DİNLER ARASI BAZI GERÇEKLER
Yazar: Prof. Dr. Ali AKYÜZ
Yahudilerle müslümanlar arasında cereyan edecek bir savaşın serüveni ile ilgili hadis:
أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ
تُقَاتِلُكُمْ يَهُودُ فَتُسَلَّطُونَ عَلَيْهِمْ ، حَتَّى يَقُولَ الْحَجَرُ : يَا مُسْلِمُ ، هَذَا يَهُودِيٌّ وَرَائِي ، فَاقْتُلْهُ
Abdullah bin Ömer’den rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Yahudiler size karşı savaş açar(cak), siz de onların başına musallat edilirsiniz(eceksiniz). Sonra da arkasına saklandıkları her taş1 müslümanlara «arkamda gizlenen bir yahudi var onu öldür.» diye seslenir(ecek) ve gizlenecek hiçbir sığınak bulamazlar(yacaklar)”.
Hadîs-i şerif, esası sabit olmak üzere detay belirten bazı küçük ifade farklılıklarıyla yukarıda tercüme edildiği gibi rivâyet edilmektedir. Yukarıda zikredilen hadîs-i şerif, iki açıdan tetkik ve tahlil edilmelidir.
A. Teknik Değerlendirme
1. Temel hadis kaynaklarından, Buhârî ve Müslim’in Sahih’lerinde, Tirmizî’nin Sünen’inde, Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde, Abdürrezzak’ın Musannef’inde, İbn-i Hibbân’ın Sahîh’inde, Beyhakî’nin Sünen’inde, Taberânî’nin Mu’cem’inde, İshak bin Rahuye’nin ve Ebû Ya’lâ’nın Müsned’lerinde ve başka pek çok kaynakta yer almaktadır.
2. Temel hadis kaynaklarında yer alan mezkûr rivayet, hadis tekniğinin senet ve metin tenkidi kriterleri açısından bilgi değeri olan sahih bir rivayettir. Yer aldığı kaynaklar itibariyle dolaylı olarak sıhhatini ifade edebileceğimiz bu hadisin sahih olduğunu Tirmizî de Sünen’inde açıkça ifade etmektedir.
3. İsnadı itibarıyla hadis usûlünün tespit ettiği esahh-ı esânid/isnatların en sahihi diye nitelenen senetlerle rivâyet edilmiş olması da bu hadisin ayrıcalığıdır. Bu isnatlar şunlardır:2
a. Mâlik- Nâfi’- İbn Ömer
b. Zührî- Sâlim- İbn Ömer
c. Ebû’z-Zinad- el-A’rac- Ebû Hüreyre
d. Süheyl bin Ebî Sâlih- Ebû Salih- Ebû Hüreyre
4. Ayrıca hadis tenkidinde müteşeddid / sert tavrıyla bilinen el-ALBÂNÎ de pek çok yerde hadisin sahih olduğunu açıkça ifade etmektedir.
B. Muhteva Değerlendirmesi
Hadis usûlü kriterlerine göre bilgi değeri olan bir rivayet aslında gayr-ı müslimlerle müslümanların ilişkilerine dair Kur’ân-ı Kerîm’in de belirlediği genel çerçevenin içinde ancak özelde bunun bir unsuru olan Yahudilerin müslümanlara bakışı, İslâm’a ve müslümanlara karşı sakladıkları arka plâna dair bilgi ve belgelerin sunumu olarak görüp bu bütünün içinde değerlendirilmelidir.
Kur’ân-ı Kerîm hem müşriklere hem gayr-ı müslim diye adlandırılan Yahudi ve Hıristiyanlara hattâ bazı yorumlara göre dolaylı veya dolaysız bir anlatımla diğer inanç mensuplarına hitap edip onların müslümanlara bakışını ve zihnî arka plânlarını deşifre eden ayrıntılar sunmakta, buna binâen müslümanların da onlarla ilişkilerini şekillendirmekte ve mü’minlere tavır belirleme imkânı sunmaktadır.
İfade edilen bu geniş perspektif üç ana başlıkta değerlendirilebilir:
1. İnanç hürriyeti, İslâm’ın tebliği ve duyurulması
Hazret-i Peygamber tarafından Kur’ân diliyle aktarılan bilgilerin bir başka önemli yönü de, var olan gerçekliğin farkında, fakat olması gereken için çaba sarf eden bir özellik arz etmeleridir. Onun mesajı var olanın farkında olduğu için yöreseldir. Beşerî farkları fark ettiği ve onlara müsamaha/ hoşgörü gösterdiği için evrenseldir.
