Yalnız masallarda görülebilecek güzellikte bir peri sarayı: Abdülmecid Efendi Köşkü

Can ALPGÜVENÇ

İstiklâl Savaşı sonrası 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı, sadece halîfe unvanı kalan Sultan Vahideddin, 17 gün sonra İstanbul’u terk etti. 18 Kasım 1922’de toplanan TBMM, Bakanlar Kurulu kararıyla Sultan Abdülaziz’in oğlu Abdülmecid Efendi’yi halîfe seçti.

Aynı meclis, cumhuriyetin îlanından birkaç ay sonra, 3 Mart 1924’te hilâfeti kaldırarak, Osmanlı Hanedanı’nın ülke dışına çıkarılmasına karar verdi. Hanedan erkeklerine ülkeyi terk etmeleri için en fazla 72 saat süre tanındı. Bu kanun, Halîfe Abdülmecid Efendi’ye bu süre dahî beklenmeden uygulandı ve aynı akşam İstanbul Valiliği’ne yasanın hemen uygulanması emredildi. Valilik vakit geçirmeden, Halîfe’nin ikâmet ettiği Dolmabahçe Sarayı’nın çevresinde yoğun güvenlik tedbirleri aldı. Kendisine İsviçre Konsolosluğu’ndan çıkartılan pasaport ve bir miktar da para verilerek, sabaha kadar ülkeyi terk etmek zorunda olduğu söylendi. Ayrıca eşya kaçırılmaması için, saray üç gün boyunca kordon altında tutuldu. Sadece valinin uygun gördüğü şahsî eşyaların çıkarılmasına izin verildi.

Halîfe, gece yarısı saraydan ayrılıp otomobile bindirilirken:

“Ben ölsem dahî, kemiklerim bu milletin refahına dua edecektir!” diyordu.

KUVÂ-YI MİLLİYE’YE BAĞLI

Halîfe Abdülmecid Efendi, şehzadeliği döneminde kışları Ortaköy’deki Feriye Sarayı’nda -şimdi Kabataş Lisesi’nin bulunduğu bina-, yazları ise Bağlarbaşı’ndaki köşkünde geçirirdi. Günümüzde «Abdülmecid Efendi» adı ile tanınan köşk, 1880’li yıllarda eski Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından yaptırıldı. Paşa’nın, 1895’te vefat etmesiyle oğullarına intikal eden köşk, Sultan II. Abdülhamid tarafından, bedeli Hazine-i Hassa’dan ödenmek sûretiyle satın alındı ve amcasının oğlu Şehzade Abdülmecid Efendi’ye tahsis edildi. Sabah harem dairesinden çıkıp bahçede biraz gezinen, sonra yazı odasında çalışan, öğle yemeğinden sonra bahçedeki çamların altına konan küçük bir masada meşgul olan, Çarşamba günleri resim yapan şehzade, burada muntazam bir hayat sürdü. Ancak ağabeyi Yusuf İzzettin’in vefatı üzerine, 4 Temmuz 1918’de veliaht olan Abdülmecid Efendi, sonraki hayatının büyük bölümünü, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde sürdürdü. Ancak özellikle yaz aylarında Bağlarbaşı’ndaki köşkü kullanmaya devam ederek, buradan Anadolu’daki Kuvâ-yı Milliye ile bağlantı sağladı. TBMM tarafından, halîfe tayin edilişinden sonra da Bağlarbaşı’ndaki köşkle olan bağlantısı devam etti.

KURTUBA HALÎFELERİ GİBİ

Halîfe Abdülmecid Efendi, ailesi ve maiyyetiyle beraber İstanbul’dan çıkarılıp Çatalca İstasyonu’na götürüldü. Ülke sınırlarını terk ederken gazetecilere şu beyânatı verdi:

“Bütün düşüncem, milletin kararı karşısında ona mutâvaat etmek (boyun eğmek), tal-i cilvelere (kadere) göğüs germekten ibarettir. Şimdilik İsviçre’ye gidiyorum. İhtirâsât-ı ecnebiyeye (yabancı devletlerin arzularına) âlet olmayacağım. Vaktimi sanâyi-i nefîse (güzel sanatlar) ile meşgul olarak geçireceğim.”

