Sabır ve Şükür

Naci ÖZTÜRK

Sabır, azgın ve taşkın nefsin mânevî freni gibidir. Onun pedalı da iradedir. Nice imtihanlarla dolu hayat virajlarında sabır freni bize en çok lâzım olan ihtiyaç. Çünkü hayat, sabredip de işin neticesini bekleyenler için murat kapısını açmaktadır.

Aslında sabretmeyenler de beklemek zorundadır. Yani sabırsızlıkları hiçbir şeyi değiştirmez. Herkes nâçar bir şekilde ömür nefeslerini saymaya devam eder.

Zaten hayatın tahavvulâtında ömür mühleti baştan sona âdeta bir bekleyiş değil mi? Yani ömür nedir? Bir gayeye hasredilmiş intizar süresi…

İnsan, ömrü olduğunca ister istemez bekleyecek, sabredecektir. Sabretmese nereye kaçacak? Hiçbir yere. Çünkü ömür hususunda takdirin çizdiği muayyen bir sahada iradesini kullanmaktadır. Kendi elinde olan irade çok cüz’î, âdeta bir hiç mesabesindedir. Bu sebeple insan, ömrü boyunca hep beklemek mecburiyetindedir. İstenilen neticeler, çekilen endişe ve kederlere sabırdan ve bekleyişten sonra gelir.

Böyledir, çünkü insana hep bir sonrasını beklemek yazılmıştır. Bebek doğmayı bekler, doğanlar büyümeyi, büyüyenler emellerini… Böylece uzar gider bekleyişler…

Eğer insan hayatın emel ve hakikat istasyonlarının birinde beklemezse diğerinde bekleyecektir. Burada beklemezse orada bekleyecek; bunu beklemezse, şunu bekleyecek; şunu beğenmezse ona mecbur olacak; burada durmazsa şurada durmak zorunda kalacaktır. Ama her hâlükârda insan, beklemek zorunda kalacak; ne yaparsa yapsın, nereye kaçarsa kaçsın asla bu bekleyişten kurtulamayacak, ömür boyu koşturup duracaktır!

Sonra çaresiz âkıbet menzilinde duracak ve artık orada sonsuza kadar beklemek zorunda kalacaktır.

Orada iradesine kilit vurulmuş; vakit, beden, mal-mülk ve iradesi elinden alınmış vaziyette nâçar bekleyecek, istese bile hiçbir yere gidemeyecektir. Çünkü dilediğini yapabilme imkânı elinden alınmıştır. Ne yaparsa yapsın hiçbir yere kaçamayacaktır; artık sonsuz bir bekleyiş vardır.

Vay insanın hâline! Eğer bu dünyada gerektiği zaman beklememiş, sabretmemiş, hep acele etmiş, gençliğine güvenmiş ve heveslerin peşinde ömür tüketmişse…

Vay hâline! Yarınlar için sabrın verimli meyvelerini yetiştirmemişse… Artık orada bambaşka bir acı ve ıstırap ile yine bekleyiş başlayacak; yine hiçbir yere kaçıp gidebilmek yok. Bu ne acı bir bekleyiştir!

Fakat ne mutlu! Hayatta iken sabredenlere… «Vakit, beden ve irade» ellerinde iken, bu dünyada nefsin sızlanmalarına ve taşkın arzularına boyun eğmeden tâatlere devam edenlere…

Orada melekler onlara: “Sabretmenize karşılık size selâm olsun! Âkıbet yurdu ne güzeldir!” (Ra’d, 24) diyecekler.

Yani bu dünyada hakkıyla beklemesini bilip gerçekten sabredenler, orada murada erecekler, artık bir daha beklemeden her istediklerini elde edecekler, sonsuza kadar nimetler içinde hoşça yaşayıp gideceklerdir. Artık bir daha bekleyişin keder ve elemini çekmeyecek, sabrın karşılığını ziyadesiyle göreceklerdir.

Sabredenlere yarın daha bilmediğimiz nice mükâfatlar verilecektir. Ama nefsî arzularına sabredemeyip geçici lezzetlere ve şeytanî heveslere meyledenler, sonsuz bir hüsranın içine düşecektir!

Bunun için insan, arzu ettiği güzelliklere kavuşabilmek için ömür boyu beklemesini bilmek zorundadır. Akşam olunca sabah olmasını bekleyecek, sabah olunca işlerin bitmesini ve akşam eve dönmeyi bekleyecek, bütün ömrü boyunca bekleyişlerin acı ve ıstırabını çekecektir. Kim ki hakkıyla sabreder, taşkın arzularını frenler ve takvâya yönelirse, yani bekleyişin şuur ve idrakine ererse, âkıbet menzilinde bekleyişin karşılığı elbette ki çok parlak olacaktır.

