Bir Garip Yolcu

Bünyamin ÇİL

Birkaç sene önceki umremde İstanbul’a dönmek için Medine-i Münevvere havaalanına vardığımda yine o bildik telâşlar beni karşıladı. Umreciler uçakta ön sıralarda yer kapabilmek için heyecanlı bir yarış hâlindeydi. Bunun sebebi ise; Suud uçaklarında, dönüşlerde genelde numara usulüne dikkat edilmeyip, herkesin istediği yere oturabilmesiydi.

Ben de yanımdaki büyüklerim için -böyle durumlarda kimseyi incitmemeye özen göstererek- önlere geçip, uçakta ferah bir yer tutmak gayesiyle beklemeye başladım. Bu sırada lüks bir seyahat acentesinin umrecilerinden bazıları şirketin onlar için önden yer numarası aldığını gururla birbirlerine herkesin duyacağı şekilde anlatıyorlardı.

Bunu duyan bazı gariban umreciler onlara tedirgin ve telâşlı ama mahzun gözlerle bakıyor ama yine de ön sıralarını bırakmıyorlardı. Neyse, kapı açılır açılmaz hızla uçağa ilerledik. Uçağa girdiğimde hostes herkesin istediği yere oturabileceğini, yer numaralarının bir öneminin olmadığını anons ediyordu. Ben hemen üç kişilik yer tutarak büyüklerimi beklemeye başladım.

Uçağın dolmasına yakın gelen lüks turizmin yolcuları, hemen hostesi çağırarak kartlarındaki numaralarını gösterdiler ve yerlerinin boşaltılmasını istediler. Hostes de bu kartların bir hükmü olmadığını ve herkesin bulduğu yere oturmasını istedi. Bunu duyan grup -kızgınlıkla- başka yere oturmayacaklarını illâ kartlarda yazan yerlere oturacaklarını söyleyerek protesto başlattılar. İş bir anda büyümüştü. Biz de merakla ne olacağını seyrediyorduk. Protestoya kızan hostes pilota gidip durumu anlattı. Olay mahalline gelen pilot, herkesin boş bulduğu yere oturmasını aksi hâlde polis zoruyla uçaktan indirileceklerini söyledi. Bunu duyan grup, Suud polis psikolojisini iyi bildiklerinden hemen arkalara gidip buldukları yerlere oturdular.

Bir müddet sonra ortalık tamamen sâkinleşti. Ben de ne oldu diye merakla yerimden kalktım, baş tarafa doğru yürüdüm. Derken first classta elindeki biletin oraya müsait olmadığını bildiğim bir öğrencime rastladım. Şaşırdım; en önde, en birinci sırada, en yüksek paralı yerde oturuyordu. Hemen yanına gittim, selâmdan sonra buraya nasıl oturduğunu sordum.

Beni tekrar şaşırtan, fakat hayrette bırakan bir hâdise anlattı:

“Abi, ben aslında bir önceki uçakla geliyordum. Herkes uçağa bindiğinde 30 numaralı koltuk etrafında kavga çıktı. Aynı yer iki kişiye birden satılmış. O ikisi de «yok senin yerin, benim yerim» diye kavga etmekteydi. «Ben de ne oluyor?» diye oraya gittim. Polis geldi, pilot geldi. Kavgayı önlemeye çalıştı, ama nâfile. Kavga edenlerden birisinin uçaktan inmesi lâzım. Fakat her ikisi de inmek istemiyordu. Çünkü ikisinin de yanlarında hanımları vardı ve onların yer problemi yoktu. İkisi de haklı olarak hanımları başka uçakta kendileri başka uçakta gitmek istemiyordu. O an karar verdim. «Ben nasılsa tek kişiyim, yerimi onlara bırakıp uçaktan ineyim de bu insanlar mağdur olmasın.» dedim. Kavga edenlere yaklaşamadığım için polislere dedim ki:

«–Söyleyin kavga etmesinler, uçaktan ben inerim problem de çözülür. Umre yolunda böyle kavga ederek dönmek çok üzücü…»

Bu duruma polisler de pilot da çok şaşırdı. Bana:

«Âferin delikanlı, sağol. Seni bir saat sonraki uçakla göndeririz. Eşyaların bu uçakta kalsın. Onları İstanbul’dan alırsın. Eşya nasıl olsa bantta bekler.» dediler.”

Özetle polisler o öğrenciyi almış VIP salonuna götürmüşler ve ikrâm üstüne ikrâmda bulunmuşlar. Sonra özel polis arabasıyla bir sonraki uçağın, yani bizim de yolcusu olduğumuz uçağın first class koltuğuna, yani üç kat fazla bilet parasıyla oturulan yere oturtmuşlar.

Bir yandan bu fedakârlık beni duygulandırdı, diğer yandan da onun dünyadaki karşılığının bile ne kadar câlib-i dikkat olduğunu düşündürdü. Düşündüm ki; az evvel gelip de havalı havalı kavga eden varlıklı umreciler işin finalinde uçağın en arka tarafına düşmüşlerdi, fakat fedakârlık ve diğergâmlığı ile bir kavgayı önleyen garip, kimsenin önemsemediği bir öğrenci, first classta oturmaktaydı.

Bunları düşünürken aklıma birden kıyâmet ve âhiret hayatı geldi. Herhâlde âhiret bu manzaralarla dolu olacaktı. Bu dünyada parası ve makamı hürmetine baş üstünde tutulan kibirli-şöhretliler aşağılara düşecek, kimsenin umursamadığı, itip-kaktığı ama gönlü Allah’a açık fedakâr garipler baş üstünde tahtlarda oturacaktı.

Aman yâ Rabbi! Öbür taraf kim bilir ne sürprizlere gebe… Ne mutlu o fedakâr mütevâzılara!