Edebiyatımızda Ramazan ve Ramazan Nükteleri

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK
Ramazan edebiyatımızdan ve nüktelerinden söz etmeden önce bir hususla ilgili duygularımı okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Son bir ay içinde Yüzakı Dergisi okuyucularından profesörlüğümü tebrik mailleri ve telefonları aldım. Okuyuculara ayrı ayrı cevap vermekte güçlük çekince bu satırlar aracılığı ile teşekkür etmeyi düşündüm. Onlara nezaketlerinden ve samimi duygularından dolayı en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. Doçentlikten profesörlüğe yükselişi bir kadro değişikliği olarak görüyorum. Bizi biraz daha zora ve sıkıntıya sokan bir değişiklik… Eskiden öğrenciler bir soru sorduğunda bilmiyorsam veya tereddütlerim varsa: “Bilmiyorum, her şeyi bilseydim profesör olurdum, gidin alanın profesörlerine sorun!” diyerek kendimce mazeret beyan edip zaman kazanırdım. Şimdi elindeki sermayeyi kaybetmiş biri olarak öğrencilerime nasıl bir mazeret söyleyeceğimi kara kara düşünmekteyim.

Bu vesileyle ifade etmeliyim ki sorular karşısında en rahat ve kolay verdiğim cevapların başında: “Bilmiyorum.” gelmektedir. Bilmediğim konu alanımla ilgili ise: “Bilmiyorum, araştırayım, öğrenince haber veririm… ilh.” ifadelerini kullanır, en kısa sürede cevabı öğrenir ve ilgili öğrencilere açıklama yaparım. Zira her şeyi bilemezsiniz. Her şeyi bilmek yalnızca Allah’a mahsustur. Veciz bir fıkra ile konuya biraz daha açıklık getirelim:

Alim bir zat kürsüde vaaz ederken, dinleyenlerden biri aklına takılan bir hususu sormuş. Vaiz:

“–Bilmiyorum!” demiş. Adam:

“–Bilmezsin de bu kadar yukseğe niçin çıktın?” deyince vaiz:

“–İlmim kadar yükseldim. Cehlim kadar yükselseydim semaya kadar çıkardım.” cevabını vermiş.

Kıssadan payımıza düşeni aktaracak olursak şunları söyleyebiliriz. Profesörlük, bilgimize ve çalışmalarımıza karşılık elde ettiğimiz bir kadrodur. Çalışmalarımızla dünyada elde edebileceğimiz payelerin en yükseği de budur. Ne yazık ki daha yükseği yok. Ancak bilmediklerimiz bildiklerimize kıyasla o kadar çok ki onlara paye bulunamıyor. Fuzuli bu gerçeği şöyle dile getirmiş:
ŞAİR VE NÜKTE

İlm kesbiyle paye-i rif ’at
Arzu-yı muhal imiş ancak

Fuzuli mısralarında ilimle yüce mertebeler elde etmenin boş bir hayal olduğunu ifade etmiş ama sözü orada kesmemiş devamında,

Aşk imiş her ne var alemde
İlm bir kil u kāl imiş ancak

diyerek ilimle yükselemeyeceğimiz o yüce mertebelere aşk ile ulaşabileceğimizi hatırlatmış.

Bu gerçeği fark etmek bile güzel…

***
Mübarek Ramazan ayının içinde bulunduğumuza göre edebiyatçılarımızın Ramazan, oruç ve bayram nüktelerinden bahsetmemek olmaz. Türk kültür ve edebiyatının içinde Ramazan’ın çok farklı bir yeri vardır. Edebiyatımızda Ramazan deyince akla hemen Ramazan manileri gelir.

Geldi mah-i Ramazan’ım
Şad olup sevindi canım
Ramazan-ı Şerif ’iniz
Mübarek olsun sultanım

şeklinde Ramazan’ı karşılamak için söylenenlerin yanında, sahur vaktinin geldiğini haber veren davulcu manileri, yemekler, tatlılar velhasıl Ramazan’la ilgili her hususta maniler söylenmiştir. Edebiyatımızda Ramazan ilahilerinin de ayrı bir yeri vardır. “Merhaba, hoş geldin ey Ramazan…” gibi sevinç ifade eden karşılama ilahileri ve: “Elveda, ah ayrılık…” gibi teessür bildiren ilahiler vardır. Ayrıca bu alanlarda divan şairlerinin kaleminden çıkan gazel ve kaside tarzında yazılmış Ramazaniyyeleri de hatırlamak gerekir. Türk milleti Ramazan’da iftar ve sahuru manilerle, teravih ve toplantılarını ilahilerle, meclislerini bilmece, fıkra ve ibretamiz nüktelerle süslemiştir.

