Bismillah!.. Elhamdülillah!

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI

Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüz bin devir ilerde!
(Necip Fazıl)
İlk ve son anlar büyük bir önem taşır ve bu ehemmiyete münasip bir değeri hâizdir. İlk ve sonun hükmü bütünü kaplar.

İdrakiyle şereflendiğimiz mübârek Ramazan da, bunun açık misâllerindendir. Bu aya, bu büyük kıymeti kazandıran, Kur’ân’ın ilk defa bu kutlu mevsimde inmesidir. Yine Ramazan gecelerine gizlenmiş Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlı olma kadrini, Kur’ân’ın ilk indiği gece olmasından alır.

Gözbebeğimiz, günebakanlar gibi dünyanın her yanından kendisine döndüğümüz muazzam Kâbe, İlk ve Son Peygamber’in hâtırası ve emânetidir. İlk kurulan mabettir ve dinlerin hâtemi olan İslâm’ın neş’et mekânıdır. Mîrac’ın ilk noktasıdır.

Ezel ve mutlak ebed Allah’a aittir. Allah Teâlâ kendini el-Evvel ve el-Âhir isimleriyle de tanıtmıştır. Hakiki mânâda ilk ve son yalnızca O’dur.

Ya yaratılmışlar plânında ilk?

Eski Yunan’ın felsefecileri, âlemin kendisinden yaratıldığı ilk unsurun (arkhe) ne olduğu üzerinde tartışmışlar ve âfâkî görüşler ileri sürmüşlerdi. Kimi ateş demişti, kimi toprak, kimi su, kimi hava, kimi hepsi; kimi bugünün maddecilerine atalık yapacak şekilde maddenin kendisini, en küçük parçalarını öne sürmüştü. Bunlar yaratılışın sırrına cevap veremeyen tekliflerdi.

Aslında bütün bir mevcudât, bütün «zaman» bir «Kün!» tecellîsinden ibarettir. Başı kâf, sonu nûn! Ama o yaratılışın bizim idraklerimize yansıyan yavaş çekiminde bir başlangıç olmalıdır. O nedir?

Sonsuz hikmet sahibi Allah’ın ilk yarattığı, yaratışın gayesini içinde barındıran çok mühim bir şey olmalı idi. O ne idi?

Zâhir ve bâtını kucaklayan bütün İslâm âlimlerinin ittifak ettiği kabûle göre Cenâb-ı Hak her şeyden önce Hakîkat-i Muhammediyye’yi yaratmıştır. Bu sebeple Varlığın Nûru, Kâinatın Fahri Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yaratılışta ilk, nübüvvette son olmanın azametli şerefini taşır.

Varlık, Allah’ın yeryüzünde yaratacağı halîfesi tarafından bilinmek ve sevilmek (mârifet ve muhabbet) iradesinin tezâhür alanı, tecelligâhı olarak var oldu. İnsanoğlu bu halîfeliği, bu büyük emâneti Allah’ın emri ve teklifi ile deruhte etti. İnsanlık içinde bunu kâmil mânâda, zirve noktada gerçekleştirecek zât, İnsân-ı Kâmil, Habîbullah olma pâyesi ise Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in oldu.

Bu büyük şerefin sahibi Efendimiz’in doğar doğmaz ilk sözü «ümmetî, ümmetî», vefat etmeden önce son sözü de «Refîk-i Âlâ» olmuştu. Efendimiz ümmeti için, ümmetinin selâmeti için bir ömür yaşamış ve vazifesi bitince «Yüce Dost»una dönmüştü.

