GÖNLÜNÜZÜ FERAH TUTUN HÜNKÂRIM

Handenur YÜKSEL

Osmanlı şeyhülislâmı ve tarihçisi Sadettin Efendi 1536’da doğdu, iyi bir tahsil gördü. Devletin çeşitli medreselerinde hocalık yaptı. 1573’te Şehzade Murad’ın hocası olarak Manisa’ya gönderildi. Sultan III. Murad ve Sultan III. Mehmed zamanında «Hâce-i Sultanî» unvanını aldı. Haçova Zaferi ünü ve etkisini artırdı. 1598’de şeyhülislâmlığa getirildi, ancak bir buçuk yıl sonra, 2 Ekim 1599’da vefat etti. Kendisine ün kazandıran eseri, «Tâcü’t-Tevârih»tir.

***
Yıl 1590’dır. Estergon ve Kili gibi kalelerimizi alan Avusturyalılarla aramız açılmıştır. Sultan III. Mehmed, ordunun başında bulunacağı bir sefere çıkmak ister. Ancak çevresindekiler, onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışırlar.

“–Eğer Zât-ı Şâhane’nizin başına bir hâl gelecek olursa, devletimiz ipi kopmuş tespih gibi dağılır, Âl-i Osman’a yazık olur!” derler.

Padişahın hocası Sadettin Efendi, Sultan’a cesaret verir:

“–Asker sizi başında görmeli, bu son fırsat. Eğer cihad rûhunu kaybedersek, bir daha iflah olmayız.” der.

Zira Kanunî’den sonra sefere çıkan sultan yoktur. Saraydan yönetilen ordular düşman karşısında bocalamaktadır. Sonunda Sultan III. Mehmed, 100 bin kişilik bir orduyla Avusturya üzerine yürür. İki ordu Haçova’da karşılaşır. Savaş, kısa sürede aleyhimize gelişir, öyle bir an gelir ki, düşman padişah otağına girmek üzere saldırmaya başlar. Sultan, endişe içinde Hoca Sadettin’e dönerek:

“–Şimdi ne yapacağız?” diye sorar. Hoca ümidini kaybetmemiştir.

“–Siz gönlünüzü ferah tutun Hünkârım, bu savaş hâlidir. Zafer İslâm’ın olacak!” diye cevap verir. Geri hizmetlere bakan asker toplanıp, haçlılara öyle bir saldırırlar ki kavganın seyri bir anda değişir, savaşın sonu Osmanlı’ya güler.

BİZ DE SEKİZ YAŞINDAYIZ!
Duraklama davri sadrazamlarından Köprülü Mehmed Paşa, Arnavutluk’un Berat şehrinde doğdu. Devşirme yoluyla İstanbul’a getirildikten sonra, saraya alınıp Enderun’da yetişti. Tahsili sonunda süvari bölüklerine tayin edilerek Köprü Kasabası’na yerleşti ve burada evlendi. Trabzon valiliği, Şam mütesellimliği, Karaman beylerbeyiliği yaptı. 1657’de şartlar ileri sürerek, Valide Turhan Sultan’la, oğlu Sultan IV. Mehmed’e (Avcı) sadrazam oldu. Anadolu’da çıkan isyanları sert tedbirler alıp bastırarak güvenliği sağladı. Erdel meselesini halletti. Köprülü, 31 Ekim 1661’de 83 yaşında iken Edirne’de vefat etti.

***

Köprülü, yakın arkadaşı Ünsî Efendi’yi İzmir Mollası tayin etmişti. Ünsî Efendi bu görevi îfâ sırasında, üzerindeki ağır borç yükünden kurtuldu. Paşa, bir görüşmeleri sırasında Molla’ya sordu:

“–Molla, söyle bakalım kaç yaşındasın?”

“–Üç yaşına yeni bastım.”

“–Bre bu nasıl hesaptır, biz seninle elli yıldan beri tanışırız.”

“–Bre bu nasıl hesaptır, biz seninle elli yıldan beri tanışırız.”

“–Doğru söylersiniz, ama ben müflis bir ömrü ömürden saymam. Bize İzmir’i ihsan ederek, kulunuzu ağır bir yükten kurtardınız, şurada sadece üç yıldır huzurlu bir hayat yaşıyorum.”

Köprülü, gülümseyerek şu karşılığı verdi:

“–Öyleyse, biz de sekiz yaşındayız! Çünkü Âl-i Osman’ın mührünü sekiz yıldır taşıyoruz.”

CENÂB-I HAK, ÂHİRET GÖZÜYLE GÖRÜLECEK

Meşhur Tâbiîn âlimlerinden Hasan-ı Basrî Hazretleri 642’de Medine’de doğdu. On iki yaşında Kur’ân’ı ezberledi. 70’i Bedir Gazisi olmak üzere 120 kadar sahâbeyle görüşme imkânı buldu. İstifade ettiği sahâbelerden Enes bin Mâlik, kendisine bir mesele sorulduğunda, Hasan-ı Basrî’ye de sorulmasını, onun derin ilim sahibi olduğunu söylerdi. Hazret-i Ali’nin halîfe olmasından sonra ailesiyle birlikte Basra’ya yerleşerek ömrünü burada geçirdi. Basra kadılığı görevini bir müddet ücretsiz olarak yaptıktan sonra istifa ederek, ilim ve vaazla meşgul oldu. Hasan-ı Basrî iyi bir hatip ve etkili bir vâizdi.