Hazret-i Peygamber’in tebliğinin evrensel olmasının anlamı, ortak/tabiî, insanî faziletler olmaları ve ifade edilen faziletlerin duyurulması ve duyanların da aynı sorumluluğun kapsamında olmaları ve hür iradeleriyle müspet ya da menfî tavır belirlemeleri yönüyledir. Yoksa hür iradelerinin yok sayılıp icbar edilmelerinin aynı dinî prensiplerin muhtevasına göre imkânsız olduğu ve güvence altına alındığı tartışılmaz bir gerçektir. Muhtemelen sadece İslâm’a göre hür iradeye dayanmadan icbar edilerek zorla kabul edilmiş inanç ve bu inancın sahipleri ayrı bir tasnife tâbî tutulmakta ve onlara «münafık» denilmek sûretiyle kabul edilmemektedir. Bu da göstermektedir ki, hür iradeye dayalı inanç seçiminin temel bir insan hakkı olduğu İslâm’ın öncelikleri arasındadır.
Tebliğ sorumluluğunu üstlenmiş olan Hazret-i Peygamber, bu görevi îfâ ederken şahsî his ve duyarlılıklarından azamî ölçüde uzak durmaya teşvik edilmiş ve bu konuda uyarılmıştır. Sorumluluğunun sadece tebliğ olduğu tekraren ifade edilmiş, kendi inançları konusunda da hiçbir dayatmayı ve vazgeçme anlamı taşıyan tavrı sergileyemeyeceğinin açıkça ilânı istenmiştir. Kısaca İslâmî prensiplerin inanç hürriyeti konusunda en açık ve kesin ilkesi, ferdin ne kendisini ne de başkasını, istediği gibi tanımlama hürriyetinin müdahale kabul etmeyeceğidir.3
İslâm’ın inanç hürriyeti konusundaki tavrı hiçbir kutsal metinde olmadığı kadar açık ve son derece nettir. Şöyle ki;
“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 256)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn îman ederlerdi. Böyle iken Sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?” (Yunus, 99)
“(Ey Rasûlüm!) Sana da o Kitab’ı (Kur’ân’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve Sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.” (Mâide, 48)
“Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz Sen’i onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin.” (En’am, 107)
“Eğer onların yüz çevirmeleri Sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mûcize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi elbette onları hidâyet üzere toplardı. O hâlde sakın câhillerden olma.” (En’am, 35)
“Rabb’in dileseydi insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat «Rabb’inin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı.» Rabb’inin, «Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım» sözü kesinleşti.” (Hûd, 119)
“Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur’ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah’ındır. Îman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez.” (Ra’d, 31)
“Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Nahl, 93)
“Nuh dedi ki: «Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şayet ben Rabb’imden gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve O kendi katından bana bir rahmet vermiş de, siz ona karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?” (Hûd, 28)
“Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba değilsin. O hâlde Sen, Ben’im uyarımdan korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver.” (Kâf, 45)
“Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.” (Ğâşiye, 22)
İnanç hürriyetinin, İslâmî prensiplerin temel hassasiyetlerinden biri olduğu ve bu duyarlılıkla ilgili bütün haklar saklı olmakla birlikte, inanç ve düşüncenin ifade edilmesi de bir o kadar insan hakkıdır.
