Orta Asya’da Misyoner Faaliyetleri

Nurettin KORKUT

Hıristiyan misyonerler, Türkî Cumhuriyetler’e oldukça ağırlık veriyorlar. Faaliyetlerindeki en önemli nokta, kendi devletlerinden ciddî fonlarla desteklenmeleri. Yani Orta Asya’daki misyoner faaliyetler bir bakıma batılı devletlerin bu bölgeye yönelik politikalarının en önemli kalemlerinden birisi.

Orta Asya’ya ağırlık verilmesinin stratejik pek çok sebebi var tabiî. Ayrıca bu bölgelerde yapılanmalarını kolaylaştıran şartlar da mevcut. Bölge halklarının 70 yıllık ateizm yönetimi dolayısıyla dinî değerlerinin zayıf olması, yani inanca müsait, fakat inandıklarının henüz bilgi ve bilincinde olmamaları, maddî imkânsızlıklar dolayısıyla küçük imkânlar sunularak gönüllerinin kazanılmaya müsait olması, bölgenin Sovyet Rusya döneminde sürgünler, savaşlar ilh. dolayısıyla yüzlerce değişik milletlerin toplandığı bir bölge olması gibi sebeplerin oluşturduğu zemin üzerinde artan misyonerlik faaliyetleri endişe verecek noktaya gelmiştir. Ayrıca batının birbirini bütünleyen sistemleri bu alanda da kendisini hissettirmektedir.

Katolik bir misyonerle tanışmıştım. Sırtını ülkesinin bölgedeki büyükelçiliğine dayamış faaliyetlerini yürütüyor. Ve arkasında önemli bir gücün olduğu rahatlığını her hâlinden hissediyorsunuz. Bunun gibi binlercesi iş başında. Gelen misyonerler eğitimli, yaptığı işin farkında olan deneyimli kadrolardan oluşuyor. Yüzlerce kanaldan faaliyetlerini sürdürüyorlar. Ücretsiz İngilizce öğretmenleri, hastaneler, kreşler, okullar ve bu okullar üzerinden yurt dışına gönderilen burslu öğrenciler vesâire vesâire… Acı olan ise bölgede göz göre göre kök salmış olmaları ve yerel yönetimlerin de çaresizlik içerisinde bu faaliyetlere göz yummasıdır.

Moğolistan’a bir ziyaretim sırasında hayretle bir İngiliz aileye rastlamıştım. Yanımdakilere bunların ne yaptığını sordum. Misyoner olduklarını söylediler. Bölgede bir anaokulu açma girişimleri olmuş, itirazlar üzerine başarılı olamamışlar ancak yine de bölgeyi terk etmemişler. Bir köye yerleşip sivil olarak faaliyetlerini sürdürüyorlar. Okulları ziyaret ediyorlar, hastanelere yardım ediyorlar ilh. Bir nevî gönül dağıtıyorlar. İbret verici olan ise, bulundukları ülke, geldikleri ülkeden en az yetmiş yıl geride. Ben bu ülkeyle giderken ciddî bir fedakâr lık yaptığımı zannederken gördüğüm bu ibretli tablo karşısında ezildiğimi itiraf etmek isterim.

Yine bir gün Kazakistan’da misyonerlerin yaptığı bir binayı gezerken büyük bir salon dikkatimi çekti. Sorduğumda burada fakir insanların düğünlerini ve hattâ sünnet törenlerini ücretsiz olarak yapma imkânlarının sunulduğunu, karşılığında ise sadece törenden önce yarım saatlik bir vaazlarının olduğunu söylediler. Bu program boyunca bir kişinin gönlünün bile kazanılması onlar açısından önemli bir kazanç olsa gerek.

Kapı kapı gezip ücretsiz kitap dağıtıyorlar. Ev sahibinden izin isteyip on dakika dahî olsa kendilerini dinlemelerini rica ediyorlar. Eğitimli oldukları her hâllerinden belli. Ve muhakkak bulundukları ülkenin Müslüman gencinden kendi saflarına kattıkları bir kişi. Size neden bu yolu tercih ettiğini eski yaşantısını ve şimdiki huzurlu hayatını ballandıra ballandıra anlatıyor. Halktan bazen olumsuz tepki almalarına rağmen yine de yılmadan faaliyetlerini sürdürmekteler.

Bunlar niye Orta Asya’yı seçtiler?

Batılı güçler açısından misyonerlik, daha çok stratejik olarak anlam ifade etmektedir. Zaten onları ilgilendiren kısmının bu olduğu inancındayım. Çünkü bölgede zemin bulmalarının en önemli araçlarından birisi, misyonerlik.