O’nun mübârek ömrünün bir özeti de Kur’ân’ın ilk ve son emirleriyle ifade edilirse şöyledir:

Allah Rasûlü’ne ilk îman edenler, onun sohbetiyle şerefyâb olan o ilk nesil, ashâb-ı kirâm, insanlığın enbiyadan sonra en kıymetli, en faziletli dilimini oluştururlar. Diğer yandan kıyâmete yakın olan, son dilimdeki âhirzamanda Hak dini, son Peygamber’in sünnetini elde tutabilme saadetini yaşayanlar da nisbî bir ehemmiyet taşırlar. Meselâ onların îman ve amellerine daha çok mükafat verilir.Çünkü kıyâmete doğru gidilen bu dönemde çeşitli fitneler, sıkıntılar yaşanacak, tıpkı ölüme yakın bir kişinin can çekişmesi ve o anda şeytanın en zorlu tasallutları gibi dünya gündemine de böyle buhranlar çökecektir.

Muharref Hıristiyanlığın Katolik kısmının başı olan Papa XVI. Benediktus’un mâhud açıklamaları da bu minvalde görülmelidir. Bu iftiralar ne ilktir ne de son! Biz yazımız çerçevesinde Hazret-i İsâ hakkındaki ilk ve sonlara değinelim:

Hıristiyanlar muharref kaynaklarına dayanarak Hazret-i İsâ’nın gûyâ çarmıha gerildiği demde son söz olarak «Tanrım, Tanrım! Niye beni terk ettin?!» dediğini söylerler. Hâşâ Allah’ın oğlu yerine koydukları bir büyük zâta, en hafif ifadesiyle böyle bir metânetsizliği, sabırsızlığı nasıl yakıştırırlar?

Îman tarihinde daha ağır işkenceler altında ölmüş nice sağlam yürek, böyle bir şehâdeti canına minnet bilmiş, ufuklarında makamlarını görerek düğün evine girercesine ölüme yürümüşken, bir büyük Rasûl, hem de kendi devri civarında yaşamış olup her ikisi de hunharca şehîd edilmiş Zekeriyya ve Yahyâ Nebî’lerin gösterdiği metaneti gösteremeyecek, hattâ isyan sayılacak sözler sarf edecek?

Olacak iş midir?!.

Sırf bu sözün isnadı bile Hazret-i İsa’nın çarmıha gerilmediği, onlara öyle gösterildiği yönündeki Kur’ânî tâlîmi bir kez daha haklı çıkarıyor. Hak Teâlâ, Hazret-i İsa -aleyhisselâm-’a dünyaya gelişindeki gibi ayrılışında da bir fevkalâdelik nasip etmiş, rivâyetlere göre kendisini ihbar eden Yahûda onun yerine çarmıha gerilmiştir:

Gelmesi dünyâya özel; ölmeden ayrılması sır;
Hikmet-i Mevlâ ne güzel, hak yere hâin asılır! [Tâlî]

İlk anların, ilk sözlerin önem ve değerini Hazret-i İsa’nın mübarek ağızlarından dökülen ilk sözlerden de anlıyoruz. Hazret-i Meryem, oğlunu bir mûcize eseri babasız olarak dünyaya getirdiği için, çevresindeki nâmusperverlik taslayan müfterîlerin sorgulama ve hakaretlerine muhatap olmuştu. Üstelik cevap vermenin zarûret hâlini aldığı bu anda, sükûtu da gerektiren bir oruç içindeydi. Mübârek vâlidemiz yalnızca beşikteki bebeğe işaret etti. Hazret-i İsa, mûcizevî olarak konuştu ve ileride kendisini ifrat ile putlaştıracaklara, daha ağzından dökülen ilk sözle cevap verircesine şunları söyledi:

“Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum! O bana kitap verdi ve beni bir peygamber kıldı…” (Meryem 30)

Hazret-i İsa’nın dünyadaki son sözünü bilmiyoruz ama Kur’ân-ı Kerim, mahşer yerinde kendisini ilâh edinen bozuk inanışlı Hıristiyanlarla yüzleştirilme sahnesinde söylediği son sözü bize naklediyor:

