Kumaşçı ve Karpuzcu

İrfan ÖZTÜRK

Padişah vezire sorar:
“–Vezir! İstanbul’da evliya var mı?”
“–Aman padişahım, İstanbul evliya yatağı olarak bilinir, evliya olmaz mı hiç!”

“–Öyleyse birkaç tanesini ziyaret edelim.”
“–Sultanım, arzu ederseniz tebdil-i kıyâfet ile şehri dolaşalım.”

Vezir ve padişah köylü kıyafetine girip, yola çıkarlar. Önce Mısır Çarşısı’na girerler. Orada bir kumaşçı dükkânına girip selâm verirler. Dükkân sahibi büyük bir edeple selâmı alır ve müşterilerine iltifatta bulunarak:

“–Hoş geldiniz, safâ geldiniz, maşallah Allah’ın ne güzel kulları var, buyurun efendim.” der.

Vezir, biraz kumaş lâzım olduğunu ve kumaş almaya geldiklerini söyler. Kumaşçı, hangisinden alacaklarını sorar. Vezir:

“–Şu topu, şu topu, şu topu indir.” diyerek topların yarısından fazlasını indirtir. Sonra da:

“–Şundan yarım metre, şundan bir metre, şundan iki metre kes.” diyerek indirttiği bütün toplardan kestirir. Kumaşçı:

“–Allah’ımın ne güzel kulları var, yâ Rabbi! Sana şükür!” diyerek kestiği kumaşları paket yapar, ücretlerini hesap edip miktarı yazılı olan kâğıdı vezire uzatır. Bu sefer vezir:

“–Kusura bakmayın biz bunları almaktan vazgeçtik, çünkü kumaşları beğenmedik.” der.

Kumaşçı büyük bir teslimiyetle:

“–Hay hay, olur efendim, Allah’ın ne güzel kulları var, fark etmez efendim, güle güle!” diyerek müşterilerini uğurlar. Paketlenmiş kumaşlarını bir tarafa koyar.

Padişah ve vezir bu defa Beyazıt meydanına çıkarlar. Orada elinde sopasıyla:

“–Karpuz, karpuz” diye bağırıp karpuz satan celâlli birisini görürler. Vezir:

“–Padişahım, şimdi bu zâttan karpuz alacağız ama hemen almayın. Karpuzları bastırın, birini alıp diğerini koyun, kolay kolay karpuz beğenemeyen bir kimse gibi uzun zaman onu meşgul edin.” der.

Padişah denildiği gibi; birini alır, birini bırakır, öbürünü sıkar, diğerinin kabuğuna el vurarak olup olmadığını kontrol eder, ama bir türlü karpuz almaz. Karpuzcu ise göz ucuyla müşterisini takip etmektedir. Bakar ki ellemediği ve sıkmadığı karpuz kalmadı, müşteriye elindeki sopasını göstererek:

“–Bana bak alacaksan bir tane al, git. Karpuzları yaralayıp durma. Beni de kumaşçı gibi zannetme! Padişah olduğuna da güvenme. Şu sopa ile kafanı kırarım!” der.

Padişah:

“–Sus sus, bizi deşifre etme!” diyerek, alelacele bir karpuz alıp parasını ödeyerek hızlıca oradan ayrılır. Vezir:

“–Şimdi de Süleymaniye’ye gidelim, orada size daha nice Allah dostlarını göstereceğim.” der. Padişah:

“–Vezir, bu kadar yeter! Karpuzcusu, kumaşçısı evliya olan yerde daha neler vardır kim bilir, yeter! Şimdi gidip kumaşçının paralarını verelim, adamcağız zarar etmesin.” der.

Tekrar kumaşçıya gidip selâm verirler. Kumaşçı yine aynı teslimiyet ve vakâr içinde selâmlarını alır:

“–Buyurunuz efendim, Allah’ımın ne güzel kulları var, buyurun efendim!” der. Vezir:

“–Biz yeniden karar verdik kestirdiğimiz kumaşları alacağız.” deyip parasını verip kumaşçı ile vedalaşırlar. Dükkândan çıkarken kumaşçı ellerini kaldırıp:

“–Yâ Rabbi! Sana hamdolsun. Bugün iki defa dükkânıma padişahı gönderdin.” diye Allah’a şükreder.

Padişah bu hâl karşısında şaşırır, vezire:

“–Vezir, anladım bu iki zatın ikisi de evliyadır; ama acaba hangisi üstün?” diye sorar.

Akıllı vezir de şöyle cevap verir:

“–Padişahım, ben hangisinin üstün olduğunu bilemem; ama herhâlde lâftan anlayanlara kumaşçı gibisi, lâftan anlamayanlara da karpuzcu gibisi lâzım!”

Celâliniz olmasın cemâlinize çengel,
Cemâliniz olmasın celâlinize engel.
[Gülzâr-ı İrfan]