Genel olarak bölgeye baktığımız zaman önemli bir kalkınma hızıyla büyüyen Çin, dünya siyasetinde hâlâ söz sahibi olan Rusya, aşağıdan İran, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerin ortasında önemli enerji kaynaklarına sahip Orta Asya Cumhuriyetleri. Bu ülkelerin nüfus dağılımları, Sovyet Rusya dönemindeki tarihî süreçleri, askerî güçleri, siyasî güçleri, kültürel güçleri önemli riskler içermektedir. Bu dengelerdeki zayıflıkları bu ülkeleri dış etkilere açık hâle getirmektedir. Nüfus yoğunluklarında Hıristiyan nüfus bugün azımsanmayacak orandadır. Bu ülkeler milletlerarası arenada varlıklarını sağlam bir zemine oturtabilmek açısından bölgedeki ülkelerle iş birliğine gitmek noktasında çeşitli atılımlarda bulunmuşlardır. Bazı ülkeler bunu bölge dışından aktörlerle denemeye kalkmış ancak sonuçlarının kendi yönetimlerini riske atması sebebiyle vazgeçmişlerdir. Bölgedeki en önemli oluşum «Şanghay» oluşumudur. Bu oluşumun başını Çin ve Rusya, hemen arkasından Kazakistan çekmektedir. Tacikistan, Kırgızistan ve daha sonra bu birliğe Pakistan, Hindistan ve İran da sıcak bakmaktaydı. Bölgede önemli siyasî ve askerî birlik oluşmaktaydı. Bu oluşum tam olgunlaşmadan ikiz kulelerin vurulması gerçekleşti. Vuranların Afganistan’da olduğu ortaya atıldı ve ABD bu bahane ile bölgeye yerleşti. Maksat bu gölgede oluşacak ve ileride önü alınamayacak bir birliğin engellenmesi idi. Ve nihayetinde Kırgızistan ve Özbekistan’a üs kurmak yoluyla bu birliğe önemli bir darbe vuruldu. Ancak ABD’ye o dönemde üs veren ülkeler iç karışıklıklar yaşamışlardır. Bunun müsebbibi olarak da ABD’yi görmüşlerdir. Özbekistan ülkeden üsleri çıkarmış, Kırgızistan ise sıkıntılarını sürekli dile getirmektedir. Ancak hâlen istikrarı sağlamlaştıracak ve bölgeyi kuşatacak bir birlik oluşamamıştır.

Bütün amaç hızla büyüyen Çin’in ve stratejik yakını Rusya’nın kontrol altında tutulması ve Orta Asya’nın zengin enerji kaynaklarının kontrolünün ve yönünün batıya çevrilmesi.

İşte bu ana kavgayı destekleyen yüzlerce imkânın içerisinde misyonerlik önemli bir yer tutmakta. Misyonerlik faaliyetlerinin devletlerce desteklenme sebebi, bu büyük kavganın bir boyutudur.

Bölgede sinsi bir oyun sahneye konulmuştur. Bu oyunun sonucunda huzursuzluğu Müslüman bölge halkları yaşayacaktır. Şehirlerin görkemli yerlerine kiliseler dikilmekte ve ileride kazınması belki de mümkün olmayan mühürler vurulmaktadır. Koca Orta Asya coğrafyasına, olumsuz neticeleri ancak yıllar sonra kendini gösterecek zehir tohumları saçılmaktadır.

Geçenlerde Almaata Havaalanı’nda büyük bir kalabalık gördüm. Adını vermek istemediğim bir Müslüman ülkeden yaklaşık 50 kişilik bir kafile özel uçaklarıyla gelmişler. En lüks oteller ayarlanmış, en pahalı araçlar tahsis edilmiş. Milletlerarası bir konferans zannettim ilk önce. Karşılama ekibinden birine sordurdum. Aldığım cevap, içinde bulunduğumuz duruma geliş sebebimizi çok iyi özetliyordu. Beyler yüzlerce hektar yer kiralamışlar, içerisinde şahin avlayacaklar ve eğleneceklermiş. Evet, yanlış okumadınız şahin avlayacaklarmış…

Her türlü olumsuzluğa rağmen biz ne yapmalıyız?:

Samimî bir yürek istemeliyiz Allah’tan. Yüreğimizde bu samimiyeti göremiyorsak, ancak vicdanımız beyazla siyahı az da olsa birbirinden ayırt edebiliyorsa, Allah’ın sâlih kullarının tevhîd ve tebliğ mücadelesinde küçücük de olsa roller almalıyız. Allah’tan bu nimeti isteyelim tüm hatalarımızla olsa dahî. O samimî yüreğin istediklerini o yangın yerlerine taşıyalım, aradan benliğimizi çıkararak. Kimin ne meziyeti varsa onu sergilesin. Bu yangından ne kurtarabilirsek, bizim âhiret kârımız olacaktır.

Gayret bizden Tevfik Allah’tan…