Bir gün Hasan-ı Basrî Hazretlerine sordular:

“–Yâ Hasan! Bu dünyada Cenâb-ı Hakk’ı görmek mümkün mü?” İmamın cevabı:

“–Hayır!” oldu. Bu söz üzerine tekrar sordular:

Cahit Sıtkı Tarancı

“–Peki, Rabb’imizi âhirette görebilecek miyiz?”

“–Evet, göreceksiniz. Çünkü dünya ve içindekiler fânî, âhiret ve içindekiler ebedîdir. Bu sebeple, ebedî olanın fânî (dünya gözü ile) ile görülmesi veya Kadîm ve Ezelî olanın sonradan olanla sezilmesi muhaldir. Fakat kıyâmet günü Cenâb-ı Hak, kullarına oraya mahsus gözler bahşedeceğinden, onlar O’nun fazl-ı keremi sayesinde Rab’lerini göreceklerdir.”

EN BÜYÜK FELAKET HİCRAN!

18’inci asrın ünlü şairi Nedim’in 1680’de doğduğu tahmin edilir, soyunun Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’ye kadar ulaştığı söylenir. Nedim, İstanbul’un çeşitli medreselerinde müderrislik yaptı. Ancak, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın himayesine girinceye kadar rahat yüzü görmedi. Paşa’nın iltifatına mazhar olduktan sonra, onun kütüphane memurluğunu yaptı, ayrıca «Aynî Tarihi»ni tercüme edecek özel komisyona seçildi. Sanatının en verimli dönemini Lâle Devri’nde yaşayan Nedim, her vesile ile şiirler yazdı. İstanbul, ilk defa Nedim’de, bütün güzellikleriyle şiire konu oldu. 1730 Ekim’inde (15 Rebiü’l-âhir) vefat etti. Nedim’in Selimiye Çiçekçi Kabristanı’ndaki mezartaşı kitâbesinde, şairin şu beyti yazılıdır:

Ey Nedim ey bülbül-î şeydâ niçün hâmuşsun
Sende evvel çok nevâlar güft ü gûlar var idi

Damat İbrahim Paşa, şair Nedim’e sorar:

“–Kanaatine göre, en büyük felâket nedir?” Nedim şu cevabı verir:

“–Hicrandır Paşam!”

“–Şu hâlde en büyük saadet de vuslat olsa gerektir.”

Nedim, şöyle mukabele eder:

“–Hayır Paşam, vuslatta cânan pençesine düşüldüğü için, o da büyük felakettir. Asıl saadet, hicranı da vuslatı da bilmemektir!”

DE Kİ AŞKTIR ŞÂD EDEN GÖNÜLLERİ

“Ne içtimaî mevkide, ne de servette gözüm var. Tek ihtirasım güzel şiirler söylemektir.” diyen ünlü şair Cahit Sıtkı TARANCI, 1910’da Diyarbakır’da doğdu. Orta öğrenimini İstanbul’da Saint Joseph ve Galatasaray Liseleri’nde yaptı. Yüksek tahsiline Mülkiye Mektebi’nde devam eden şair, şiir aşkı yüzünden okulu bitiremedi, Sümerbank’ta memur oldu. Bir yandan da hikâyeler yayınladı. 1938’de Paris’e gitti, Paris radyosunda Türkçe Yayınlar Spikerliği yaptı. Fakat II. Dünya Harbi’nin çıkması üzerine ülkesine döndü. Bir süre sonra Anadolu Ajansı’nda mütercimlik yaptı. ‘‘Kapımı çalıp durma ölüm, açmam; ben ölecek adam değilim.» diyen şair, 12 Ekim 1956’da 46 yaşında iken hayata gözlerini yumdu.

***

Aşkla ilgili: «De ki aşktır şâd eden gönülleri. Perişan berbad eden gönülleri.» mısralarını söyleyen Cahit Sıtkı, bir dostuna yazdığı mektupta aşkı ve sevgiyi şöyle tarif ediyor:

“«Aşk imiş her ne var âlemde, ilm bir kıyl ü kâl imiş ancak» diyen Fuzûlî amcamız değil midir? Elbette sevmeli kardeşim, güzel havaları da, çocuk bahçelerini de, dağları, denizleri, ovaları, kurtları, kuzuları da, iyiliği, merhameti, fazileti ve bunun gibi insanoğlunun şânını arttıran her şeyi sevmeli; yaşamanın sevmekten ibaret olduğunu kemâle ermiş bir şuur ile idrak etmeli.”