Geçinmek Emek İster

Aynur TUTKUN

İlişkilerimizde sert, kaba, basmakalıp tutumlar içindeysek; yıkılmamız, kırılmamız çok kolay olur. Esnek olamadığımızda bir gün kırılmamız muhtemeldir.

Yeter artık gırtlağıma geldi, bu kadınla/adamla geçinemiyorum!»

«Beni deli edeceksin be çocuk!»

«Yeter artık ama komşu, balkonumu pislik doldurmuşsun!»

«Patronsa patron, ne yapalım yani bu kadar da anlayışsızlık olmaz ki; çalışmaktan bitip tükendik!»

«Sanki kendisi hiç öğrenci olmamıştı!»

«Öğrenci dediğin çok çalışmalı!»

«İhtiyarlığını bilsin, duracaksa evimde hiçbir işime karışmasın!»

«Gelinliğini bilsin, seviyorsa kocasını; ailemizin gelenek-göreneklerine, alışkanlıklarına uysun!»…

Çok duyarız değil mi bu tür şikâyetleri günlük hayatımızda? Sanki herkes dert küpüdür ve sanki hiç kimse birbiriyle geçinemiyordur. Öyle ya, çok geçmeden bazen tasını tarağını toplayıp gidenler de vardır. Neden bu kadar çok ve çabuk pes ederiz ki? Ne yaptık ya da yapmaya çalıştık geçinmek için? «Çok şey yaptım.» demekle olmaz. Hakikaten yaptıklarımızı madde madde söyleyebilir miyiz? Maddeleri en fazla kaça çıkarabiliyoruz? Pes ettikten ya da terk edip gittikten sonraki hayatımız daha güzel olacak mı? Yeni kurduğumuz hayatta gösterdiğimiz gayreti eskisinde de gösterseydik yine böyle mi olurdu?

Eşimizle, çocuğumuzla, kayınvâlidemizle, gelinimizle, patronumuzla, öğretmenimizle, komşumuzla… geçinmek gerçekten emek ve gayret ister.

Sobalı evde oturanlar ya da soba kullanmış olanlar çok iyi bilirler. Ateşe bakılmadığı zaman «ateş kaçar» değil mi? Bakar durursak ateşe; bazen ince, bazen kalın odun atar, ara sıra küllerini temizlersek ateş iyi ısıtır içerisini. İnanın ilk önce ailemiz olmak üzere kiminle olursa olsun geçinebilmek de öyledir; yani ilişkilerimize bakarsak, dikkat edersek, emek verirsek, sıcacık bir yuva, sıcacık ilişkiler elde ederiz.

Meselâ geçinebilmek için, öncelikle iyi bir iletişim kurmasını bilmek gerekir. Küslüklerin, kırgınlıkların en büyük sebebi yanlış anlamak ya da yanlış anlaşılmak değil midir? Birbirimizi yanlış anlarız, çünkü birbirimizi dinlemesini bilmeyiz. Daha karşımızdaki cümlesini bitirmeden tamamlamaya ya da cevaplamaya kalkışırız. Çünkü hep kendimizin haklı olduğuna inanırız. Yüzde yüz olmasa da yüzde doksan dokuz haklıyızdır değil mi? Biraz da karşımızdakinin haklı olduğunu düşünmesine fırsat versek ne olur? Yüzde yüz haklı olduğumuza inanırsak karşımızdakini bir maç yapmaya daha güdüleriz. Sonra da maçlar hiç bitmez ve evimiz/işyerimiz/sınıfımız bir futbol sahasına döner. En güzeli onu da haklı bulabilmek için iyice dinlemeye, onu rahat rahat konuşturmaya niyetli olmaktır, bunu yapmamız gerekir. Böyle olabildiğimiz takdirde karşımızdaki panik yapmadan konuşabilmeye fırsat bulur, bizim de kendimizi anlatmak için değil de anlamak için kanallarımız açık olduğundan karşımızdakini doğru anlayabiliriz. Yanlış anlaşılmanın önündeki en büyük engel ise «ben» dilini kullanamamaktır. «Bana böyle davranma!» demek yerine: «Bana böyle davrandığında üzülüyorum, kendimi beş para etmez görüyorum.» demek daha iyi netice verir, çünkü insanlara emr-i vâkîler yağdırarak konuştuğumuzda o insan bizi anlamaktan çok, kendini savunmaya geçecektir. Bu bakımdan insanlarla iletişim kurarken iyi bir dinleyici olmak ve «ben» dilini kullanmak anlamak ve anlaşılmak için gereklidir.

