İslâmiyet’in Doğuşu BÖLÜM V

Ahmet MERAL

HUNEYN SAVAŞI (630)

Fetihle beraber Mekke müşriklerinin süngüleri düşmüş, Müslümanlar Arap Yarımadası’nın büyük bir kısmında askerî ve psikolojik üstünlüğü kesin olarak ele geçirmişlerdi. Ancak bazı bedevî Arap kabileleri yükselen bu yeni güce karşı dirençlerini sürdürmeye devam ediyordu. Nitekim Havâzin ve Sakif isimli putperest kabileler yanlarına Tâif ’lileri de alarak 20 bin kişilik bir kuvvetle Mekke’ye 10 km. mesafedeki Huneyn Vadisi’nde toplandılar. Amaçları bir baskınla muzaffer İslâm kuvvetlerini dağıtmak, Mekkelilerin başaramadığını başarmaktı.

Havâzin kabilesi savaş hazırlıklarını büyük bir titizlik içerisinde tamamlamış, kararlılıklarını göstermek için de savaş alanına hayvan sürülerini, eşlerini, çoluk ve çocuklarını da getirmişlerdi. Bu önemli gelişme üzerine Hazret-i Peygamber, aralarında henüz inançlarını değiştirmemiş bazı Mekkeli putperestlerin de bulunduğu 12 bin kişilik bir orduyla Huneyn Vadisi’ne ulaştı. Müşriklerle başlayan çatışmanın ilk devresinde durum önce Müslümanların aleyhine gelişti. Çünkü Mekke’yi dize getirmiş olmanın gururuna kapılarak kendilerini yenilmez görmeleri ve gevşeklik göstermeleri inananları zaafa uğratmış, bu da beklemedikleri yoğun saldırı karşısında çabucak dağılmalarına yol açmıştı. Erken bozgun havası bütün İslâm birliklerine yayılmış, şaşkınlığa düşen birlikler yenilginin eşiğine gelmişti. Ancak daha sonra zaafını fark ederek toparlanan İslâm ordusu derhâl Hazret-i Peygamber’in etrafında kenetlenmiş, şiddetli bir mukavemetin ardından savaşı kendi lehlerine çevirmeyi başarmıştır. Bu esnada önce Hazret-i Ali’nin düşman ordusunun bayraktarını saf dışı bırakması, ardından da Müslümanların karşı saldırıya geçerek baskılarını artırması, Havâzin ordusunun bozularak dağılmasındaki en önemli âmillerden biri olmuştur. Bu durum Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir:
“And olsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Savaşı’nda da size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti.

Sonra Allah, Rasûlü’nün ve mü’minlerin üzerine kalplere huzur veren rahmetini indirdi. Gözle görmediğiniz ordular gönderdi de kendisini tanımayan kâfirleri azaba uğrattı.” (Tevbe 25-26)

Bu ağır darbeden sonra müşriklerin yeniden toparlanarak tekrar saldırıya geçmelerine izin verilmedi. Saldırılara devam edilerek putperest toplulukları kesin darbelerle dağıtıldı. 6000 civarında esir alındığı gibi, bol miktarda ganimet de ele geçirildi. Hazret-i Peygamber hem orduya yeni katılmış Mekke’lilere, hem de Mekke’de kalarak İslâmiyet’e girmek için kendisinden süre isteyenlere, ganimetten bolca pay vererek onların kalplerinin İslâmiyet’e ısınmasına gayret gösterdi. Böylelikle Mekke’nin alınmasına rağmen hâlâ kalplerden silinememiş olan bazı tereddütlerin dağıtılması hedeflenmiş, bu hedefin gerçekleşmesiyle toplumdaki birlik ve kardeşlik bağlarının pekiştirilmesi sağlanmıştır.

Bir süre sonra Havâzin kabilesinden
14 temsilci, Tâif kuşatması sırasında Hazret-i Peygamber’e müracaat ederek Müslüman olduklarını, mallarının ve esirlerinin kendilerine iade edilmesini talep ettiler. Rasûlullah da kendilerine ya mallarını ya esirlerini tercih etmeleri teklifinde bulundu. Gelen heyet esirlerinin serbest bırakılmasını tercih edince, Müslümanlar da Hazret-i Peygamber’in tavsiyeleri üzerine ellerindeki esirleri seve seve serbest bıraktılar.

