kendilerine mal edilmesidir. Nitekim XV. yüzyıl şairlerinden Ahmet Paşa’nın korkusu bu meyandadır. Kıssa şöyledir:

İrfan sahibi biri Ahmet Paşaya:

“–Siz mahlâs olarak isminizi yani Ahmed’i kullanmaktasınız. Bu takdirde Gelibolulu Ahmet ile sizin aranızda benzerlik olup bu benzerlik halka karıştırma sebebi olmaz mı? İhtimaldir ki sizin güzel sözlerinizi ona isnat ederler.” deyince merhum Ahmet Paşa:

“–Benim kelimelerimi ona isnat etmeleri gam değil. Yeter ki onun müh-melâtını (mânâsız, boş sözlerini) bana isnat etmesinler.” demiştir.

Başka birinin kullandığı mahlâsı almak geleneğe de aykırıdır. Hele de henüz sağ olan ve başarılı şiirler yazan birinin mahlâsını almak affedilir bir tutum değildir. Âşık Çelebi’nin «Meşâirü’ş–şuarâ» adlı eserinde naklettiği bir olay bunu göstermektedir.

Rivâyet edilir ki merhum Necatî Manisa’daki şehzade Mahmut’un yanından Edirne’de bulunan Sultan Bâyezîd’in yanına gidip kasîde sunmuş, hil’at ve câize alıp mutlu bir hâlde Manisa’ya dönerken İstanbul’a uğramış. Zamanın şairlerinden Revânî, Ferrûhî, Mesîhî, Şem’î ve Ahî’nin bulunduğu meclise katılmış. Mecliste şiirler okunup sohbet edilirken Hallac Zâtî diye anılan biri gelmiş. Necatî kim olduğunu sormuş. Oradakiler «Zâtî» derler diye ihtihzâ yoluyla medh etmişler. Necatî bunu gerçek zannederek Zatî dururken bir Zâtî’nin daha ortaya çıkması için çok güçlü olmak gerek demiş ve:

“–Allah için merak ettim görelim bakalım.” diyerek şiirinden okutmuş. Nitelik ve incelik bakımından durumuna vâkıf olunca meclisten kovup:

“–Bre edepsiz! Bu sermaye ile Zâtî’ye rakip olmak, onunla şiirde boy ölçüşmek ne haddinedir.” demiş ve hızını alamayarak şöyle devam etmiş:

“–Vallahi eğer padişahın huzuruna şimdi gidiyor olsaydım, dönmüş bulunmasaydım. Kasîde ile arz-ı hâl edip bir mahlâsta bir şair-i kâdir (kudretli şair) var iken her küstah ve mukallit onun mahlâsıyla şiir yazıp çekişmeyesin diye yasak ettirip hüküm çıkarttırırdım.” demiş.

Kıssalar hisse içindir diyerek bu kıssanın hisseleri üzerinde biraz durmak istiyoruz. Her şeyden önce Necatî Bey, dönemin üstad ve hoca şairlerinden olup sultanla çok yakın ilişki içindedir. Onun üstadlığı zamanın diğer şairleri tarafından da kabul görmüş, şuarâ meclislerinin baş köşesi ona ayrılmıştır. Bu, aynı zamanda onun atasözü, deyim ve mahallî birçok unsurun kullanıldığı üslûbunun zamanın Türk şairleri tarafından benimsendiğini gösterir.

Tekrar kıssadan çıkarılacak hisselere dönecek olursak, şuarâ meclislerinde genç şairlerin denemelerinin hoca şairler tarafından değerlendirildiği ve sonunda takdir ve tebriklerin yanı sıra bazen meclisten kovulabildiklerini müşahede etmekteyiz.

Gerçi bu kıssadaki kovulma hâdisesi, yalnızca şairin şiirlerinin kötülüğünden kaynaklanmamaktadır. Aynı dönemde yaşayan, kendini ispat etmiş bir başka şairin mahlâsının kullanılması da kovulmasının diğer sebebidir. Bu hâdise bize, en azından aynı dönemde aynı mahlâsın alınmasının geleneğe aykırı olduğunu haber vermektedir.

Yukarıda anlatılan kıssalara benzer mahlâs konusunda birçok ibretli kıssa vardır. Bunlardan bir kısmını gelecek sayıda vereceğiz.