Geçinebilmek için aynı zamanda empati kurmasını da bilmek gerekir. Hani Hazret-i Peygamber Hazret-i Âişe’yle yeni evliyken bir yarış yapmıştı da genç zevce Hazret-i Âişe O’nu yenmişti. Zevcesinden oldukça büyük olan Hazret-i Peygamber’i bu şekilde davranmaya iten sebep neydi? Tabiî ki hayata zevcesinin gözüyle de bakabilmesini bilmesiydi. Çünkü kayıtlarda geçtiğine göre Hazret-i Âişe’nin hukukî, tıbbî, matematik, edebî ve tarihî ilgileri yanında bir de sportif tarafı vardı. Ve Rasûlullah kendisini neşelendirip hoşnut etmek için zaman zaman açık araziye çıkıldığında onunla koşma yarışları bile yapıyordu. Kaç defa eşimizin sevdiği bir şeyi sırf onu memnun etmek için hiçbir karşılık beklemeksizin yaptık? Ve yine anne-babalar olarak kaç kez çocuğumuzun sevdiği bir şeyi onu memnun etmek için yaptık? Kim olursa olsun karşımızdaki sevinsin diye, güzel geçinebilmeye katkıda bulunmak adına neler yaptık? “Kendiniz için istediğinizi mü’min kardeşiniz için de istemedikçe gerçekten îman etmiş olamazsınız.” hadîsini pratiğe dökebildik mi? Eğer sadece bu hadîsi insan ilişkilerimizde esas alabilseydik geçinebilmek için gerçekten emek vermiş olurduk.

İlişkilerimizde sert, kaba, basmakalıp tutumlar içindeysek; yıkılmamız, kırılmamız çok kolay olur. Esnek olamadığımızda bir gün kırılmamız muhtemeldir. İki farklı karakterdeki, zevkteki insanın yüzde yüz anlaşması elbette mümkün değildir. Baskın olan tarafın diğer tarafı kontrolüne alması ilişkilere huzur getirmez. Görünürde işler yolundaymış gibi gözükse de gerçekte böyle değildir. Karşısındakinin her işine her sözüne kafa sallayan kişi karakterini yeterince geliştirememiştir. Bu yüzden muhatap olduğumuz kişi eşimiz, çocuğumuz, öğrencimiz, gelinimiz kim olursa olsun fikrini çekinmeden söylemesine fırsat vermeli, anlaşılamayan konularda üçüncü bir seçenekte buluşulması öğrenilmelidir. Tabiî ki bu gayretsiz hemen oluverecek bir şey değildir, bazen insanın yıllarını alabilir.

Bir de sabır vardır hakikaten çok elzem olan ve dinimizce de ibadet addedilen. Yalnız, problemin kendisine sabredilecek diye yanlış bir düşünce vardır. Herhangi bir mesele karşısında eli-kolu bağlı oturmak ve «sabretmek» olması gereken şey değildir. (Allah esirgeye) kumar oynayan bir erkeğin, ahlâksızlık yapan bir kadının, yalan söyleyen bir çocuğun, çalıp-çırpan bir patronun neyine sabredilir ki! Her türlü çareye başvurduktan, düzeltmek için gayret göstermeye çabaladıktan sonra «neticeye» sabredilir. Meselâ yalan söyleyen bir çocuk için: «Bu çocuğu yalana iten sebepler ve davranışlarımız neler acaba?» diye düşünmeden, bir köşede çocuğun kendiliğinden yalandan vazgeçmesini beklemek ve çocukla bir türlü geçinemediğini söylemek iş bilmezliktir. Böyle bir tutum «sabretmek» gibi güzel bir hasletle karıştırılmamalıdır.

Kiminle olursa olsun geçinmek emek ister, çünkü bakılmayan ateş kaçar. Bazı ateşler ise daha iyi yanar, odayı daha iyi ısıtır. Böyle ateşlerin odunu/kömürü iyi cinstir, sobası kalitelidir. Maşayı elinde tutan kişi ise onunla ilgilenir durur. İlişkiler de aynen öyledir. Bazıları çok mutludur, bazıları ise ne yanıp da ısıtan ne de sönen ateş gibidir; dumanı tüter fakat alevi ve ısısı yoktur. Hayatımız boyunca sıcacık ilişkiler kurmayı becerebilenlerden olmak ümidi ve duasıyla…