Hazret-i Peygamber bir yandan muhataplarına gerçekleri tebliğ ederken bir yandan hür iradeleriyle belirleyecekleri alternatiflere göre İslâm’ın net tutumunu açıklıyordu. Tarih boyunca aynı hakîkatlerin mürşitleri olan peygamberlerin müteselsil biçimde insanlığın ortak paydası olan evrensel ahlâkî değerleri savunagelmesi önemli bir asgarî müşterektir. Bu, tarihî zeminde kendisine bir yer bulan ve kendisini öyle tanımlayan herkes için önemli bir ortak değer ve önemli bir kültür ortak paydasıdır. Kur’ân bu konuya sık sık atıfta bulunmakta ve muhataplarına yeniden düşünme çağrısı yapmaktadır. Özellikle İbrahimî geleneğin önemli bir arınma, aklanma ve ayıklanma milâdı olarak referans gösterilmesi, fevkalade net ve kesindir.4 Namazlardaki ka’delerde/diz üstü oturuşlarda, okunan dualarda Hazret-i Peygamber’e, Hazret-i İbrahim’e ve onların âline/aile, akraba, tâbî ve taraftarlarına yapılan dua, hem ortak kültür paydasının pekiştirilmesi hem de vefâ duygusunun geliştirilmesidir. Yaratan’ın huzurunda ibadet ciddiyetinde / formatında dürüst bir şekilde her gün beş defa/defalarca tekrarlanan bir dua ve nakaratla geçmişe karşı saygı, sevgi ve vefâ göstermenin heyecanı ve sözleşmesi yenilenmektedir.5
İslâm’ın en ayrıcalıklı yanı, diğer kitaplara ve peygamberlere karşı tavrını, saygısı ve sevgisini çok kesin bir dille ifade etmiş olmasıdır. Bu yönüyle diğer din mensuplarının müslümanlara öğretecekleri ve onlardan inanmalarını isteyecekleri herhangi bir artı değerleri de yoktur. Zira bir müslüman, tabiatı gereği Kur’ân’a ve son peygamber Hazret-i Muhammed’e inandıktan sonra, Tevrat’a, Zebur’a, İncil’e, Musa’ya, İsa’ya ve diğer kitaplara ve peygamberlere îman etmiş olduğu ve hürmet ettiği için müslümandır. Aksi hâlde zaten İslâm’dan ve müslümandan söz edilemez. Peki, o takdirde kim, kime, neyi ve var olmadığına inandığı hangi değerleri tebliğ edecek?
Müslüman olduğunu söyleyen hiç kimse sözü edilen kitap ve peygamberlerden hiç birini ne reddedebilir ne de onlara karşı bir hürmetsizlik ve saygısızlıkta bulunabilir.
Ancak ehl-i kitab’ın diğer din ve peygamberlere çeşitli vesilelerle hakaret ve saygısızlığı marifet sayan davranışları; hiç de barışçı, uyumlu, geçimli ve de dünyevî bir talebi olmayan lâik düşünceye sahip olmadıklarının bir göstergesidir. Yaşadığımız olaylara çok sade ve sathî bir bakış bile, hıristiyan batı dünyasının nasıl da dünya insanlığı için kıyâmet rüyâları gördüğünü, ne sömürgeci emeller beslediklerini göstermektedir. Muâsır medeniyet hedefine yerleştirdiğimiz batı değil mi, her gün yurdumuzu korumak için hesaplar yaptığımız?.. Din ayırımı gözetmeden, tarihte olduğu gibi, bugün de kendi dışındaki bütün insanlığın canavarı olma fonksiyonunu büyük bir iştiyakla yerine getirmeye çalışan siyonist Yahudilik, Kur’ân’ın uyarıları çerçevesinde dikkatle izlenmelidir. Aksi hâlde tüm insanlık hümanizma adına nasıl bir frenkeştayna sütanalığı yaptığını çok geç fark edecektir.6
Dünyada farklı dinlerin ve mensuplarının hiçbir asimilasyon gayesi/ politikası gütmeden âhenk ve uyumla bir arada yaşadığına dair tarihî örnekler aranırsa, İslâm’ın ve müslümanların hâkimiyetinin olduğu bölgelerden başka bir yer bulunamayacaktır. Bu anlamda İslâm’ın farklı düşünce ve inançlara hiçbir tehdit ve tehlike gerekçesi üretmeden, asimilasyon niyeti asla gözetmeden, sonuna kadar «diğer/başkası» tanımı yapması, ona farklılıkların çoğaldığı dünyada ciddî bir şans tanımaktadır. Diğer din mensuplarının hâkimiyetinde olan yerlerden ne yazık ki, engizisyon ve soykırım sesleri gelecektir. İnanmazsanız üstünde gezindiğiniz toprağa bir kazma vurun! Altından neler fışkıracak, ne âh u eninler, ne feryatlar yükselecek göreceksiniz.
