Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi

Can ALPGÜVENÇ

1927’den sonra, çeşme kitâbesinin kabartma yazılarından bir bölümü kazındı

Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi

1792’den sonra giderek hızlanan ve Sultan III. Selim tarafından «devlet kurumlarının yeniden yapılanması» olarak vasıflandırılabilecek Nizam-ı Cedîd Hareketi ve bu alanlardaki reformlar, 1805’ten sonra gelişen tepki ve isyanlarla sarsılmaya başladı. 1807 yılı Mayıs ayına gelindiğinde sadaret kaymakamı Köse Musa Paşa ve Şeyhülislâm Atâullah Efendi’nin tertip ve tahrikleriyle büyük bir isyan başlatıldı. Yeniçeri Ocağı mensuplarından Kabakçı Mustafa’nın önderliğindeki âsîler, At Meydanı’na (Sultanahmet) ulaştıklarında sayıları 10 bini aşmıştı. Bu güruh, 29 Mayıs 1807’de, Sultan III. Selim’i tahtan indirdi ve yerine baştan itibaren isyanı destekleyen, Sultan’a ve Nizam-ı Cedîd’e karşı girişilen tertiplerde etkili rol oynayan IV. Mustafa’yı (Sultan III. Selim’in amcaoğlu) geçirdiler. Sâbık Sultan, Topkapı Sarayı’nın bir dairesinde oturmaya mecbur edildi.

Bu olaydan bir yıl sonra, Rusçuk’ta bulunan Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’i tekrar tahta çıkarıp, Nizam-ı Cedîd’i yeniden ihyâ etmek üzere, emrindeki sâdık kuvvetlerle birlikte harekete geçerek, İstanbul’a yürüdü. Şehirdeki âsîleri temizleyerek Topkapı Sarayı’nın kapılarına dayandı.

SULTAN SELİM’İN KANIYLA VAHŞÎLEŞTİLER

Enderun-u Hümâyunda bulunan Sultan Mustafa taraftarları, hanedanın -padişah dışındaki- iki erkeği olan Sultan Selim’le Şehzade Mahmud’u öldürüp, padişahı Osmanlı tahtında rakipsiz bırakmak istediler. 12 bostancı neferiyle birlikte sayıları 19’u bulan gözleri kararmış âsîler, yolda rastladıkları Lala Tayyar Ağa’yı itip geçerek, yalınkılıç haremin Kuşhane Kapısı’na üşüştüler. Az sonra kendini toparlayan Lala, hemen iki yardımcı daha bulup katillerin peşine düştü; fakat Enderun’dan oldukları için hareme giremez, her şeyi göze almış katillerin gösterdikleri pervasızlığı gösteremezlerdi. Harem muhafızı hadımlardan Amber, Kasım ve Hafız İsa Ağaları bulup yardım istediler. Zencilerin üçü de çok kuvvetli, dev yapılı adamlardı. Vakit geçirmeden kılıçlarını çekip Sultan Selim ile Şehzade Mahmud’u kurtarmaya koştular, fakat Sultan Selim için çok geçti.

Bu defa şehzadenin dairesine yöneldiler, Mahmud ortada yoktu. Cevrî Kalfa’nın onu Altın Yol’dan2 kendi dairesine kaçırdığını öğrendiler. Üst kattaki daireye taş bir merdivenle çıkılıyordu. Zenci ağalar merdiven başına geldiklerinde âsîler gürûhu da yetişti. Katiller, Sultan Selim’in kanıyla bir kat daha vahşîleşmişlerdi. Hadımların kendilerine engel olmaya çalışması üzerine: «Tepeleyelim şunları» diye bağırarak üzerlerine saldırdılar. Zenci ağalar, sırtları merdivene dönük, dövüşe dövüşe üst kata doğru gerilediler. Kasım Ağa merdivenin başını, diğerleri daire kapısını tuttu. Fakat âsîler kalabalıktı, fedakâr zenci onları ancak beş dakika oyalayabildi; sonunda yaralanarak düştü.

ŞEHZADENİN KOLUNU YARALAYAN HANÇER

Merdivenin başı, boş kalmıştı. İşte o zaman sahneye Cevrî Kalfa çıktı. Bu uzun boylu ve güçlü kuvvetli Çerkez kızı bir dişi kaplan gibi yerinden fırladı; elinde büyük bir kül çömleği vardı. İsa ve Amber ağalara: «Durmayın, şehzadey damdan kaçırın!» diye bağırarak, avucuna doldurduğu külleri, merdiveni çıkmaya çalışan katillerin gözlerine avuç avuç serpmeye başladı. Âsîler duraklamıştı. Bu arada zenci ağalar, Şehzade Mahmud’a omuz vererek, onu baca denilen, tepe penceresinden çıkarmaya çalışıyorlardı. Cevrî Kalfa’nın hem gücü, hem de külü tükenmişti. Adım adım geri çekilirken, karnına yediği bir tekme ile devrilerek bayıldı. Sahanlığa çıkan âsîlerden Ebe Selim, dama çıkmak üzere bulunan şehzadeye bir hançer fırlattı. Savrulan bıçak, Sultan Mahmud’un koluna isabet etti ve onu yaraladı. Şehzade buna rağmen dama çıkmayı başarmıştı. O sırada saray içindeki bağrışmalar çoğaldı, zira Alemdar Mustafa Paşa Bâbü’s-Saâde’yi kırıp saraya girmişti. Âsîler can kaygısına düşüp sağa sola dağıldılar.3 Şehzade Mahmud kurtulmuştu.

