Yeniden Doğmak

Âdem SARAÇ
Peygamber; Allah tarafından seçilmiş çok büyük, çok özel ve seçkin bir şahsiyet…

Peygamberlik; çok büyük, çok özel ve çok seçkin bir vazife…

Peygamberler Sultanı’nın vazifesi gerçekten çok büyüktü…

İnsanları İslâm’a davet etmek…

Sadece insanlık mı?

İnsanları ve cinleri İslâm’a davet edecekti O…

Bu çok özel vazife, aynı zamanda büyük, çok büyük bir emânetti.

Bu emânet özelde Kur’ân-ı Kerîm, genelde de İslâm idi…

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu emâneti Allah Teâlâ Hazretleri’nin istediği şekilde yerine getirmek için, insanüstü bir çaba sarf ediyordu.

Öncelikle her şeye çok dikkat ediyor, oldukça hassas davranıyordu.

Kolay bir iş değildi bu.

İnsanları sefâletten saadete çıkarmaya çalışmak!

Belki de yeniden doğmalarına vesile olmaktı O’nun görevi…

İslâm ile insanlar yeniden doğarlardı çünkü.

Yoldan çıkmış insanları putlara tapmaktan kurtararak, Allah ve Rasûlü’ne îman ile şereflendirip; yeni, yepyeni kalıba dökmek…

Tevhîd akîdesini önce kalplere, sonra da bütün hayatlarına yerleştirmek ve böylece yeniden doğmalarına vesile olmak…

Bundan dolayı, öncelikle güvenip itimat ettiği kimseleri davet ediyordu İslâm’a. Bunu da çok gizli yapıyordu.

Emir böyleydi çünkü. Davet şimdilik gizli yapılacaktı.

Çok büyük ve çok özel bir görev, çok büyük ve çok özel biri tarafından, çok büyük bir hassasiyetle yerine getiriliyordu…

Gözden göze, özden öze, gönülden gönle, dilden dile, amelden amele bir davet…

Kurtuluşa eren, kurtuluşa vesile olma çabasındaydı.

Önce îman ediyorlardı. Îman eder etmez, îmanları neyi gerektiriyorsa hemen onu yapmaya çalışıyorlardı.

Bunun ilk ve en önemli meyvesi namazdı.

Her îman sahibi, aynı zamanda hemen namaz sahibi biri oluyordu.

Kur’ân âyetlerini öğreniyor ve başkalarına da öğretme çabasına giriyorlardı.

Ama hep gizli… Her şey gizli…

“Oku!” ile başlayan, “Kalk ve uyar!” ile devam eden İslâm, gizli ve fakat hızlı bir şekilde yayılıyor, halkaya sürekli yeni Müslümanlar katılıyorlardı.

Evet, üç yıl bu şekilde akıp geçmişti…

Üç yıl boyunca her şey gizli yapılmış, İslâm lâyık olduğu gönüllere girmişti.

Öyle güçlü, öyle köklü bir inanç oluşmuştu ki, artık onu hiçbir güç yıkamaz, alt edemezdi. Müslümanlar da çelik gibi olmuşlardı…

Îman ve amel merdivenlerini alabildiğince tırmanmışlar, tepeden tırnağa kadar îman ve amel ile donanmışlardı…

Bütün çalışmalar büyük bir gizlilikle yürütülüyordu. Hem de bütün incelik ve dikkatle…

Buna rağmen duyulmuştu. Haberdâr olmuşlardı…

“–Muhammedü’l-Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yeni bir din çıkarmış! «Ben Allah’ın Peygamberiyim! Bana Allah’tan vahiy geliyor!» diyormuş. Halkı da buna davet ediyormuş. Bazı kimseler O’nu tasdik edip Müslüman olarak atalarının dinlerini terk etmişler. O’nunla beraber namaz bile kılıyorlarmış!..”

Böyle diyorlardı müşrikler… Yani Allah’a şirk koşanlar… Yani kâfirler…

Haberdâr olmuşlar ve böyle konuşmaya başlamışlardı. Fakat henüz bir şeye karışmamışlar, müdahale etmemişlerdi.

Sonra aralarında farklı konuşmalar başladı.

Bazılarının ilgisini çekerken, bazıları da tamamen ilgisiz kalmışlardı. Bazıları ise: «Neler oluyor acaba?» diye merak ediyorlardı.

Bazıları «Muhammedü’l-Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Rabb’ine âşık oldu!» diyorlardı.

Hiç ses çıkarmayanlar, ilgilenmeyenler de vardı.

Ama bazıları içten içe bir endişeye düşmüşlerdi. «Acaba?» diye bir endişe fena hâlde kemirmeye başlamıştı onları.

Evet, müşrikler kısman de olsa olaydan haberdar olmuşlardı.

Başlangıçta İslâm aleyhinde veya lehinde hiçbir girişimde bulunmamışlardı. Fakat zaman geçtikçe içlerine bir kurt düşmeye başlamıştı.

Çünkü yeni bir doğum başlamıştı…

İslâm ile şereflenip Müslüman olan her fert gözle görülür derecede değişiyordu.

Oturmaları-kalkmaları, yemeleri- içmeleri, konuşmaları-susmaları, günlük hayatları… Her şeyleri değişiyordu, daha doğrusu güzelleşiyordu.

Allah diyen her fert, Allah ve Rasûlü’nün rızâsını kazanma derdine düşüyordu.

İslâm insanı oluşuyordu böylece…

İslâm insanı, bütün hayatını Allah ve Rasûlü’nün istediği şekilde tanzim etme gayretinde olan insandı…

Peygamber Efendimiz’le hayata yeniden doğan insan…

O, ne yüce, ne kadar güzel bir Peygamber’di…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-