İslâm’ın ve müslümanların özgüveninden kaynaklanan bu engin müsamaha ve hoşgörüsünü yüce Yaratıcı:
“Siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri hâlde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız, onlar ise, sizinle karşılaştıklarında «inandık» derler, kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar.” (Âl-i İmran, 118) ifadesiyle, acısıyla tatlısıyla ehl-i kitap ve İslâm diyalogunun taraflarına dair eğilimin tarihî ve gelecek açısından panoramasını çok veciz biçimde çizmektedir. Faziletler kolay elde edilmiyor. Alın teri olmadan, güçlüklere göğüs germeden faziletlere ulaşmak mümkün olmuyor. Olsa da mirasyedi gibi, kıymeti bilinmediğinden çabucak terk edip gidiyor.7
Zulüm var oldukça, zulme karşı direnç ve faziletli duruş da devam edecektir ve etmelidir. Müslümanın mücadelesi de zulme karşı adâlet mücadelesidir.8 Direnci kırmak için başka şekillerde yorumlansa da bu böyledir. İslâm’ın savaşının bir din savaşı olduğunu söylemek kadar büyük bir zulüm olamaz. O, herkesin kendi inancını hür iradesiyle belirlemesi gerektiğini dünyanın kulaklarını patlatırcasına haykırırken, hâlâ sağır gibi davranmak, kötü niyetli olmaktan başka ne ile îzah edilebilir? İslâm’ın bir din değiştirme savaşı yapmadığının en açık delillerinden birkaçı, onun özgürlükler ve insan hakları, savaş suçları gibi kavramların olmadığı çağlarda bile, soykırım, kadın, çocuk, savaşla ilgisi olmayan din adamlarının katledilmesini ve şehirleri, ibadethaneleri ve çevreyi yıkıp-yakıp, yok etmeyi savaş suçu saymasıdır. Hangi medenî(!) dünya bu cesaret ve fazileti gösterebilmiştir?9
Amerika’yı keşfettikleri(!!!) günden beri bizonlarla başlayıp, yaban hayatın postu para eden bütün canlılarını öldürmekle devam eden, Kızılderilileri yok eden ve dünyanın bütün bölgelerinde; Kore’de, Kamboçya’da, Japonya’da Vietnam’da, Yemen’de, Avustralya’da Aborjinleri neredeyse yok eden, Irak’ta, Afganistan’da kim bilir daha nerelerde hiç durmadan öldürenlerin insanlık adına sahip oldukları nasıl bir fazilet var ki bize öğretebilsinler…
Ekselânsları(!!!) Papa’nın, eminim tarih bilgisi bundan fazladır… Okuyabilmeyi ve okuduklarını anlayabilmeyi becerebilirse eminim bundan sonraki hayatını kendi adına ve sahiplendikleri değerlerin(!!!) icracıları adına tüm saydığımız canlı türlerinden ve bütün insanlıktan özür dilemeyle geçirmelidir…
Ekselânsları(!!!) Papa’nın söylediği gibi bırakınız kılıçla, çok daha basit herhangi bir zorlamayla bile din değiştirmenin İslâm’da felsefî zemini yoktur. Zira zorla kabul edilen inanç İslâm’da makbûl olmak şöyle dursun NİFAK adıyla müsemmâ en çirkin konum olarak değerlendirilmektedir. Papa Ekselânsları(!!!) ve onun düşüncesinde olanlar dünden bugüne insan olanlar için utanç verici ve kirli «kılıçtan geçirme» deyimini insanlık tarihine hediye(!!!) etmişlerdir. Müslümanların tarihinde böyle bir deyim yoktur. Ancak papa ve onun düşüncesinde olanların kafalarının arkasında dâima saklı duran ve kendi inancının dışındakilere ölüm sloganıyla şekillenen fırsat buldukça da dünya gündemine gelen hattâ hiç düşmeyen müslüman kıyımı onlar için suç değil övünç kaynağıdır.
2. Yahudi ve Hıristiyanların müslümanlara karşı gizli açık tavır ve arka plânı
Tarihte de bugün de müslümanlara karşı giriştikleri olumsuzları yeniden ifade etmeyi lüzumsuz addediyorum. Zira asr-ı saadette ve sonraki dönemlerde nasıl bir faaliyet içinde olduklarını ilgili kaynaklara bakanlar göreceklerdir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in Hazret-i Peygamber’e hitabından birkaç örnek sunmakla yetinmeyi kâfî görüyorum:
• Yahudiler de Hıristiyanlar da asla Sen’den memnun olmayacaklardır.
• De ki:
• Doğru yol, ancak Allâh’ın yoludur.
• Sana gelen ilimden sonra,
• Onların arzularına uyacak olursan,
• Andolsun ki,
• Allah’tan Sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. (Bakara, 120)
• Allah ve Rasûlü yanında nasıl mûteber bir ahitleri olabilir?
• Ancak Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe
• Siz de onlara dürüst davranın.
• Çünkü Allah,
• Ahdi bozmaktan sakınanları sever.
• Nasıl olabilir ki!
• Onlar size galip gelselerdi,
• Sizin hakkınızda ne ahit,
• Ne de antlaşma gözetirlerdi.