TÂİF KUŞATMASI
Öte yandan Huneyn bozgunundan kurtulmayı başaran ve çoğunluğunu Sakif ’lilerin oluşturduğu bir topluluk Tâif kentine sığınmış, şehrin kalelerini onararak oraya yerleşmişlerdi. Havâzin kabilesi reisi Malik bin Avf da Tâif ’e sığınanlar arasındaydı. Zaferlerinin sonuçlarını toplamak isteyen Müslümanlar çok geçmeden Tâif kentini de muhasara altına aldı. Hazret-i Peygamber kuşatmadan yıllar önce de bu kente gelmiş, İslâmiyet’i yaymak amacıyla orada yapmış olduğu faaliyetler acı hâtıralarla noktalanmıştı.

Küçümseme, hakâret, hattâ çirkin saldırılara uğramış, yaralanarak sığındığı bir bağda müşrik kavmi için hidâyet yakarışlarında bulunmuştu. Tâif kenti; güçlü kaleleri, 2000 metreye yaklaşan rakımı ve sert iklimiyle kuşatmaya şiddetli bir direniş gösterdi. Kuşatmanın uzaması üzerine Hazret-i Peygamber ordusunu kentin önünden çekerek muhasaraya son verdi. Tâif ’liler de bir yıl sonra bir elçiyle Hazret-i Peygamber’e müracaat ederek İslâmiyet’i kabul ettiklerini bildirdiler.

Huneyn zaferi ve Tâif ’lilerin İslâmiyet’i kabul etmeleri, Mekke’nin fethini tamamlayan iki önemli hâdisedir.

Bu iki olay sonucunda Hicaz başta olmak üzere Arabistan’ın büyük bir kısmı İslâm dinine girdiği gibi, Hazret-i Peygamber’in putperest Arap kabileleriyle olan mücadelesi de sona ermiştir.

MÛTE SAVAŞI VE TEBÜK SEFERİ
629 yılında bir Müslüman keşif birliği Suriye sınırlarında Bizans’ın müttefiki Gassanîler tarafından öldürülmüş, bunun üzerine Hazret-i Peygamber evlâtlığı Zeyd bin Hârise kumandasında 3000 kişilik bir orduyu Suriye üzerine göndermişti. Mûte mevkiinde meydana gelen savaşta Müslümanlar kendilerinden kat kat güçlü Bizans ve Gassanî ordusu karşısında dağılmamış, fakat başta Zeyd bin Hârise olmak üzere üç değerli komutanını peş peşe şehîd vermiştir. Orduyu bu güç durumdan dördüncü olarak komutan olarak seçilen Halid bin Velid kurtarmış, daha fazla zâyiat vermeden askerlerini salimen Medine’ye geri döndürmeye muvaffak olmuştur. Halid bin Velid’e, bu başarısından dolayı Hazret-i Peygamber tarafından «Seyfullah: Allah’ın Kılıcı» unvanı verilmiştir.

Mûte Savaşı’ndan yaklaşık bir yıl sonra Medine’ye Bizans İmparatoru Herakliyüs’ün büyük bir orduyla Arabistan üzerine yürüdüğü haberi ulaştı. Bu şâyia üzerine Hazret-i Peygamber 30 bin kişilik bir ordu hazırlayarak Suriye’ye doğru yola çıktı. Yaz sıcaklarında ve hasat mevsiminde yapılan çok meşakkatli bir yolculuktan sonra ordu Tebük mevkiine geldi. Hazret-i Peygamber, Arabistan’ın kuzey sınırlarını güven altına alacak tedbirler için her tarafa keşif birlikleri gönderdi. Bizans ordusunun bölgeye gelişinin asılsız bir haber olduğu anlaşılınca civardaki Hıristiyan ve Yahudi kabileleriyle anlaşmalar yaparak onları İslâm devletinin himayesi altına aldı. Müslümanların gayr-ı Müslimlerden bir güvenlik vergisi olarak aldıkları «cizye» de bu anlaşmalarla başlamıştır.

Tebük Seferi Hazret-i Peygamber’in son seferi oldu.