“Allah: Ey Meryem oğlu İsa, insanlara: «Beni ve annemi Allah’ın yanı sıra iki ilâh edinin» diye sen mi söyledin? dediği zaman O der ki:

«–(Hâşâ yâ Rabbî!) Sen’i tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Ben onu söylemiş isem muhakkak Sen onu bilirsin. Sen nefsimde olanı bilirsin, ben Sen’in nefsinde olanı bilmem. Muhakkak ki gaybları en iyi bilen Sen’sin, yalnız Sen! Ben onlara, bana emrettiğini ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edelim.’ diye söyledim. Aralarında bulunduğum sürece ben onlar üzerine şâhit idim. Beni vefat ettirince onlar üzerinde gözetleyici Sen’din, Sen her şeye hakkıyla şâhitsin. Onlara azap edersen muhakkak ki onlar Sen’in kullarındır; onları bağışlarsan muhakkak ki Sen Azîz’sin, Hakîm’sin.»” (Mâide 116-118)

Muharref dinlerin çeşitli temsilcilerinden son Hak dinin müntesiplerine bu tür iftira ve hakaretlerin geleceğini de Kur’ân-ı Kerim bize haber vermiştir:

“Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan size eziyet verici birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’tan gereği gibi korkarsanız, şüphesiz işte bu, azmi gerektiren işlerdendir.” (Âl-i İmran 186)

Dalâlet ehlinin ve gazaba dûçâr olanların başlangıç ve bitiş düdükleri arasında neler yaptıkları hiç mühim değil! Puan cetveli son haftada gerçek ehemmiyetine kavuşur.

Son önemlidir, sonuç önemlidir.

Günübirlik devranların kime ait olduğuna bakılmaz kutlular mizânında. Kur’ân «Âkıbet muttakîlerindir» (Hûd 49) diyor. Ukbâ, öteler, sonlar muttakîlerindir. Mutlak adâletin imtihan gereği zâhirî plânda hâkim olmadığı dünyada İslâm başta ve sonra garip gelmiş garip gidecekse de, nihâî plânda son gülenler onlar olacaktır:

Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse! [Necip Fazıl]

Yukarıdaki âyet, bu imtihanlar ve eziyetler karşısında sabrı ve takvâyı tavsiye ediyor. Selâmet yurdunun davetçisi
Hazret-i Peygamberimiz ise: «sabır ilk sadmededir.» buyurdular. Kişi; mukavemetini, rızasını, teslîmiyetini… musibetin ilk vurduğu anda göstermelidir. Fakat bunun için hazırlık gerekir.

İslâmî kültürümüzde doğduktan sonra ilk yapılanlardan biri kulağımıza ezan okunmasıdır. Son anlarında ise kişinin yanında kelime-i şahâdet telkin edilir.

İnsanın ilk ve son anlarında kulağına kelime-i şahâdet telkininin elbet bir sebebi vardır: Ebedî felâh için ilk adım, kelime-i şahâdeti lisan ve kalbe söyletmek; son adım da son nefesi aynı ikrar ile verebilme bahtiyarlığıdır. Bütün bir hayat, ilk sözden, son söze istikamet içinde yürüme gayretidir. İlk anlardan son âna ömür boyu şahâdet tekrarı içinde olan kişi yolda başına gelebilecek musibetlere karşı da her an hazırlıklı hâlde olabilecektir.

Dinimiz aynı sebeple her işimizin ilk ve son ânına da birer mübârek mühür koyar: Besmele ve hamdele… Her işlerine, sözlerine, ibadetlerine, Kur’ân okumaya «Allah’ın adıyla» başlayan mü’minler sonda da Allah’a hamd ederler. Bir başka tabirle, cihan sofrasına besmeleyle oturur, oradan hamdeleyle kalkarlar.

Biz de besmele ile başladığımız yazımızı hamdele ile bitirelim:

“Onların son duaları da şudur: «Hamd Âlemlerin Rabbi Allah’a aittir»” (Yûnus, 10)