• Onlar ağızlarıyla sizi râzı ediyorlar,
• Hâlbuki kalpleri buna karşı çıkıyor.
• Çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır.
• Allah’ın âyetlerine karşılık az bir değeri olan dünya malını ve
• Nefsanî istekleri tercih ettiler de
• İnsanları O’nun yolundan alıkoydular.
• Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!
• Bir mü’min hakkında
• Ne ahit tanırlar,
• Ne de antlaşma.
• Çünkü onlar saldırganların tâ kendileridir.
“Bir de Yahudiler, «Allah’ın eli bağlıdır.» dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lânete uğrasınlar! Hayır, onun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Sana Rabb’inden indirilen (Kur’ân) onlardan birçoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyâmete kadar düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah bozguncuları sevmez”. (Mâide, 64)
3. Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlara karşı tavrı
Ana hatlarıyla bir çerçeve çizmek gerekirse, ehl-i kitaba tarihten bugüne ne gibi yanlışlar yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri, bu davranışlarının sonuçları, doğru davranışın neler olduğu ve ne yapmaları gerektiği yönünde tavsiyeler iletilmiştir. Ayrıca onlara karşı nasıl davranılması gerektiği konusuna dair net tekliflerle diyalog kurulmuş, bu diyalog canlı tutulmuş ve geliştirilmeye çaba sarf edilmiştir. Dün de bugün de vahiy merkezli bu iki dine mensup insanlarla aynı dünyayı paylaşan, kapı ve sınır komşuluğu bulunan müslümanların tutum ve davranışlarına ilke ve netlik kazandırılmıştır. Hazret-i Peygamber, ehl-i kitaba, inandıklarını söyledikleri Hazret-i Musa, Hazret-i İsa, güzide, afife annesi Hazret-i Meryem ve diğerleri hakkında açık, net ve müşahhas duygu ve düşüncelerini iletmek sûretiyle, farklı inançlara mensup olsalar da uyum ve âhengin zeminini bulmayı tavsiye etmiştir. Hattâ kendi iddialarıyla uyuşmayan tavır ve davranışlarından dolayı eleştirilmiş, eğer samimî iseler yeniden düşünüp gözden geçirdikten sonra açıklamaya davet edilmişlerdir:
• Ey Rasûl!
• Îman etmediği hâlde ağızlarıyla «inandık» diyenler ve
• Yahudilerden küfür içinde koşuşanların hâli
• Sen’i üzmesin!
• Onlar durmadan yalana kulak verirler ve
• Kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. (Tahrif ederler.)
• «Eğer size şu verilirse hemen alın,
• Verilmezse sakının.» derler.
• Allah bir kimseyi şaşkınlığa düşürmek isterse,
• Sen Allah’a karşı
• Onun lehine hiçbir şey yapamazsın.
• Onlar,
• Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir.
• Onlar için dünyada rezillik vardır ve
• Âhirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.
• Hep yalana kulak verir,
• Durmadan haram yerler.
• Sana gelirlerse,
• İster aralarında hüküm ver,
• İster onlardan yüz çevir;
• Eğer onlardan yüz çevirirsen,
• Sana hiçbir zarar veremezler.
• Eğer hüküm verirsen,
• Aralarında adâletle hükmet!
• Allah âdil olanları sever. (Mâide 41, 42)
• Andolsun ki Allah,
• İsrailoğullarından söz almıştı.
• Kefil olarak içlerinden 12 de başkan göndermiştik.
• Allah onlara şöyle demişti:
• «Ben sizinle beraberim.
• Eğer namazı dosdoğru kılar,
• Zekâtı verir,
• Peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve
• Allah’a güzel borç verirseniz;
• İhtiyacı olanlara Allah rızâsı için faizsiz borç verirseniz,
• Andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi,
• Zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım.
• Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.»
• Ahitlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve
• Kalplerini katılaştırdık.
• Onlar, kitaplarını tahrif ederler.
• İçlerinden pek azı hâriç,
• Onlardan dâima bir hâinlik görürsün.
• Yine de Sen onları affet ve
• Aldırış etme!
• Allah iyilik edenleri sever.
• «Biz Hıristiyanlarız» diyenlerden de kesin sözlerini almıştık
• Ama onlar da kendilerine verilen Kitap’ın önemli bir bölümünü unuttular.
• Bu sebeple kıyâmete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık.
• Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.
• Ey ehl-i kitap!
• Rasûlümüz size Kitap’tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi;
• Birçok kusurunuzu da affediyor.