Gerçekten dünya basını da, halîfeliği döneminde onun sanatçı yönüyle ciddî şekilde ilgilenmiş, «L’Illustration Dergisi» kendisini kapak konusu yapmış, hakkında şu yorumlarda bulunmuştu:

“Eğer şartlar müsait, ülke zengin olsaydı; Abdülmecid, Kurtuba halîfeleri gibi Türklerin hem halîfesi hem de I. François’i (Fransuva) olur, İstanbul’u İslâm sanatının merkezi yapardı.”

Kendisini İsviçre’ye götüren tren, 6 Mart 1924 sabahı Macaristan topraklarına girince, eskiden Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında olan bu topraklarda defterine şu notu düştü:

“Ecdadımın muzaffer olarak geçtiği bu topraklardan, menkub (gözden düşmüş) olarak geçmekteyim.”

HALÎFENİN NAMAZ ODASI

Abdülmecid Efendi Köşkü, Bağlarbaşı’nı (Üsküdar) Beyler­beyi’ne bağlayan Gümüşyolu Caddesi’nin, Kuşbakışı Caddesi’yle kesiştiği noktada, yolun sağındadır. Çok sayıda değerli ağaç ve bitkiyi barındıran, 200 dönüm civarında geniş bir koruluğun içinde yer alan köşk, yüksek duvarlarla çevrilidir. Köşkün ana girişi, güney duvarında bulunan büyük bir anıt kapıdandır. Eteklere doğru gittikçe açılan tonoz şeklindeki geniş bir saçakla örtülen kapı, basık kemerlidir ve renkli çinilerle zenginleştirilmiştir. Bu gösterişli giriş, aynı zamanda büyük tevâzu da ihtiva eder, girişteki anıt kapının üzerindeki çini kitâbede yüksek bir kûfî ile «Allah’tan başka gâlip yoktur.» ibaresi yer alır. Kurşun kaplı çatı üstünde bir metre yüksekliğinde bronz bir alem yükselir. Kapının ihtişamını kuvvetlendirmek gayesiyle ihata duvarı, bahçe duvarına göre içeridedir.

Anıt kapıdan geçildiğinde, sadece masallarda görülebilecek güzellikte bir peri köşkü ile karşılaşılır. Bu yapı Selâmlık Köşkü’dür. Başlangıçta Av Köşkü olarak yaptırılan bina, sonradan eklenen harem ve sair binalarla birlikte geniş bir külliyeye dönüştürülmüş, ancak tamamı ahşap olduğu söylenen harem ne yazık ki, günümüze ulaşamamıştır.

Selâmlığın, kâgir bir bodrum kat üstünde, iki ahşap kattan meydana gelen simetrik bir plânı vardır. Eyvan şeklinde inşa edilen girişin duvarları, pano şeklinde farklı bölümlere ayrılmış, her panonun içi kalem işi süslemelerle bezenmiştir. Selâmlığın giriş kapısının üzerinde mavi zemin üstüne kûfî yazıyla: Nahl Sûresi’nin 90’ıncı âyet-i kerîmesinin; «Allah adâleti, iyilik yapmayı ve akrabaya bakmayı emreder…» kısmı yazılıdır.

Üst katta bulunan ve kuzeye bakması sebebiyle serin olan bölüm, Abdülmecid Efendi’nin ikâmet ettiği alandır. Bu bölümün batısında yer alan ve tavanında dört mevsimi yansıtan resimlerin bulunduğu kare şeklindeki oda, halîfenin dinlenme odasıdır. Doğudaki oda ise, duvar ve tavanlarında yer alan sûrelerden anlaşıldığı gibi, beş vakit namaz kıldığı bilinen halîfenin dua ve namaz odasıdır.