Bizim, Yüzakı Dergisi’ndeki sayfalarımız şimdilik ≪Şair ve Nükte≫ üzerine yazılara ayrıldığı için şairlerin Ramazan nüktelerinde birkaç örnek vermek isteriz.

BAYRAM AYI GÖRÜNDÜĞÜ İÇİN
ORUCUMU BOZDUM

Oruç konusu açılınca Nabi’ye dair zarif bir hikayeyi anmadan geçmek olmaz. Daha önce kendisiyle ilgili nükteler naklettiğimiz şairin bundan sonra da nüktelerini çeşitli vesilelerle okuyacaksınız. Zira Nabi, şiirdeki kudretinin yanında zarafeti, nezaketi, hoş sohbeti ve nükteleri ile de edebiyat tarihimiz içinde müstesna bir yere sahiptir.

Nabi bir gün sadrazamı ziyarete gitmiş. Hal-hatır, hoş-beşten sonra kuzguni (karga gibi çok kara) bir haremağası gümüş tepsilerle kahveleri getirmiş. Nabi böyle bir adamın elinden kahve almayı ve içmeyi o an canı çekmemiş olacak ki:

“–Sağ olun, bugün niyetliyim.” demiş.

Nabi’yi iyi tanıyan sadrazam, onun bu halinden şüphelenmiş. Yanındakinin kulağına eğilerek bir şeyler fısıldamış. Birkaç dakika geçmeden gösterişli güzel bir cariye altın tepsi içinde şurupla içeri girmiş ve doğru Nabi’nin önüne gitmiş. Nabi de hiç düşünmeden şurubu almış ve güzel cariyeyi süzerek içmeye başlamış. Sadrazamın beklediği an gelmiş. Hemen sormuş:

“–Üstat az önce oruç olduğunu söylemiştin!”

Nabi yan gözle ay gibi parlayan cariyeye bakarak:

“–Devletlum, bayram ayı göründüğü için orucumu bozdum.” demiş.

Bu hoş nükte, hazırunu kahkahaya boğmuş. O sırada kuzguni haremağası daha önce getirdiği fincanları toplamak için odaya girmiş. Fincanları toplamağa başlamış. Nabi’nin önüne geldiğinde onu elinde şurup kasesi olduğu halde görünce bozulmuş ve suratı asılmış. Bu arada farkında olmadan Nabi’nin cariyeyi görmesini engelliyormuş. Nabi, haremağasının sinirlendiğini fark eder etmez bardağın altını tabağa sürterek gurultu yapmaya başlamış. Duruma bir anlam veremeyen sadrazam sormuş:

“–Nabi ne yapıyorsun?”

Nabi önce cariyeyi görmesini engellemekte olan haremağasına sonra sadrazama bakarak:

“–Devletlum, ay tutuldu da kurtulsun diye gurultu yapıyorum.” demiştir.

KUL BORCU

Ramazanda iftar sofralarından sonra yapılan sohbetlerin bir mevzuu da hiç şüphesiz oruç borcudur. İnsanlar çeşitli sebeplerle tutamadıkları oruçlardan söz açarak borçlarının azlığı-çokluğu, nasıl tutacakları ilh. konuları mevzu ederler. Haşmet ile Ragıp Paşa bir iftar sonrası böyle bir sohbetin içindedir. Herkes oruç borcundan söz etmekte iken Ragıp Paşa’nın dikkatini Haşmet’in sessizliği çekmiş. Sözü Haşmet’e getirerek ona laf atmış:

“–Ne o Haşmet, hiç sesin çıkmıyor, senin borcun yok mu?” Şair hemen cevap vermiş:

“–Var efendim…” Sadrazam:

“–Ne kadar?” diye sorunca Haşmet, fırsat bu fırsat deyip saymaya başlamış:

“–Bakkala 800 kuruş, kasaba 500 kuruş…” Haşmet daha sayıyormuş ki sadrazam onun sözünü kesip:

“–Be adam, ben bunları sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum.” deyince şair bozuntuya vermeden olgun bir şekilde amacına ulaştığını düşünerek şu cevabı vermiş:

“–Paşam ne bileyim: oruç borcunu Allah sorar, siz olsa olsa kul borcunu sorarsınız diye düşündüm.”