• Gerçekten size Allah’tan bir nur,
• Apaçık bir kitap geldi. (Mâide 12, 13, 14, 15)
“Rasûlüm! Yemin olsun ki, Sen ehl-i kitaba her türlü mûcizeyi getirsen de onlar Sen’in kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman Sen hakkı çiğneyenlerden olursun.” (Bakara,145)
Hazret-i Peygamber’in tebliğinin ilkeleri, kapsamı ve muhtevası itibarıyla, bir Allah inancı temelinde, işlenen her fiilin muhasebesinin yapılacağı hesap günü ve âhiret inancı duyarlılığıyla dinamizm kazanan düşünce ve inanç ekseninde, iyilik, doğruluk, dürüstlük, sabır, barış, zulme karşı tavır, suçun şahsîliği, insanın saygınlığı, yaşama hakkı, inanç hürriyeti, inançlarıyla var olma mücadelesini yücelten ahlâkî fazîletlerle çerçevelenmiş evrensel, açık, asgarî müşterekleri olan, kültür birliği, ortak tarihî zemine dayalı, her hâlükârda müsamaha ve hoşgörüye, barışa dayanan, adâleti ön plânda tutan; üslûbu itibarıyla da, insanî fazîletleri esas alan kaliteli, sürekli, kararlı aynı zamanda zorlu ve meşakkatli bir çabayı gerektiren, fazîlet mücadelesi ve değerler manzûmesi idi. Bu değerlerin korunması, geliştirilip yaşatılması da, aksiyon ve mücadelenin özünü ve haklı referansını teşkil etmektedir.10
Netice
Tarihte değişik zamanlarda pek çok zulüm icrâ etmiş ve zulme mâruz kalmış olan Yahudiler, Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok yerde zikredilmekte özellikle İsrâ Sûresi’nde yazımıza konu olan hadîs-i şerîfin muhtevasına uygun bir anlatım yer almaktadır. Konu, mühtedî bir Yahudi olan Muhammed Esed’in Kur’ân meâlinde şöyle nakledilmektedir:
“Ve İsrailoğulları’na vahiy yoluyla (şunu) bildirdik: «Muhakkak ki siz yeryüzünde iki defa bozgunculuk çıkaracak ve küstahça büyüklenip duracaksınız!»” (İsrâ Sûresi, 4)
Hem Kitâb-ı Mukaddes, hem de Kur’ân İsrailoğulları’nın pek çok kere Allah’ın koyduğu yasalara baş kaldırdıklarından söz ettiğine göre, «iki defa» (merrateyni) ifadesinin burada sadece iki kez olan bir şeyi değil, fakat daha çok İsrailoğulları tarihinin iki ayrı ve uzun dönemini işaret ettiğini söylememizi haklı kılacak gerekçelere sahibiz.
“Bu yüzden bunlardan ilki hakkında yapılan ön-uyarı(nın günü) gelip çattığında kavgada çok çetin kullarımızdan saldık üzerinize, öyle ki bunlar ülkede kıyı-bucak girmedik yer bırakmadılar ve ön-uyarının gereği böylece bütünüyle yerine gelmiş oldu.” (İsrâ Sûresi, 5)
Âyette geçen ibâd terimi, isteyerek ya da mecbûrî olarak hepsi Allah’ın iradesine boyun eğmek durumunda olduklarına göre, yaratılmış varlıkların her türünü içine almakta ve burada açıktır ki, özellikle insanlara işaret etmektedir.
Muhtemeldir ki, «kavgada çok çetin kullarımız» tabiri, M.Ö. 7’nci yüzyılda Filistin’i istilâ edip İbranî milletinin büyük kısmının (on «kayıp kabile») yok olmasına sebep olan Asurlular ve onlardan yüz yıl kadar sonra Süleyman Mâbedi’ni yıkıp İsrailoğulları’ndan kalanları da tutsak alarak yurtlarından çıkaran Babilliler, ya da tek «dönem» teşkil etmek üzere bütün bu olayların her ikisiyle birden ilgilidir. Allah’ın tevbeye yanaşmayan günahkârlar üzerine sıkıntılar ya da felâketler ‘göndermesi’, Kur’an’ın başka yerlerinde olduğu gibi burada da, insan hayatının ve özellikle de milletlerin ve toplumların ortak hayatının uzun vâdede bağlı olduğu sebep-sonuç ölçülerini işaret için kullanılan deyim misali bir ifadedir.