KABRİ MEDİNE TOPRAĞINDA

İsviçre’nin Büyük Leman Gölü yakınlarındaki Büyük Alp Oteli’ne yerleşen Abdülmecid Efendi, burada ancak 7 ay kalabildi. Maddî sıkıntıların başlaması üzerine, sekreteri vasıtasıyla İslâm ülkelerinden yardım talebinde bulundu. Sonunda Haydarâbat Nizâmı tarafından kendisine maaş bağlandı. Hem sağlığının elvermeyişi, hem de masrafların yüksekliği sebebiyle Fransa’ya geçerek, Nice (Nis) şehrine yerleşti. Burada siyasetten uzak bir hayat sürerek, Paris ve Viyana’ya seyahatlerde bulundu, güzel sanatlarla ilgilendi.

Abdülmecid Efendi, resim ve müzik sanatlarının yanı sıra hat sanatında da pek çok eser ortaya koyarak kimliğinin «Hattat Halîfe» olarak bilinmesini de sağlamış, köşkünde eski eserlerin bulunduğu odayı hatlarla süslemiştir.

Sâbık halîfe 1939’da sağlığı sebebiyle Nice’den de ayrılarak Paris’e yerleşti. Cuma günleri, «Place Monge»de bulunan camiye düzenli olarak gidip Müslüman cemaatiyle irtibatını sürdürdü. İstanbul’u unutamayan halîfe, hiçbir mekânın bu şehrin yerini tutamayacağını her vesileyle ifade etti. Paris’te, çocukluğundan son anlarına kadar, bütün hayatını içine alan hâtıralarını yazdı. 1868 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda doğan Abdülmecid Efendi, 23 Ağustos 1944’te geçirdiği bir kalp krizi sonucu, Paris’te 76 yaşında iken hayata veda etti. Ölmeden önce, İstanbul’a gömülmeyi vasiyet etmesi üzerine, kızı Dürrüşehvar Sultan, cenazenin İstanbul’a defni için çok çalıştı. Fakat teşebbüsleri Ankara hükûmeti tarafından sürekli reddedildi. Tahnit edilerek, 10 yıl Paris Camii’nin bir odasında bekletilen cenaze, kızının kayınpederinin yoğun gayretleriyle 30 Mart 1954’te Suûdî Arabistan’a götürüldü. Medine’de Cennetü’l-Bâkî kabristanında toprağa verilerek Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e komşu oldu. Sandukası, Vehhâbî geleneğince dışında hiçbir işaret bırakılmayarak (!) toprakla örtüldü.

BU KÖŞK ZİYARETE AÇILMALI!

Halîfenin yurt dışına çıkarılmasının ardından uzun bir süre boş kalan köşk, bulunduğu arsanın mülkiyetiyle birlikte, 1942 Mayıs’ında satışa çıkarılarak Kalkavan ailesine satıldı. Bu satıştan kısa süre sonra da, Kazım TAŞKENT tarafından Yapı Kredi Bankası için- satın alındı. Abdülmecid Efendi Köşkünde II. Dünya Savaşı yıllarında bir süre asker barındırıldığından, köşk birçok tahribata uğramıştır. Meselâ zemin kattaki döşeme çinileri bozulmuş, bu çinilerin sırları büyük ölçüde yok olmuş ve kırmızı zeminleri ortaya çıkmıştır.

1985 yılında başlatılan rölöve çalışmaları sonrasında ve 1987 – 1995 yılları arasında bina, ciddî bir tamire tâbî tutularak daha fazla tahribi önlendi. Bugün köşk ve çevresi büyük bir îtina ile korunmakta, sürekli bakımı yapılmaktadır. Ancak köşkün içi boştur, bütün eşyaları, avizeleri, tabloları, aynaları ya yok olmuş ya da çeşitli yerlere dağılmıştır. Eşyaların envanteri bulunmadığından nelerin kayıp olduğu dahî bilinmemektedir. Ayrıca gerek köşk binası, gerekse koruma alanı halka kapalıdır. Köşk, -Yapı Kredi Bankası tarafından- hiç değilse haftanın belirli günlerinde ziyarete açılmalı, bu kıymetli yapı hem kendi toplumumuza, hem de dünya insanına tanıtılmalıdır.