Sultan II. Mahmud, padişah olduktan sonra, canı pahasına kendisine yardım eden bu kahraman kadına çok saygı gösterdi, onu hazinedârbaşı yaptı. Ona Büyük Çamlıca’da bir köşk yaptırıp, oradaki kaynaktan çıkan suyu «Cevrî Kalfa Suyu» adıyla Üsküdar İcâdiye’de bir çeşmeye indirdi. Ayrıca vefatından sonra rûhu için bir sıbyan mektebiyle bir de çeşme inşa ettirdi.

ZEMİN KATLARI SEBİLHÂNE

Sultanahmet Meydanı’nda Divanyolu Caddesi’nin hemen başında, Firuz Ağa Camii’nin karşısında bulunan Cevrî Kalfa Mektebi, İstanbul’da inşa edilen sıbyan mektepleri arasında alan itibariyle en büyüğüdür. Geniş cepheli, iki katlı ve 10 odalı olan ana binanın cephesi tamamen mermer kaplı; yapının üst katı, beş mermer konsola oturan bir çıkma hâlindedir. Bu üstü kurşun kaplı tonozla örtülü binanın tepesinde yüksek bir alem yer alır.

Mektebin solunda cümle kapısı üzerinde bulunan ve Dîvân edebiyatımızın son büyük kalemlerinden Keçecizade İzzet Molla tarafından söylenerek ta’lik hat ile mermere kazınan manzûm kitâbenin son beyti şöyledir:

Yazdı İzzet harfi cevherdâr ile târîhini
Mektebiyle rûhi Cevrî Usta’nın şâdân ola

Bu beyitten, sıbyan mektebinin 1819’da inşa edildiği anlaşılır. Osmanlı tarihinde önemli yeri olan bu cesur saray kadını, ihtimal ki bu tarihten birkaç yıl önce vefat etti.

***

Ana binanın sağ tarafında, eski sıbyan mektepleri geleneğine uygun şekilde inşa edilen ve kademeler hâlinde yarım yuvarlak kemerleri bulunan bir çeşme yer alır. Çeşmenin tarih manzûmesinin son beyti:

Atşânı kıldı İzzet târîhi île da’vet
Merhûme ustanın iç rûhiyçün âb-ı zemzem

şeklinde olup bu kitâbe de Keçecizade İzzet Molla’ya aittir.

Çok eskiden beri sürüp gelen bir geleneğe göre sıbyan mektepleri, bir çeşme ve bir sebilhâne ile birlikte aynı yapıda yer alırlar. Bu mektepte de çeşmenin her iki yanındaki blokların zemin katları sebilhâne olarak tasarlanmış, zemindeki dörderden sekiz pencere, sebilhâne penceresi olarak kullanılmıştır. Ampir üslûbunda ve dökme demir olan şebeke altlarındaki su tası verme gözleri bunun açık delilidir.

KABARTMA YAZILARI KAZINAN KİTÂBE!

Cevrî Kalfa Mektebi, 28 Mayıs 1927’de çıkarılan ve «T.C. dâhilinde bulunan bilcümle mebâni-i Resmiye ve Milliye (Millî ve resmî binalar) üzerindeki tuğra ve methiyelerin kaldırılması hakkındaki kanun»un uygulaması sırasında büyük zarar gördü ve bu izleri taşıyan bir eski eser olarak tarihe geçti. O. Nuri ERGİN bir eserinde 4 bu olayı şöyle anlatır:

“…Sultanahmet Parkı’nın karşısındaki Taş Mekteb’in (Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi) başmuallimi, o günlerde hemen bir iskele kurdurarak, mektebi yapan Cevrî Kalfa’nın adını taşıyan kitâbeyi kazıtmaya başlamış, fakat yine hemen o gün müze müdürü muhterem Halil Ethem’in müdahalesi üzerine tahribat yarıda bırakılmıştır.”

Hâlen, mermer kitâbenin kabartma olarak işlenmiş yazılarından sağdaki bölümün baştan itibaren bir kısmının tamamen kazınmış olduğu görülür.

İstanbul’un merkezî bir yerinde bulunan ve Osmanlı dönemi Türk sanatının son safhasına örnek teşkil eden Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi, bir müddet ilkokul olarak kullanıldıktan sonra, kız rüştiyesi (kız sanat mektebi)ne dönüştürüldü. Cumhuriyetten sonra, önce matbaacılık okulu, ardından Başbakanlık Arşiv Deposu yapılmış, 1945’te 59. İlkokul adıyla, yeniden eğitim hizmeti vermeye başlamış, 1955’te adı yeniden «Cevrî Kalfa İlkokulu»na çevrilmiştir. Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi, 1980’li yılların başlarında bir süre boş kaldıktan sonra, 1985’te üst katı Türk Edebiyatı Vakfı’na tahsis edildi.

Son yıllarda caddenin taban seviyesinin yükseltilmesi sonucu; sebilin eteği, hattâ şebekelerinin alt kısımları dahî ne yazık ki toprağa gömülü bulunuyor!