“Bir süre sonra onlara yeniden üstün gelmenizi sağladık ve sizi malca ve evlâtça destekleyip sayınızı artırdık.” (İsrâ Sûresi, 6)
Lâfzen, «hamle sırasını onlardan size döndürdük» -Öyle görünüyor ki, bu ifade Yahudilerin M.Ö. 6. yüzyılın son çeyreğinde Babil tutsaklığından ya da sürgününden dönüp, millî örgütlenmelerini kısmen yeniden gerçekleştirdikleri ve yıkılan eski mâbedlerinin yerine bir yenisini yaptıkları günleri îmâ ediyor.
“(Ve dedik ki:) «Eğer iyilikte sebât ederseniz, iyiliği yalnızca kendiniz için yapmış olursunuz; eğer kötülük yapmaya kalkışırsanız bunu da kendiniz için yapmış olursunuz.» Ve böylece, ön-uyarılardan diğeri(nin günü) gelip çattığında, onurunuzu bütünüyle alaşağı eden, önceki(ler) gibi Mâbed’e (davetsiz) giren ve ele geçirdikleri her yeri yerle bir eden (başka düşmanlar gönderdik üzerinize).” (İsrâ Sûresi, 7)
Lâfzen, «yüzlerinizi karartan». Yüz, insan bedeninin en göz önünde ve ruh durumunu hemen ve en iyi biçimde yansıtan kısmı olduğu için çoğu zaman insanın tüm varlığını ifade eden bir mecaz olarak kullanılır; bunun içindir ki «birinin yüzünü karartmak» ifadesi onu bütünüyle «onursuz kılmak» yahut «onurunu bütünüyle ayakaltına almak» ifadesiyle eş anlamlıdır.
Bu pasaj, kuvvetle muhtemeldir ki, İkinci Mâbed’in ve Yahudi eyaletinin M.S. 70 yılında Titus tarafından yakılıp yıkılmasını îmâ etmektedir.
“Rabb’inizin size acıyıp-esirgemesi elbette umulabilir; ama eğer siz (günaha) geri dönerseniz, Biz de (azaba) geri döneriz. Ve (unutmayın ki) Biz cehennemi Hakk’ı inkâr edenleri kuşatacak (bir hisar) kılmışızdır.” (İsrâ Sûresi, 8)
İsrâ Sûresi 5’inci âyette ifade edilen « فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِ köşe bucak bırakmadılar» ifadesi yaptıkları zulümler dolayısıyla çok ciddî bir takibâta uğradıklarını göstermekte ve bunun tarihin değişik devirlerinde tekrar ettiği anlaşılmaktadır.
Ancak yapılan yorumlarda zikredilen şiddetli cezalandırmanın bir tespit olduğunu unutmamak gerekir. Bundan bir onay çıkarmak doğru değildir. Zira Firavun ile Yahudiler arasında cereyan eden olayları da nakleden Kur’ân Yahudilere yapılan haksızlığı ve zulmü yeriyor ve Firavun’u reddediyor. Ancak Yahudileri de yapmış oldukları fitne-fesat dolayısıyla uyarıyor ve insanların nefretini kazanmaktan uzak durmaya davet ediyor. Eğer bunu yapmazlarsa benzer hâdiseleri yaşamanın kaçınılmaz olduğunu hususunda onları uyarıyor.
Dolayısıyla hadisle ilgili yanlış anlama üzerine oturtulmuş yorum ve hadisi reddetme eğilim ve ifadeleri hiçbir gerçeği yansıtmayan gönül alma çabaları ve hissî yaklaşımlardır.
Hadiste müslümanların Yahudilere karşı bir soykırım uygulama çağrısından söz etmek ya paranoya/evham veya aşırı kötü niyettir. Böyle kuruntularla hadisi değerlendirmek de ilmîlikten uzak yaklaşımlardır. Zira İslâm’ın din ve vicdan hürriyeti konusundaki tavrı son derece açık ve nettir.
Tarihte müslümanların diğer din mensuplarına gösterdiği müsamaha da bu tavra uygun biçimde şekillenmiş, bugün dahî övünerek örnek göstereceğimiz bir mâhiyette tezahür etmiştir. Bu geçmişi tarihte çeşitli zamanlarda uğradıkları sıkıntılarda kendisine uzatılan müşfik ve merhametli müslüman-Osmanlı elini Yahudiler daha iyi bilmeliler.
