BİN ALTINI ÇOCUĞA VER!

Handenur YÜKSEL

İslâm’da hukukî düşünce ve ictihad metodunda çığır açan, büyük müctehid, Hanefî Mezhebi’nin kurucusu İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe 699’da Kûfe’de doğdu. Ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğudur. İlim öğrenmeye başlamadan önce kumaş ticareti yaptı. Önce akaid, sonra da fıkıh ilmine yöneldi. 100’e yakın tabiîn âlimiyle görüştüğü ve birçok kimseden hadis dinlediği rivâyet edilir. Son Emevî halîfesi II. Mervan’ın teklif ettiği Kûfe kadılığını kabul etmeyince hapsedildi ve dövüldü. Hapisten kurtulunca, Abbasîler yönetime gelinceye kadar Mekke’de yaşadı. Abbasî halîfesi Mansur döneminde Kûfe’ye dönen Ebû Hanife, yönetimi tenkid ederek direndi, bir süre sonra susturulma amacıyla Bağdat Kadılığı’na getirilmek istendi, görevi reddetmesi üzerine daha önce olduğu gibi hapse atıldı ve dövüldü, 767 Eylül’ünde hapisten çıktıktan bir müddet sonra vefat etti. -Rahmetullâhi aleyh-

***

Yaşlı bir adam, bir başka adamı çocuğuna vasî tayin etti ve ona içinde bin altın bulunan bir kese bırakarak:

“–Çocuğum büyüdüğü zaman ona sevdiğini ver!” dedi.

Çocuk büyüdü. Fakat adam ona altınları değil, boş keseyi verdi. Bunun üzerine çocuk, İmâm-ı Âzam’a gelerek durumu anlattı. İmâm-ı Âzâm vasîyi çağırarak:

“–Bin altını çocuğa ver.” dedi. “Çünkü senin sevdiğin altındır; herkes çoğu zaman sevdiğini alır, sevmediğini verir!” YERİNE KOYACAK ADAMIM YOK!

IX. Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim Han, 1514’te Şah İsmail’i yenerek Çaldıran Zaferi’ni kazandı. Bu savaşla Doğu Anadolu Bölgesi ve Tebriz, Osmanlı topraklarına katıldı. 1516’da Memlûklarla yapılan Merc-i Dâbık Savaşı sonunda ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Şam dâhil olmak üzere bütün Suriye toprakları Osmanlı’ya geçti. Daha sonra Kudüs’ü fethedip çölü geçen Sultan, Ridâniye Zaferi’yle bütün Mısır’ı fethederek Osmanlı topraklarına kattı. Mekke şerifinin gönderdiği heyeti kabul ederek, «Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn» unvanını aldı. Bir şiirinde: «İttihad etmezse millet dâğdâr eyler beni» diyerek, birlik ve beraberliğin önemine dikkat çeken, büyük hükümdar, 22 Eylül 1520’de vefat etti.

***

Sultan Selim sert tabiatlı, celâl sahibi bir hükümdardı, hatayı kolay affetmezdi. Sadrazam Pîrî Mehmed Paşa ise hünkârın aksine yumuşak huylu biriydi. Padişahtan çekinir, huzura girdiğinde dudakları kurur, elleri titrerdi. “Bir bahane bulup beni katledecek.” diye endişelenir, ecel terleri dökerdi. Bir gün yine aynı heyecanla huzura girdi.

Sultan, paşanın elindeki evrakın titrediğini görünce:

“–Ne o lala, hasta mısın, neden ellerin titrer?” dedi.

Pîrî Paşa boynunu bükerek:

“–Hünkârım, ellerim huzurunuza her girdiğimde titrer, bir sebep bulup beni katledeceğinizden korkarım. Eğer katledecekseniz, bir an önce katlediniz de beni şu heyecan ve korkudan kurtarınız!” dedi.

Mısır fatihi, Pîri Mehmed Paşa’yı pek sever ve takdir ederdi, bu söze bir hayli güldükten sonra:

“–Pîrî! Pîrî! Arzunu yerine getirmek kolay amma, ne yapayım ki yerine getirecek adamım yok!” der.

MÜŞERREF OLDUM, BENDENİZ DE AHMET RASİM!

Üstad gazeteci, tarihçi ve bestekâr Ahmet Rasim 1865’te İstanbul’da doğdu. Yazı, şiir ve tercümeleri, İstanbul’un çeşitli dergi ve gazetelerinde yayınlandı. Yazılarında İstanbul hayatını fevkalâde güzellikte tasvir eder; «Şehir Mektupları»nda, II. Abdülhamid döneminin İstanbul’unu sade ve kıvrak bir üslûpla anlatır. En büyük özelliği, yazılarını sohbet havası içinde yazması, okurunu daha ilk cümleden itibaren büyük bir samimiyetle kucaklamasıdır. Kendine has üslûbu ile meydana getirdiği eserleri günümüzde de zevkle okunan Ahmet Rasim, 60 civarında da şarkı besteledi. Gazeteci ve tarihçi yazar Ahmet Rasim 21 Eylül 1932’de Heybeliada’da vefat etti.

***

«Şehir Mektupları» isimli dört ciltlik eserin sahibi olan Ahmet Rasim, bir gün vapurdan ineceği sırada, biri kendisine sert bir şekilde çarptı. Küstah adam özür dileyeceği yerde, üstada yüksek sesle bağırdı:

“–Sersem!”

Ahmet Rasim, hiç bozuntuya vermeden adama sordu:

“–Ne dediniz?”

Öfkeli adam tekrarladı:

“–Sersem!”

Yazar, gayet sakin bir şekilde cevap verdi:

“–Öyle mi, müşerref oldum! Bendeniz de Ahmet Rasim!”

HER İŞİ ALLAH RIZÂSI İÇİN İŞLE!

1494’te Trabzon’da doğdu, 1520’de tahta çıktı. Batı dünyasında «Muhteşem Süleyman» olarak bilinen Kanunî Sultan Süleyman, 1521’de Belgrad’ı, 1522’de Rodos’u, 1526’da Budin’i fethettikten sonra 1529’da Viyana’yı kuşattı. 1534’te de Bağdat’ı fethetti. 7 Eylül 1566’da Zigetvar Kuşatması sırasında vefat etti. Osmanlı Devleti, Kanunî’nin 46 yıl süren saltanatı sırasında dünyanın en güçlü devleti hâline geldi.

***

Mohaç Meydan Muharebesi’nde önemli hizmetler yerine getiren Bâlî Bey, 1531’de Kanunî’ye bir mektup yazarak, hizmetlerini sayıp döktü; bunlara karşılık kendisine tuğ (vezirlik) verilmesini istedi. Bunun üzerine Sultan kendisine şöyle cevap verdi:

“Dîn-i İslâm ve Devlet-i Âliye için yaptığınız hizmetler yanımızda zâyî olmamıştır. Berhüdâr olasız, Allah sizden râzı olsun, iki cihanda yüzünüz ak ve pak olsun. Hizmetlerinize mukâbil tarafımızdan bir tuğ verilmesini istiyorsunuz. Biz size bir tuğ değil, Emirü’l-Ümerâlık vermekte tereddüt etmeyiz. Lâkin bunlar ile gururlanma. Her şeyi Allah’tan bil ve her şeyin Allah’ın olduğunu bil. Bir şeyi bizim rızâmızı değil, Allah’ın rızâsını tahsil için yap. Sakın yanılıp da biz fânî kullardan bir şey istemek hatasını irtikâp etme, kendini yanımızda küçültme ve kimsenin minneti altına girme.”