Bu sebeple Cenâb-ı Hak, mü’minlere «hakkı ve sabrı» tavsiye ediyor. Îman beraberliğinin «hakkı ve sabrı tavsiye» esası üzerine olması gerektiğini emrediyor. Çünkü bu, mü’minler arasında olması elzem bir meseledir. Hakkı tavsiye ne demektir; ebedî, dâimî ve gerçek olanı tavsiye etmektir. Bu yüzden o, en güzel nasihattır. Bu nasihat olmazsa insan, geçici ve gerçek olmayan şeylere meyledip gayesini unutabilmektedir. Gerçek, sonsuzluk yurdunda değer ifade eden her şeydir; îman, sâlih amel, takvâ, verâ, sabır ve istikâmettir!

Sabır ise Hakk’a doğru istikâmet, Hak için sabır ve sebât, yolun sıkıntılarına tahammül ve gayrettir. İşte bütün bunlar tavsiye edilmeye şâyan olan şeylerdir.

Sabır, hayırlara erişmek için; şeytanın adımlarına uymamak, nefsin havaî arzularından sakınmak ve ömür sermayesini ebedî gayeye sarfetmek içindir. Mü’minler bu şuurla âhiret kardeşidirler. Bir nevî sürgün diyarı olan şu fânî dünya hayatında «mâverâya doğru» yola çıkmış bir hac kâfilesi gibidirler. Birbirlerinin ellerinden tutarlar, birbirlerini koruyup gözetirler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eder, düzeltirler.

Onlar, birbirlerine şefkat kanatlarını gerip, esirgerler; birbirlerini görünce âhireti hatırlar, gafletten kurtulurlar. Onlar, birbirlerini sabır ve istikâmette teşvik ederler.

Çünkü nefsin huysuzluğu, sabrın azlığı, yolların uzunluğu, gaye adamlarının nâdirliği, şeytanın iğvâları, ortamların bozukluğu ve günaha çağıranların çokluğu karşısında lâzım olan yegâne çare sabırdır.

Başarının gecikmesi, nefsin tuzağı, sinirlerin gerilmesi, şeytanın hile ve desîseleri karşısında lâzım olan, yine sabır…

Sabır, ebediyet yolcusunun en gerekli azığı, en vefalı yol arkadaşıdır! Sabırla yola çıkan yolda kalmaz; onunla yol alan maksada varır.

Bekleyişlerin ateşten daha şiddetli acıları karşısında yine sabır…

Bu dünyada sebepler zinciri, birer bahane ve perdedir. Neticede vakti-saati geldiğinde dâima Allah’ın hükmü tecelli eder. Bunda hiç şüphe yok. O hükmü hayırla beklemek, hele ıstırap içinde sabretmek «mizacında acelecilik olan» biz âciz kullara her ne hikmetse en ağır gelen şeydir. Ama büyük hayırlar da, ifade ettiğimiz gibi ancak sabırlı bekleyişlerin ardınca gelmektedir.

Sabredebilen insan, mekânların daraldığı, gönüllerin bunaldığı, şartların kısıtlandığı yerde nîmet ve ihsanın farkına daha çok varır ve şükrü idrak etmeye başlar. Zaten şükür olmadan sabrın hiçbir mânâsı olmaz. Yani şükür, sabrın en temel gayesidir.

Dolayısıyla her hâle şükredebilen aynı zamanda en güzel şekilde sabretmiş kimse demektir. Sabır imtihanını kazanan kullar, şükreden bahtiyarlardır. Onlar, rüşd basamaklarında dâima yukarıdadırlar.

Hâsılı hayatın muhtelif veçhelerine dair öğrendiklerimiz bir yana, sadece «sabır ve şükür» meselesini kalp hânemize yerleştirebilmişsek, ne mutlu! Çünkü “Allah sabredenlerle beraberdir!” düsturunu “Şükreden kullarım ne kadar da az!” îmâsını kavramak, belki hayatın inişli-çıkışlı yollarında öğrenmemiz gereken en mühim derslerden birini tâlim etmiş olmaktır.

Hani bazı mücevherler vardır, kilo ve hacimde hafif ama kıymet itibarıyla nâdide kabul edilir. Bazen paha da biçilemez, bir tek kelimeyle «eşsiz» denilir. İşte bu eşsiz mücevherlerden ikisi, belki de en önemlileri sabır ve şükür! Lâfızları kısa, hacimleri az ama mânâları çok büyük, çok çok fazla!