Bunun gereği olarak da şimdilerin çağdaş (!!!) Avrupalısının soykırımından nereye sığındıklarını unutmadıkları için kutlama yaptıkları o günün anısına uygun vefâlı bir davranış da göstermeliler.
İkinci olarak, hadîsin tüm anlatım biçimlerine ve lâfızlarına dikkat edildiğinde, Yahudilerin müslümanlara karşı başlatacağı bir savaşta, altını çizerek ifade edelim Yahudilerin müslümanlara karşı başlatacağı bir savaşta (muhtemelen ARMEGEDON11) karşılaşacakları direnci anlatmaktadır. Eğer Yahudiler mevzubahis savaşın fitilini ateşlemezlerse problem yok, şayet aksi söz konusu olursa o zaman görecekleri direnç ve tavır, hem beşerî bir refleks hem de haklı bir tepkidir. Ülkenizi işgale yönelenlere karşı göstereceğiniz tepkiden daha normal olacak bir başka tavırdan bahsedilebilir mi? Dolayısıyla eleştirilecek herhangi bir şey de söz konusu değildir.
Bu hadisin ifade ettiği gerçek de budur.12
______________________________________________
1 Mecâzî bir anlatımla «hangi deliğe girsen seni bulurum» veya «hangi taşın arkasına/altına saklansan seni bulurum» benzeri bir ifadelendirmedir.
2 2.Ahmed Naim, Mukaddime, s.
3 Yaşayan Kur’ân, s. 241-242.
4 Hazret-i İbrahim’in dinî prensiplerinin mâhiyet ve muhtevası için bkz. “Kimlik Tavır Duruş”.
5 Her gün bütün namazlarda ka’dede defalarca okunan tahiyyât ve salli-bârik dualarıyla şu dilekler ifade edilmektedir:
«Bütün dualar, övgüler, bedenî ve malî ibadetler yüce olan Allah’a mahsustur. Selâm ve Allah’ın bereketi de Sanadır ey Nebî! Bize ve Allah’ın sâlih kullarına da selâm olsun! Şahâdet ederim ki, Allah’tan başka hakikî ma’bud yoktur. Şahâdet ederim ki, Muhammed onun kulu ve peygamberidir.»,
«Allahım! Efendimiz Muhammed’e ve onun âline/ aile, akraba, tâbî ve taraftarlarına salât/ rahmetinle muamele et! Onların şeref ve kadrini yücelt! Hazret-i İbrahim ve onun âline salât ettiğin gibi… Efendimiz Muhammed’i ve âlini mübarek kıl, onların feyiz ve bereketini dâima artır. Hazret-i İbrahim ve onun âlini mübârek kıldığın gibi… Şüphesiz Sen hamîd ve mecîdsin; bütün hamdü senâ, bütün azamet ve celâl Sana mahsustur.»
6 Prof. Dr. Ali AKYÜZ, Yaşayan Kur’ân Hazret-i Peygamber, s. 398–401.
7 Prof. Dr. Ali AKYÜZ, Yaşayan Kur’ân Hazret-i Peygamber, s. 413.
8 “Ey mü’minler! Verdikleri sözü bozan, Peygamber’i yurdundan çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçek müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.” (Tevbe, 13)
“Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Hâlbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden başaşağı etmiştir. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimse için asla doğru yol bulamazsın!” (Nisâ, 88)
“Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O hâlde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.” (Nisâ, 89)
“Ancak kendileriyle aranızda anlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak istemediklerinden yürekle ri sıkılarak size gelenler müstesnâ. Allah dileseydi onları başınıza belâ ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir.” (Nisâ, 90)
“Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı daldırılırlar. Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik.” (Nisâ, 91)
9 Prof. Dr. Ali AKYÜZ, Yaşayan Kur’ân Hazret-i Peygamber, s. 425-426.
10 Ali AKYÜZ, Yaşayan Kur’ân, s. 240.
11 ARMEGEDON/ son savaşla ilgili olarak Yahudi ve Hristiyanların kutsal kaynaklarında bkz. Daniel, 2/40, 2/44, 4/10–18, 7/1–15, 11/40; İşaya, 30/10, 11/6–8, 35/1–7; Jubile, 1/6, 50/5; Testament of Daniel, 5/10; Syblline Orades, III/63, 65–65, 75; Talmud/Sanhedrin; IV/38a; Talmud/Pesahim, III/50a.
12 Geniş bilgi için bkz. Prof. Dr. İsmail L. ÇAKAN, Altınoluk Dergisi, Haziran 2006, Sy. 244, s. 40-42.).