Haydi İslâm’a

Âdem SARAÇ

Birbirinizi öldürmeyin, çocuklarınıza kıymayın.” diyordu.

Hanımları-kızları basit birer eşya parçaları gibi alıp satmayın.” diyordu.

Hiç bir zaman batmayan ve asla batmayacak olan İslâm güneşi doğmuştu… Üç yıl boyunca gönülden gönüle intikal eden bu nûr, şimdi açığa çıkacaktı artık.

Çünkü, bu sonsuz nûrun sahibi şöyle ferman buyurmuştu…

“Sana emrolunan şeyi açıkça söyle (bildir) ve müşriklere aldırış etme (müşriklerden yüz çevir)!” (Hicr, 15/94).

Yani bu “Haydi İslâm’a!” demekti…

Bu yüce ferman ile harekete geçen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-,hemşehrileri başta olmak üzere, bütün insanlığa maddî-mânevi saadet yolunu bir an evvel göstermek istiyordu.

Önce evine davet etti onları…

Mekke halkının hepsini bir yere toplayamayacağına göre, kabile başkanlarını davet etti.

İdarî, malî, siyasî, ekonomik, eğitim, askerî gibi Mekke’yi her yönüyle ellerinde bulunduran yönetici kadro, Peygamber daveti ile bir araya gelmişlerdi.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu seçkin topluluğa yemek ikrâm ettikten sonra, kısa ve öz bir şekilde mesajını verdi. Sonunda da onları İslâm’a davet etti.

Amcalarından biri olan ve bu davetten nasiplenmeyi hiç düşünmeyen Ebû Leheb, kötü çıkışlar yaparak, bu seçkin topluluğu dağıttı.

Peygamberler Sultanı, bir defa daha yemeğe davet etti onları. Yine yemek ikrâmını yaptı önce. Sonra da İslâm esaslarını ana hatlarıyla anlattı.

Ebû Leheb yine araya girip konuyu dağıtmak istediyse de, Peygamber Efendimiz buna fırsat vermedi.

Tebliğini yaptıktan sonra, yüreklere işleyen bir ses tonuyla şöyle buyurdu…

“Ey insanlar! Aranızdan hanginiz beni destekleyerek, çağrıma uyup, benimle beraber olacak?”

Koca topluluktan çıt bile çıkmadı.

Hazret-i Ali atıldı: “Ben yâ Rasûlâllah!”

Peygamber Efendimiz Hazret-i Ali’ye tebessüm ederek yerine oturttu. Sonra da davet ve mesajını tekrar etti…

“Allah’ın emirlerini yayma ve yaşama konusunda, içinizden bana kim yardımcı olur?”

Yine ses çıkmadı.

Hazret-i Ali atıldı: “Ben yâ Rasûlâllah!”

Sadece gözler değil, akıllar, iz’anlar ve gönüller de bu davete kapalıydı sanki.

Oysa karşılarındaki Gönüller Sultanı’ydı. Gönüllere hitap ediyor, ufuklar ötesi bir ufuk açıyordu onlara…

«Kula kulluğu terk edin.» diyordu.

«Birbirinizi öldürmeyin, çocuklarınıza kıymayın.» diyordu.

«Hanımları-kızları basit birer eşya parçaları gibi alıp satmayın.» diyordu.

«Şahsiyetli, haysiyetli, iffetli, adâletli, anlayışlı, vakâr sahibi bir topluluk olun.» diyordu.

İnsanı insan eden insanî değerlere davet ediyordu onları.

Sözün özü: «İslâm ile şereflenin, Müslüman olun.» diyordu.

“Haydi İslâm’a!” diyordu…

Ama onlardan ses-seda çıkmıyordu.

Üç defa tekrarladı bu daveti…

Her defasında Hazret-i Ali fırlayıp cevap vermişti.

Üçüncü çağrıda, oradakilerin duyarsızlıklarına daha fazla tahammül edemeyen Hazret-i Ali -radıyâllâhu anh- yine öne atılarak: “Ben varım yâ Rasûlâllah! Bu kutlu çağrı için ben varım. Ben destekliyor ve yardımcı olmak istiyorum sana!” diyecek bir güzelliği sergiledi…

Daha on yaşına yeni girmiş bir çocuk kadar iz’an ve idrak sahibi olamayan bu topluluk, küçük çocuğun büyük ufkunu da anlayamamış, dudak bükmüşlerdi.

Gönüller Sultanı, gönülleri coşturan bir güzellikle tekrar etti…

“Gelin bir olan Allah’a îman edin. Ben, Allah’ın özelde size ve genelde de bütün insanlığa gönderdiği Peygamber’iyim. Yeminle söylüyorum ki, siz uykuya daldığınız gibi ölecek, uykudan uyandığınız gibi dirilecek ve hayatınız boyu yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Bu kutlu yolda bana hanginiz yardım edecek?”

Yine Hazret-i Ali atıldı: “Bunların en küçük ve en zayıfı benim. Ama ben sana yardımcı olmaya hazırım ey Allah’ın Rasûlü!”

«Haydi!» diyordu Gönüller Sultanı…

«Haydi İslâm’a.» diyordu…

«Haydi kurtuluşa.» diyordu…

«Allah deyin!» diyordu…

«Lâ ilâhe illâllah deyin kurtulun!» diyordu…

«Tuttuğunuz davranış biçimi yanlış.» diyordu.

«Gittiğiniz yol tehlikeli.» diyordu.

«Allah ve Rasûlü’ne gelin.» diyordu…

«Haydi İslâm’a!» diyordu…

Akıl, idrak ve iz’an sahibi olanlar “Lebbeyk-buyur!” diyerek İslâm ile şereflenip Müslüman oluyorlardı…

Sonra da İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenip yaşamanın sevdasına tutuluyorlardı…

Bizler de: “Haydi İslâm’a” diyen çağrıya bütün gücümüzle “Lebbeyk-buyur!” diyor ve salıyoruz gönlümüzü Gönüller Sultanı’na…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-